Zeynep Bilgehan

‘Kebap Mabedi’nin sahibi Beyti Güler: Ben insan zenginiyim

10 Mart 2024
O bir yaşayan efsane… Gastronomi dünyasının en zarif beyefendisi, Türkiye’de adını taşıyan tüm yemeklerin kurucu babası; Beyti Güler. Bundan neredeyse 80 yıl önce dört masayla açılan lokanta, bugün adeta bir kebap mabedi haline geldi. Geçen yıl Michelin Rehberi’nin ‘öneri’ listesine giren restoranında Beyti Bey, 95 yaşında hâlâ tüm masaları tek tek ziyaret ediyor. Diyor ki: “Dünyanın her yerinden çok insan tanıdım. Hepsinden bir şeyler almaya, keşfetmeye çalıştım. Ben insan zenginiyim.”

1- Çalışma odasının duvarlarında dünyanın her yerinden ve her döneminden siyasetçiler, sanatçılar, sporcular, iş insanlarıyla fotoğraflar var... Kendisi de en az onlar kadar ünlü bir isme sahip. Gastronomi dünyasının en zarif beyefendisi, Türkiye’de adını taşıyan tüm yemeklerin kurucu babası; Beyti Güler. Tam randevulaştığımız saatte kapıdan içeri giriyor. Tabiri caizse stiliyle zıpkın gibi. 95 yaşında! Bize özel mi giyinmiş? Cevap olarak kendi gülümserken yardımcısı Sabriye Hanım, “Beyti Bey her gün böyle giyinir” diye yanıtlıyor. Ayrıca Beyti Bey’in geçen 80 yıldır yaptığı gibi neredeyse her gün restorana gelip önce mutfağı teftiş ettiğini, sonra gelen misafirlerle ilgilendiğini anlatıyor. Eskiden alışverişe de bizzat gider, uzun yıllardır müşterisi olduğu Eminönü piyasasını çok severmiş. 15 yıl öncesine kadar kasaphanede kasaplarla yaklaşık bir saat et işlermiş. Mevcut ritüellerine tanıklık edeceğiz ama önce eski albümleri karıştırıyoruz.

Zeynep Bilgehan - Beyti Güler

ATATÜRK’ÜN DAVETİYLE...

Beyti Güler, 1929 senesinde Kırım asıllı bir ailenin dört çocuğundan ikincisi olarak o günlerde Romanya toprakları olan Totrakan’da dünyaya geliyor. Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın teşvikiyle Köstence-Silistre bölgesindeki tüm Türkler ana vatana davet ediliyor. Aile, 1933 yılında Türkiye’ye göç ediyor. Beyti Bey, 22 Ocak 1935 tarihli Türk vatandaşlığına kabul edildiği kararnameyi çalışma odasında Atatürk portresinin altına asmış... Üzerinde “Hicret ve iltica suretiyle memleketimize gelerek vatandaşlığa alınmalarını isteyen ve fena bir halleri olmadığı anlaşılan isimleri yazılı şahısların Türk vatandaşlığına alınmaları onaylanmıştır” yazıyor. Altında bizzat Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün imzası var. Beyti Bey, İstanbul’a adım attıkları günü şöyle anlatıyor: “Gemimiz Sepetçiler Kasrı’na yanaştı. Gemiden indik. Çok güzel bir faytonla Yeşilköy’e geldik. Bahçe içinde 16 odalı bir köşk satın alıp hemen oraya yerleştik.”

SENE 1944
SENE 1935

Beyti Bey, Atatürk Florya’daki Deniz Köşkü’nde sandalla gezinti yaparken o sandala tutunan çocuklardanmış... Atatürk’ün de olduğu Sabiha Gökçen’in paraşütle atladığı töreni de babasıyla izlemeye gitmiş.

İLK OLARAK FIRIN AÇTIK

Yazının Devamını Oku

Sivil toplum çınarı Timur Erk’in 80 yıllık hayat iksiri

3 Mart 2024
Cemiyet hayatı onu iyi tanıyor. Timur Erk, 55 yıllık bir sanayici olarak 18 yıldır Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kimya Sanayi Meclisi Başkanlığı’nı yürütüyor. 40 yıldır da Türk Böbrek Vakfı’nın kurucu başkanı. 80 yaşında dalıyor, yüzüyor, tenis oynuyor ve bir dakika yerinde duramıyor. Bu pek çok şapkası olan yüksek kimya mühendisi işadamının ‘hammadde’sini inceledik; gençlik sırlarını dinledik...

1) Timur Erk kimdir?

SENE 2003(Sağdaki)

İsmiyle, birbirinden çok farklı alanlarda karşılaşabiliyorsunuz. Bir gün Türk Böbrek Vakfı’nın etkinliğinde tuz tüketimine dikkat çeken açıklamalar yapıyor. Başka gün Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) Kimya Sanayi Meclisi Başkanı olarak sektörle ilgili bilgiler veriyor.


Sene 2000(Sağdaki)

Söze gülerek, “Ben pek çok şapkası olan biriyim!” diye giriyor. Hikâyesi 1944 yılında Bebek’te Boğaz’a nazır, eski sultanların yakınlarının bir vakit oturduğu ahşap bir köşkte başlıyor. Kendilerini nasıl orada buluyorlar? Erk anlatıyor: “Anne ve babam, her ikisi de Trakyalı toprak ağalarının çocukları. 350 yıllık bir soyağacımız var; Tekirdağ’da ‘Gacal’lar denen, padişahların Trakya’ya yerleştirdikleri ilk İslam kökenli ailelerdeniz. Babam liseden sonra yüksek kimya mühendisliği okumak için Almanya’ya gitmiş ama İkinci Dünya Harbi çıkınca apar topar dönmüş. Eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde tamamlayıp Türkiye’nin ilk kauçuk fabrikatörlerinden ve İstanbul Sanayi Odası’nın kurucularından olmuş.”


Yazının Devamını Oku

Çağdaş sanatın en havalı galericisi… Mobilyaların yerini resim ve heykel aldı

25 Şubat 2024
Sanat, tüm dünyada son yılların en parlak dönemini yaşıyor. Yeni açılan müzeler, galeriler, fuarlar, sergiler… Türkiye’de bu işi en eski zamandan beri yapan isimlerden biri Murat Pilevneli. Adını havalı etkinliklerin ev sahibi olarak duyuyoruz. Dijital sanatın öncüsü olarak dünyaca tanınan, gurur duyduğumuz Refik Anadol’un ilk galericisi de kendisi. Pilevneli, “Sanat artık hayat tarzı oldu. Eskiden daha çok mobilya dolu olan evlerde şimdi resimler ve heykeller var” diyor.

Onu yakalamak zor. Sürekli bir yerlerde, bir işler peşinde. Kendini anlatmaktan da çok hoşlanmıyor. Ancak elinin değdiği sanatçıları hepimiz çok iyi tanıyoruz; Haluk Akakçe, Leyla Gediz, Esra Gülmen, Hüseyin Çağlayan, Mentalklinik, Taner Ceylan bunlardan sadece birkaçı. Bugün dünyada dijital sanatın öncüsü olarak konumlanan Refik Anadol’un ilk sergisini o açmış. İstanbul ile beraber Bodrum’da da bir galerisi bulunan PİLEVNELİ’nin kurucusu Murat Pilevneli ile beraberiz.


Murat Pilevneli - Zeynep Bilgehan

ANNEMİN İNADIYLA HAYATA BAŞLADIM

Murat Pilevneli, 1971 yılında Almanya’da dünyaya geliyor. Sanat dünyasında bu soyadını taşıyan bir başka ünlü daha var; Türk resminin en kıymetli isimlerinden Prof. Mustafa Pilevneli… Onunla bir ilgisi var mı? Bu sorunun yanıtıyla başlıyoruz: “Kendisi annemin ağabeyi, yani dayımdır. Annem çok inatçı bir kadındı. Ailesini bırakıp tek başına Almanya’ya gidiyor ve orada âşık oluyor. Evlenmeden beni tek başına dünyaya getirmenin sorumluluğunu alarak orada yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden ben annemin soyadını taşıyorum.”


SENE 1971 Üç aylıkken

BAKMAKLA ANLAMAK BAŞKA ŞEYLER

Yazının Devamını Oku

AİHM’de 10 yıl hâkimlik yapan hukukçu diplomat Rıza Türmen: Karanlık adliye koridorlarını hiç sevmedim

18 Şubat 2024
Hem hukukçu hem diplomat… ‘Dış münasebetler’ merakı henüz genç bir hukuk öğrencisiyken başladı. Yaklaşık 30 yıl ‘Hariciye’de Türkiye’ye hizmet ettikten sonra 1998’de duvarın öte tarafına geçip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) 10 yıl hâkimlik yapan Rıza Türmen ile buluştuk; eski albümleri karıştırdık, ‘Adil bir dünya nasıl olur?’ sorusuna cevap aradık.

1- Gündemin sıcak konularından biri İsrail-Filistin savaşı… Çatışmalar uluslararası hukuku da harekete geçirdi; Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) soykırım suçlamasıyla İsrail aleyhine dava açtı. UAD, Gazze’de ateşkes çağrısında bulunmadı ama soykırım davasını görmeyi kabul etti. Bu gelişmeler üzerine hem diplomat hem hukukçu kimliğiyle eski büyükelçi ve AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’in kapısını çaldım. Eski albümlerini karıştırıp kendi hikâyesini dinlerken, bugünün olayları üzerine değerlendirmelerini de aldık.

 
SENE 1958 - Kardeşi Mehmet ile

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN NESLİYİZ

Rıza Bey geçen yüzyılın en büyük trajedilerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarında doğan nesilden. 1941 yılında, Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geliyor. Türmen, “Savaş yıllarını hatırlıyorum. Evin panjurları mor perdelerle kaplıydı. Sirenler çalınca annem beni kucaklayıp arka odaya kaçardı” diye başlıyor: “Ben ‘ekmek verildi’ damgaları olan nüfus cüzdanı sahiplerindenim. Demek ki epeyce eskiyiz!”

SENE 1967 - “Tomris ile nikâh”

“Eşim Tomris ile liseden tanışıyorduk. O da İngiliz Kız Okulu’ndaydı. Yıllar sonra üniversitede karşılaştık. 1967’de evlendik. Kendisi çocuk sağlığı profesörüdür. 15 yıl Cenevre’de Dünya Sağlık Örgütü Başkan Yardımcılığı yaptı. Bir kızımız Zeynep, bir torunumuz Bora var.”

EDEBİYAT BİLGİMİ FİZİĞE BORÇLUYUM

Yazının Devamını Oku

Ünlü modacı Faruk Saraç: Beyaz çorabı ben kaldırdım

11 Şubat 2024
Hakkında şöyle bir rivayet var; mezura kullanmadan sadece bakarak kişinin ölçüsünü alıp ona en uygun takımı dikebiliyor… Bu doğru mu? Gülerek, “Müşterim kapıdan girdiği anda ona ne vereceğimi bilirim. Doktor-hasta ilişkisi gibi... Mezura gözümdür. Elbisesini diker, gönderirim” diye cevaplıyor.

Meslekte 43. yılını geride bırakan Faruk Saraç, Türkiye’de erkek modasının ve ilklerin öncü isimlerinden: “TBMM’de beyaz çorabı kaldırdım, ilk rengi getirdim, Milli Takım’ın ilk sponsoruyum...” Bu hafta ünlü modacı Saraç’la eski albümleri karıştırdık.


Sene 1996/“İlklerim çok! TBMM’de beyaz çorabı kaldırdım, ilk rengi getirdim, Milli Takım’ın ilk sponsoruyum.”

1) Mağazasından içeri girince sanki Londra’da 19. yüzyıldan kalma bir terzihaneye girmişsiniz ve az sonra prova kabinlerinden birinden James Bond çıkacak gibi hissediyorsunuz! Oysa İstanbul’dayız. Mekânın sahibi de 200 yıllık Urfalı bir ailenin mensubu; Türkiye’de erkek modasının öncü isimlerinden Faruk Saraç. Bu sene meslekte 43. yılını geride bırakıyor. Giydirdiği bilinen ünlü isimlerden bazıları; Boris Yeltsin, Ricky Martin, Ayhan Şahenk, Kadir Has, Hikmet Çetin. İsmini vermek istemediği çok sayıda siyasetçiye imaj danışmanlığı veriyor. Söze, “Benim hayat yolculuğum uzun bir maraton Zeynep Hanım. Yokluğu da gördüm zirveyi de… Zirveyi sevmedim, çok yalnız kaldım, çok üşüdüm” diye başlıyor.


Sene 2008/Dönemin Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim ve hemşehrisi İbrahim Tatlıses ile

‘FESÇİ ABDİ’NİN TORUNLARI

Faruk Saraç, 1955 yılında banka memuru bir baba ile sanat endüstrisi mezunu bir annenin üç çocuğundan ikincisi olarak Urfa’da dünyaya geliyor. Ailede sanatçı çok. Çocukluğu annesinin diktiği rengârenk yorganları izleyerek geçiyor. Yaz aylarını terzi dayısının yanında çıraklık yaparak geçiriyor. Soyadını veren dedesi saraciye işiyle uğraşıyor, yani deriden at eyerleri yapıyorlar. Onun dedesiyse ‘Fesçi Abdi’ adıyla bilinen bir fes üreticisiymiş. Faruk Bey, “Çocukluğum Urfa’nın gizemli, eski sokaklarında geçti” diye anlatıyor: “Hâlâ Urfa kültüründen çok beslenirim. Belki bana da çocukluğumda o kilit taşlarına ellerimi sürmem tılsımlı geldi.”  

Yazının Devamını Oku

Öyle ustalarla çalıştım ki... Alaylıydım ama 2 okul bitirmiş kadar oldum

4 Şubat 2024
17 yaşında, günlerce kapısında bekledikten sonra figüran olarak girdiği Şehir Tiyatroları’nda tam 56 yıl geçirdi. Radyo tiyatrolarının, Yeşilçam filmlerinin değişmez seslendirme sanatçısıydı. İlk özel televizyonlar başladığında, bir jenerasyon onu 1990’lı yıllarda sunduğu ‘Seç Bakalım’ adlı programla tanıdı. Bugün hem sinemada hem tiyatroda oyunculuk yapıyor; “65 yaşında emeklilik olmaz, gittiği yere kadar’ diyor. Erhan Yazıcıoğlu ile beraberiz...

1) Yazıcıoğlu, 1951 yılında Karadenizli bir baba ile ev hanımı bir annenin üç çocuğundan ortancası olarak İstanbul’da dünyaya geliyor. Çocukluğunun en mutlu yılları anneannesiyle geçen zamanlar…


Fotoğraf: Levent KULU

Hikâyesine onunla başlıyor: “Dedem Emin Bey tam bir İstanbul beyefendisiydi. Darphane’de memurdu. Anneannem Rum bir ailenin kızı. Dedem 14 yaşındaki anneannemi yolda görüp aşık oluyor ama Rum aile, kızını bir Türk’e vermek istemiyor. Anneannem, dedeme kaçıyor. Adı Güzide oluyor. Ailesi bu duruma küsüp Atina’ya gidiyor. Aralarında 10-12 yaş fark vardı. Birbirlerine beyefendi ve hanımefendi diye hitap ederlerdi. 10 yaşıma kadar Yedikule’de onunla yaşadım diyebilirim.”


Sene 1954/Anne, baba ve ağabeyi ile/ “Babam benimle iki yıl küs kaldıktan sonra annemle kardeşlerimin iknasıyla özel bir tiyatroda beni izlemeye geldi. Çıkışta, ‘Sen ne ara, nasıl bu kadar iyi oyunculuk öğrendin! Bundan sonra yolun açık olsun’ diye bana sarıldı. Ölene kadar aynı oyuna her gece geldi.”

Sene 2015/Eşi Müge Hanım’la./“Eşimi Cüneyt Hoca’nın bana öğretisiyle tavlamış olabilirim; güzel Türkçe konuş, bak göreceksin sana meftun olacaklardır.”

TİYATROYA İLK GÖRÜŞTE AŞK

Yazının Devamını Oku

Ünlü Kalp Cerrahı Bingür Sönmez: İdolüm doktor Frankeştayn’dı

28 Ocak 2024
Sarıkamış’ta öğretmen bir baba ile ev hanımı annenin beş çocuğundan biri olarak dünyaya geliyor. 12 yaşında okuduğu bir kitapla doktor olmaya karar veriyor. Rol modeli: Doktor Frankeştayn! Çok şükür bir canavar yaratmadı; Türkiye’nin en meşhur kalp cerrahlarından biri oldu Prof. Dr. Bingür Sönmez. Bugüne kadar 17 binden fazla ameliyat yapan Prof. Sönmez, “Çocukluk hayalim, ‘mükemmel anatomi’yi bulmaktı” diyor.

1) Hikâyesi 1952 yılında Kars’ın Sarıkamış ilçesinde başlıyor… Prof. Dr. Bingür Sönmez, ilkokul öğretmeni baba Emrullah Bey ile ev hanımı anne Saadet Hanım’ın beşinci ve en küçük çocuğu olarak doğuyor. Ağabeyinin aktardığına göre dünyaya geldiğinde duyduğu ilk sözler şöyle; “Allah seni kahretsin Saadet, bu da erkek! Ben şimdi Emrullah Öğretmen’e ne söyleyeceğim!” Zira dört erkekten sonra ailenin beklentisi artık bir kız çocuğu. İsmi bile hazır; Birgül. Bu beklenmedik erkek çocuğa başka bir isim bulunamıyor ve hayallerinde olan kız ismine yakın diye ‘Bingür’ ismi veriliyor. Hayatın bir cilvesi olsa gerek; Sönmez kendiyle beraber ismini de meşhur ediyor. Bingür Hoca, “Bana en çok sorulan sorulardan biri ismimdir” diye gülerek başlıyor söze, “Çok çalışkan, çok başarılı, çok iddialı anlamına geliyormuş. İsmimi hak etmek için çok çalıştım” diyor.


Fotoğraf: Levent KULU

OSMANLI’YI BEKLERKEN...

Kalp cerrahisi alanındaki başarılarıyla beraber Bingür Hoca ‘Sarıkamışlı’lığıyla da meşhur… Kökenlerini şöyle anlatıyor: “Aslında babam Erzurum’un Gaziler Köyü’ndendi. O günkü ismi Bardız. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın Ruslar’dan ilk aldığı, çok kahraman bir köy. 1878’de, 93 Harbi’nden sonra sınır yeniden çizildiğinde Ruslar’da kalıyor. Ailemiz çiftçi. Osmanlı nasıl olsa geri gelecek diye göç etmiyorlar ama Bardız 40 yıl Rus işgalinde kalıyor. Babam orada doğuyor. Daha sonra Sarıkamış’a geliyor. 1935 Erzurum Muallim Mektebi mezunu. 1940’ta Cilavuz Köy Enstitüsü kurulduğunda orada öğretmenlik yapıyor. O yüzden ona Sarıkamış’ta ‘Muallim Bey’ derlerdi. Annem Siirtli bir vergi tahsildarının kızı. Babam Siirt’te öğretmenken onunla evleniyor. Sonra Sarıkamış’a geliyorlar. İki ağabeyim Urfa’da, geri kalanımız Sarıkamış’ta doğmuşuz.”


Sene 1953/Kayakçı kardeşler-Sene 1957/Sarıkamış

BİR ZEYTİNİ 3 ISIRIKTA YERDİK

Yazının Devamını Oku

Sağ siyasetin duayenlerinden Mehmet Keçeciler: Solcular bize ‘gerici’ derdi ama biz ilerici Müslümanlardık

21 Ocak 2024
Siyasetin içinde geçen 25 yıl; kaymakamlıkla başlayıp zoraki bir belediye başkanlığı dönemi, 12 Eylül sonrası ANAP’ın kurucularından, milletvekilliği, bakanlık… Son 20 yıldır da siyasetin içinde değil ama “Dışında da değilim, elimden geldiğince tecrübelerimi aktarıyorum” diyor. Sağ siyasetin duayenlerinden Mehmet Keçeciler ile buluştuk. Hem geçmiş günleri dinledik hem bugünlere çıkarılacak dersleri konuştuk.

1- Onunla Ankara’da, meşhur siyasetçilerin oturduğu muhitteki evinde bir araya geldik… Sağ siyasetin duayen isimlerinden Mehmet Keçeciler ile beraberiz. Politikaya 1977 yılında Milli Selamet Partisi’nin (MSP) Konya Belediye Başkanı olarak başlayan Mehmet Bey, 2002 seçimlerinde baraj altında kalana kadar merkez siyasetin en ağırlıklı partisi olan ANAP’ın kurucularındandı. Uzun yıllar milletvekilliği, bakanlık yaptı. Türk politik hayatında neler değişti, neler hiç değişmiyor? Bugün merkez sağ nerede? Geçen 20 yılı nasıl değerlendiriyor? Bu sorularla kapısını çaldım ama cevapları almadan önce takvim yapraklarını geriye sarıyoruz…

Zeynep Bilgehan - Mehmet Keçeciler

AİLEMİ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BATIRDI

Mehmet Keçeciler, 1944 yılında özbeöz Konyalı bir ailenin dört çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya geliyor… Anne tarafı ‘Halikanlı’ aşiretinden, baba tarafı Türkmen. Hikâyelerini şöyle anlatıyor: “Dedem değirmen işi yapardı. Birinci Dünya Savaşı’nın batırdığı ailelerdendi. Değirmenlerinin bozulan motorunu tamir için Eskişehir’e götürüyorlar. Ancak Yunan askerleri orayı işgal edince motoru toprağa gömüp memlekete dönüyorlar. İki yıl sonra geldiklerinde motor çürümüş… Konya’nın sevilen, sayılan ve asil bir sülalesine mensubum. Anne tarafından Kürt kökenimiz de var. Babam gece bekçiliği, amelelik, açık sinema büfeciliği dahil pek çok iş yapmış. En son kadın doğum hastanesi ustabaşılığından emekli oldu.”

İLKOKUL ÖĞRETMENİ: BU ÇOCUĞU OKUTUN

Çocukluğu Konya’nın Selçuklular döneminden kalma eski Sedirler Mahallesi’ndeki evlerinde geçiyor. En büyük tutkusu bahçe ve içindeki ağaçlar. Mehmet Bey, “Günlerimi o bahçede geçirirdim. Ağaçlarla hemhal olurdum. Halen Ankara’daki evimin bahçesindeki ağaçlarımı kendi ellerimle sular ve budarım” diyor. İlkokulu bitirdikten sonra aile bir ikileme düşüyor; çocuğu okutmak yerine daha garanti bir iş olsun diye kaynakçı ustasının yanına çırak mı vermeli? Bunu duyan ilkokul öğretmeni eve gelip “Yazık etmeyin bu çocuğa. Çok zeki, istikbali çok açık” deyince eniştesinin desteğiyle şehirde yeni açılan imam hatip okuluna yazdırılıyor.

SENE 1952 - İlkokul 2. sınıf

Yazının Devamını Oku