Uykusuzluk konusunu bu hafta Dr. Sevil Özkan ile konuştum. İşte verdiği bilgiler ve tavsiyeler.
Toplumumuzda uyku bozuklukları yüzde 15 ila yüzde 35 oranında görülüyor. Bu vakaların yüzde 10-20’si ağır ve kalıcı uyku bozukluğundan yakınıyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki insanların yüzde 50’si yaşamlarının bir döneminde uykusuzluk çekiyor. Araştırmalar, kadınların erkeklere göre daha fazla bu sorunla karşılaştıklarını gösteriyor. Gençler daha çok uykuya dalma güçlüğü çekiyor. Yaşlılarda da uykuyu sürdürme sorunları ön planda görülüyor. ‘Uykusuzluk neden oluyor? ’a gelince, bedensel-zihinsel hastalıklar, ilaçlar, uyarılmaya yol açan tüm faktörler, gerginlik, kaygı gibi sorunlar uykusuzluğa neden olabiliyor. Uykusuzluk, günlük yaşam ve sağlık sorunlarına yol açabiliyor, giderek yaşam kalitesini düşürüyor. Depresyon, anksiyete, gündüzleri yorgunluk hissi, duygu alanında değişimler (huzursuzluk, hırçınlık), verimlilikte azalma, bağışıklık sistemi zayıflığı, düşünsel işvelerde bozulmaya neden olabiliyor. ‘Uykuya ne kadar gereksinimimiz var?’ sorusunun cevabı, kişiden kişiye değişmekle birlikte ortalama 7-8 saat diyebiliriz. Uyku bozukluğunun tanısının konulabilmesi için mutlaka hekime başvurulur. Tanısının konulabilmesi için yakınmanın tanımlanması, nasıl ortaya çıktığını ve ilişkili faktörlerin araştırılmasına yönelik ayrıntılı bir görüşme, psikolojik değerlendirme, fizik muayene, laboratuvar testleri uygulanıyor.
ÖNERİLER NELER
Uykusuzluk tedavisinde batı tıbbına yandaş tamamlayıcı tıp önerilerine gelince... İlk etapta uyku hijyenine önem verilmesi önerilir.
*Çok aç ya da tok olmamak.
Aşırı sıcak havalarda vücudumuzu yormamak için beslenme planımızı yeniden yapmalıyız. Bu konuyu Diyetisyen Neslihan Aktepe ile konuştum. Özellikle doğru meyve tüketiminin çok önemli olduğunu belirten Aktepe şu tavsiyelerde bulundu...
Neslihan AKTEPE
En önemli konu su tüketimi. Susamadan su içmek gerekir. Aslında susayarak su içtiğimizde vücut yüzde 1-2 oranında kayba uğramış demektir. Mineralli su (sodyum oranı düşük olanlar) aşırı terlemeye bağlı oluşan elektrolit kaybını önler. Ayranı, mineralli sularla yapmak da sıvı alımını kolaylaştırır. Aşırı sıcaklarda yağlı, kızartmalı, çok soslu ağır yemeklerden uzak durmak gerekir. Bu tarz besinler sindirim sistemini yorar. Daha hafif ızgara, haşlama fırın etler ve bolca sebze yemekleri tercih edilmelidir. Kuru baklagilleri haşlayarak hazırlanan salataya bolca ilave edebiliriz. Aşırı sıcaklarda ishal ve zehirlenmeler artar. Besinleri çok iyi yıkamak ve mutlaka buzdolabında muhafaza etmek gerekir. Yaz aylarının en sevilen yiyeceği meyvelerdir. Daha renkli, bol çeşitli, ayrıca daha şekerli olduğu için hem göze hem de damağımıza hitap eder. Yazın karpuz-peynir ve üzüm-peynir diyetleri ile hem hafif beslenmek hem de zayıflamak isteyenler çoktur. Meyveler çok sağlıklıdır ancak sıfır kalori içermez. Öyle menüler olur ki kalori değeri neredeyse et porsiyonuna eş değerdir. Ayrıca fazla meyve tüketmek insanın yedikçe yiyesinin gelmesine de neden olur. Sebebi ise meyve şekeri fruktozdur... Gıdaların kan şekerini yükseltme hızına glisemik indeks denir. Eşit miktarda karbonhidrat içerseler de yiyeceklerin kan şekerini arttırıcı etkileri birbirinden farklıdır. Bunun nedeni yiyeceklerdeki karbonhidratların sindirim sisteminden farklı hızda geçmesi ve emilmesidir. Kan şekerini çok yükselten karbonhidratlara yüksek glisemik indeksli, az yükseltenlere düşük glisemik indeksli karbonhidratlar denir. Yüksek glisemik indeksli karbonhidratlar kan şekerini çok arttırdığı gibi insülin hormonunu da çok yükseltir. Kişilerin her gıdanın glisemik indeksini ayrı ayrı bilmesi çok zor, ama yine de bazı besinlerinkini bilmesi çok önemli. Bir gıdanın glisemik indeksi 55’ten az ise düşük, 56-69 arasında ise orta, >70 ise yüksek glisemik indeksli gıda olarak kabul edilir.
Sıcaklardan kaçıp sığındığımız limanlardan biri olan “klimalar” ise bugünlerde en büyük yardımcımız.
Ancak.
Klimayı ne kadar doğru kullanıyoruz?
Çünkü.
Klimalar bilinçsiz kullanıldığında birçok hastalığa neden olabiliyor.
Hele hele “klima çarpması” var ki, aman dikkat!
Evet, bu hafta bir okurumuzun yönelttiği, “Genital bölge renk açma (beyazlatma) nedir, nasıl yapılır?” sorusunu, kısa/öz ama gayet bilgilendirici şekilde yanıtlamaya çalışacağım.
* * *
“Genital bölgede kararmalar meydana getiren etkenler neler?”
Öncelikle bu sorudan başlayalım. Cinsel hayat, doğumlar, ilerleyen yaş, kilo alıp verme, genital bölgedeki tüyleri almaya yönelik yapılan ağda-jilet ya da lazer gibi uygulamalar ve hormonal tedaviler, genital bölgede kararmalar meydana getirebilir.
* * *
Kadınlarda genital bölgenin dıştan bakınca görünen kısmına “vulva” adı verilir. En çok bu bölge zaman içerisinde hormonal değişimler veya yaşa bağlı olarak kararabilir. Bu kararmaya neden oluşturan hormon ise estrojendir. “Vulva” adlı bölge, estrojen yanıt veren hücreler açısından zengin olduğundan koyulaşma görülebilir. Özellikle hamilelik döneminde dış genitallerde, koltuk altı, meme ucu ve yüzde de hormonal etkiler nedeniyle kararmalar olabilir.
* * *
İşte böylesine sıcak yaz günlerinde hamilelik dönemlerini geçiren anne adaylarının işi daha bir zor.
Serinlemek isteyen ve tatil planı yapan anne adayları, “Hamileler denize/havuza girebilir mi?” diye soruyor.
Öncelikle şunun bilinmesi lazım:
Yüzme, genellikle hamilelikte en yararlı aktivitelerden biridir. Suyun desteği ve kaldırma gücünün etkisi, vücuda binen yükü azalttığından dolayı yüzmek, hem anne adayının hem de bebeğin rahatlamasını sağlar.
Hamilelikte herhangi bir risk yoksa, denize veya havuza girdiğinizde ani bir değişim hissetmiyorsanız ve yapılan tetkikler/muayeneler sonucunda doktorunuz “rahatlıkla yüzebileceğinizi” söylüyorsa, yüzme sporuna devam edebilirsiniz.
Kanser tedavisi sırasında ve sonrasında doğru beslenme ile hastalığa ve tedaviye bağlı görülebilecek yan etkiler daha hafif olabilir ve nüks riski azalabilir. 17 Haziran’daki yazımda güneşlenmenin kanser üzerine olan etkilerini konuştuğum Gazi Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Uğur Coşkun’la bu yazımda da kanser hastalarının beslenme konusuna devam ettim. Prof. Dr. Coşkun, şu önemli bilgileri verdi.
Prof. Dr. Uğur Coşkun
KEMOTERAPİ DÖNEMİNDEKİ BESİNLER
Kemoterapi sırasında beslenme her hastanın ihtiyaçlarına göre farklılık gösterebilir. Kanser tedavisi gören onkoloji hastalarının özellikle sebze, meyve ve protein alımının yeterli olması çok önemlidir.
Bunun yanında kemoterapi alınmasına engel olabilecek bazı kan değerlerinin düşmesini engellemek amacı ile B12, folik asit, çinko, demir ve magnezyum içeren besinlerin tüketilmesi gerekmektedir. Özellikle yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, çiğ kuruyemişler, yumurta, yoğurt, peynir ve karaciğer tüketimi bu vitaminlerin besinler aracılığı ile yeterli miktarda alınmasını sağlayacaktır.
AKDENİZ DİYETİ KORUYUCU OLABİLİR
Cildinizi güneşten koruyarak cilt kanseri riskinizi artırmadan dışarıda zaman geçirebilir ve güneşin faydalı etkilerinden yararlanabilirsiniz. Güneşlenirken nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Coşkun’a sordum ve şu bilgileri paylaştı.
Prof. Dr. Uğur ÇOŞKUN
CİLT KANSERİNE NEDEN OLABİLİYOR
Cilt kanseri, deri hücrelerinde anormal büyümeye neden olan bir tür kanserdir. Ultraviyole (UV) ışınlarına uzun süre maruz kalmak, cilt kanseri riskini artırır. Güneş ışınlarının en zararlı bileşeni, UVA ve UVB olarak adlandırılan UV ışınlarıdır. Cilt kanserlerinin çoğu, ultraviyole (UV) ışınlarına çok fazla maruz kalmaktan kaynaklanır. UV ışınları güneşten gelen görünmez bir radyasyon türüdür ve ozon tabakasının her yıl biraz daha incelmesi ile daha az filtre edilen, daha yoğun UV ışınları yeryüzüne ulaşmaktadır.
UV ışınları cilt hücrelerine zarar verebilir, bu nedenle UV ışınlarına çok fazla maruz kalan kişilerde cilt kanseri riski daha yüksektir. Cilt kanserinden korunmak için özellikle öğlen saatleri gibi güneş ışınlarının çok yoğun olduğu saatlerde düzenli olarak güneş kremi kullanılmalı, uzun süre güneş altında vakit geçirileceği zaman uzun kıyafetler ile cilt kapatılmalı ve mutlaka baş boyun bölgesini koruyan şapkalar kullanılmalıdır.