Serenad Altan

İlham veren şehir: Ankara

12 Haziran 2023
Değerli okurlarım... Birkaç haftadır seçim telaşı, LGS’ye girecek öğrencilerimizin heyecanları sebebiyle, herkesi biraz olsun rahatlatabilmek, stresini gidermek için yazılarımda daha ziyade uzmanlık alanım olan kişisel gelişim ve meditasyon konularına ağırlık vermiştim.

Yazılarımın olmazsa olmazı Ankara’mdan ve onun ilham veren güzelliklerinden bahsetmeyi biraz ertelemiştim. Ama “bu hafta artık zamanıdır” diyor; hepinize sağlık, mutluluk dolu, başarılı ve verimli bir hafta dileyerek ilham veren şehrimize dair satırlarıma başlıyorum.

ANKARA’DA YAZ BAŞKADIR

Mayıs ayı ortalarından beri “Londra’da mı yoksa Ankara’da mı yaşıyoruz?” dedirtecek kadar yoğun yağışlı günler yaşadık. Havanın griliğine ve birtakım dış alan etkinliklerimize mani olan yağışlı havaya zaman zaman söylensek de, olumlu tarafından bakacak olursak, kentimiz bu yağışlar sayesinde kurak geçen yaz aylarına girerken olası su kıtlığını bertaraf etmiş oldu ve bolluğa kavuştu. Barajlar doldu, kuraklığa karşı doğal yollarla bir önlem alınmış oldu. Ve artık geçen hafta başından itibaren, güneş Ankara’mızda pırıl pırıl parlamaya, içimizi ısıtmaya, “haydi kalk yerinden, yaz geldi, dışarı çık” diye bize fısıldamaya başladı. Güneşin çağrısına kulak veren çok kentlimiz olsa gerek, şehrin cadde ve sokakları hafta boyunca akın akın insan kaynıyordu. Herkes ertelediği işlerini halletmeye çalışıyor, kimisi ziyaretlerini tamamlıyor ama herkes adeta yazın gelişini kutlarcasına cadde ve sokakların keyfini sürmeyi de ihmal etmiyordu. Ve tabii bir farkla: “Herkes gülümsüyordu...”

Yazın o pozitif enerji veren etkisi, dikkat çekici biçimde herkesin yüzüne yansımıştı. Kavak ağaçlarının donattığı kaldırımlar ve cadde kenarları, sakuraların, leylakların açtığı bahçeler ve parklar, eşin, dostun, aşıkların buluşma noktası olmuştu. Ah Ankara’m! Kışınla olduğu gibi yazınla da ne kadar da güzelsin!

ŞAİR OLSAM ANKARA’YA NE DERDİM

Geçen cumartesi günü sabahın erken saatlerinde yoga yaparak güneşi selamlamak için sitenin parkına çıktığımda, sabahın hafif ürperten esintisiyle burnuma gelen buram buram leylak ve manolya kokuları daha yoga pozisyonu almadan beni başka bir meditatif boyuta taşıdı zaten. Sonra dedim ki içimden: “Birçok şehirde bu kadar botanik çeşitlilik, farklı ağaç türleri bir arada bulunmazken c’aanım Ankara’ya hala bozkır diyenlerin canı sağ olsun.”

Yazının Devamını Oku

Sen, ben yok biz varız!

5 Haziran 2023
Değerli okurlar... Öncelikle hepimiz için sağlıklı, keyifli ve verimli bir hafta olması dileğiyle “Hoş geldin haziran!” diyerek satırlarıma başlamak istiyorum.

Her ne kadar Ankara’mız, yaza takvim olarak resmen girdiğimiz şu günlerde hâlâ yağışlı olsa da; yağmur berekettir, kıtlığın kıranıdır diyor ve kıpırtısını yüreklerimizde hissettiğimiz yaz aylarının gelişini sevgiyle selamlıyorum.

SEVGİYLE YOĞURULMUŞ KALPLER HER KÖTÜLÜĞE GALİP GELİR

Sözü “sevgi”den geçip de kalpleri ısıtmayan, çaresiz hissedenlere umut aşılamayan, yalnızlık hissimizi bir anda yok eden şair veya yazar olabilir mi? Olamaz. Aynı şekilde, önceliği ve dili “sevgi” olan her insan, gönüllere ferahlık verir, dertleri unutturur, yüreklere su serper ve varlığıyla güç verir. Bu nitelik bir insanda ya doğuştan vardır, ya da edindiği birtakım deneyimler sonrası kişi, hayat yolunda sevgi ile yol almayı kendisi seçer. Bu erdemle doğan veya bu seçimi yaparak erdem sahibi olmuş kişilerle yollarımız kesişiyorsa ne mutlu bize! Her birimiz saf sevgiden ibaretiz aslında, sadece yaşam koşullarımıza bağlı olarak ve teknoloji çağının hızlı ivmesi sebebiyle bir şeyleri kaçırmamak adına, zaman zaman hırsa, kibre, kıskançlığa veya maddiyata fazlaca kapılıyor ve sevginin ta kendisi olduğumuzu unutuyoruz. Saf sevgi koşulsuzdur, karşılığı olsun olmasın o daima “var”dır. Beklentisiz, koşulsuz sevmek ne kadar içimizi ısıtan bir kavram öyle değil mi? Burada bahsedilen saf ve koşulsuz sevgi sadece bir ananın evladına beslediği sevgi değil. Yaratılmış her şeyi koşulsuz sevmekten bahsediyorum. Çünkü aslında her şey, her canlı kendi içinde o kadar biricik ve mükemmel ki, bunu görüp anlayabilene hayat her zaman iltimas geçer. Aksi mümkün değildir. Sevgiyle yoğurulmuş kalpler, saf sevginin farkında olanlar her kötülüğe galip gelir. Üstelik savaşmadan. Bu mertebede sevebilen hiç kimse savaşmaya ihtiyaç duymaksızın her savaşın galibidir.

SEVMEK, HAYATIN BİZE GETİRDİĞİ KARGAŞAYLA YÜZLEŞME GÜCÜ VERİR

Saf sevgi karşılık beklemeden sevebilmektir dedik az önce. Aynı zamanda saf sevgi, şüphelere ve zayıflıklara da yer bırakmaz. Bizi enerji ve inançla doldurur. Kalple yaşanan ve beş duyumuzla deneyimlenen bir ruh meselesidir. Sevmek, hayatın bize getirdiği kargaşayla yüzleşme gücü verir. Bu yüzleşmeden korkmayız, aksine bunu bir deneyim olarak görür, dersimizi öğrenir ve yolumuza çok daha rahat devam ederiz. Yüreğimiz her zaman mutluluk ve sevinçle dolu olur. Saf sevgi, kendimizin bile varlığından haberdar olmadığı özelliklerimizi bulmamıza yardım eder. Öz sevgi ve öz şefkati öğrenmiş olan herkesin saf sevgiyle var olan her canlıya sevgi duyması mümkündür ve bu bize başkalarının iyiliği için yaşamayı da öğretir. Hem de en ideal şekilde…

Gerçek sevgi, geceleyin yolumuzu aydınlatmak için kara bulutları delip geçen ayışığı gibidir. Gün doğumunun tazeliği ve gün batımının tonları gibidir. Hayatın tüm tonlarını yansıtır, ama yine de en güzelidir. İçimizdeki saf sevgiyi bulup çıkarttığımızda ışıldamaya başlarız. Gülümsemek için bir sebep ararken, içinizdeki saf sevgiyi arayın. Onu ararken bu gülümsemeleri ve mutluluğu etrafınıza yaymak için fikirler edineceksiniz. Bundan daha harika bir deneyim olabilir mi? Ne mutlu aramaya niyet edip de bulabilene!

Yazının Devamını Oku

Ruhumuzun izini sürmek

29 Mayıs 2023
Değerli okurlar... Bu hafta aslında var oluşumuzun özü olan, bizi biz yapan, ancak günlük yaşam telaşında çoğu kez sesini duymazdan geldiğimiz “ruhumuzun izini sürmek” konusunda sizlerle bilgi ve görüşlerimi paylaşacağım.

Tüm paylaşımlarım gibi bu yazımda da ruhumuzun sesini dinlemek ve ona kulak vermek adına, yazımı okuyan herkesin farkındalık kazanmasını amaçlıyorum. Bir nebze başarılı olabilirsem ne mutlu bana…

RUHUMUZUN YAŞAM AMACI

 “Mutluluğunun peşinden gidersen, kendini başından beri orada olan, seni bekleyen bir yola sokarsın ve yaşaman gereken hayat, yaşadığın hayattır.”

Joseph Campbell

Ruhumuzun yaşam amacı, şu anda bu dünyada bulunma nedenimizdir. Yoksunluğunu hissedip aradığımız şeyler, karşımıza ilginç tesadüflerle çıkan kişiler (hiçbir şey tesadüf değildir bu arada), muhtemelen ruhumuzun amacı ile bağlantılıdır. Hayat bu şekilde fırsatlar veya tesadüf dediğimiz olaylar, karşılaşmalar ile bizi yönlendirerek ileriye götürmeye çalışır. Bu çalışmayı hayattan bekleyen ise ruhumuzun ta kendisidir. “Bana yaşam amacımı göster ve beni ona ulaştır” der ruhumuz. Bu yüzden, ruhumuzun amacını bildiğimiz zaman, hayatımızdan son derece memnun ve tatmin olmuş hissederiz. Yaşam temamız bizim için doğru olduğunda, doğru yöne gidiyor olduğumuza dair bir akış, bir huzur ve rahatlık hissederiz.

Bazı insanlar ruhlarının yaşam amacını erken yaşta bilirken, diğerleri bunu daha sonra keşfeder.  Çoğu zaman bir ruhun amacı, ya kaygılı, endişeli, değersizlik hissi ile geçmiş travmalarla dolu veya son derece huzurlu, kendiyle barışık, sevgi içinde yoğurulmuş bir çocukluk deneyimine yanıt olarak ortaya çıkar.

Ruhumuzun amacını beslemeyen şeyleri fark ederiz, fakat çoğu zaman toplum baskısından veya ayıp olmasın diye bunları hali altına süpürüp eyleme geçmeyiz. Düşünceler, faaliyetler veya davranışlar olsun, artık bize hizmet etmeyen her şeyi bırakmamız gerekir. Örneğin, birinden rahatsızsak, o kişinin gitmesine izin vermemiz gerekir. Ruhumuz burada bize bir mesaj veriyor. Diyor ki: “Bu kişi senin enerjini aşağıya çekiyor, ne zaman birlikte olsan dağılıyorsun, bırak!” Belki de bu kişi hayatımızdaki tüm neşeyi alıyor. O zaman bu ısrar niye? Bizim önceliğimiz kendimizi sevmek ve ruhumuzun yaşam amacına uygun hareket etmek değil miydi? Bize hizmet etmeyen herkesi ve her şeyi sevgiyle bırakmaya niyet edelim ve bırakalım. Sonrasında hayatımızda gerçekleşecek olaylar akışını izleyelim. Ruhumuz daha tatmin, daha mutlu, daha neşeli, daha dengeli olacak. Bundan emin olunuz.

Yazının Devamını Oku

Affetmek özgürleştirir

22 Mayıs 2023
Değerli okurlar... Hepinizin birkaç gün önce ulusça coşkuyla kutladığımız 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyor, “esenlik ve birlik, bütünlük içinde nice kutlamalara” diyerek satırlarıma başlıyorum.

Bu hafta sizlere insanın eyleme dökmekte en zorlandığı, ancak insanı bir o kadar da özgürleştiren “affetmek” olgusundan bahsedeceğim. Neden affetmek bu kadar önemli? Affetmek bir erdem olmanın yanı sıra bize neler kazandırır? Nasıl affedebiliriz? Gelin bu güçlü eylem ve duygusal kabul içerisinde neler barındırıyor, hep beraber inceleyelim.

 AFFETMEK NEDEN ÖNEMLİ?

Hayatımız boyunca en az bir kere veya daha çok kez, güvenimizi sarsan, bize ihanet veya iftira eden, dedikodumuzu yapan, bilerek veya bilmeyerek bizi manipüle etmeye çalışan, kuyumuzu kazan, kısacası bizi hayal kırıklığına uğratan, üzen, kızdıran insanlarla karşılaşabiliriz. Tanıdığımız veya tanımadığımız kişiler tarafından zorbalığa uğrayabiliriz. Arkadaşımız, eşimiz, ailemiz, iş ortağımız veya sevdiğimiz insanlar duygusal anlamda bizi istismar edebilir. Öncesinde son derece güven ve samimiyete dayalı ilişkiler bile, sonradan yozlaşıp bu negatif duyguları bize yaşatabilir. Hayatta bunların hepsi karşılaşılması olası durumlardır ve bu gibi durumlarda “incinme” çok derindir. Ağır bir incinme yaşayan herkes bilir ki, iç dünyamız kötü bir şekilde altüst olduğunda, kargaşamız veya acımız dışında herhangi bir şeye konsantre olmak da bir o kadar zordur. İncinmeye tutunduğumuzda, duygusal ve bilişsel olarak engelleniriz ve ilişkilerimiz zarar görür.

Affetmek bunun için güçlü bir ilaçtır. Hayat bizi sert bir şekilde vurduğunda, derin yaraları iyileştirmek için affetmek kadar etkili bir şey yoktur. İlk önce kendimizi affetmekle başlamalıyız. Hatalarımızı, gölge yanlarımızı tüm kalbimizle ve sevgiyle affetmeli ve varoluşumuzu tam da olduğumuz şekliyle onurlandırıp, teşekkür etmeliyiz. Unutmayalım, içeride ne varsa dışarıda da o vardır ve dışarıda ne varsa bizim içimizde de ondan bir parça vardır. Bu nedenle affetmenin ilk adımı kendimizi affetmektir. Geçmiş, şimdi ve tüm zamanlara doğru…

 AFFETMEK GÜÇSÜZLÜK DEĞİLDİR

Olaylar veya hatalar affedilmek zorunda değildir, çünkü onlar yaşanmıştır ve yaşanmış olan gerçekleri halı altına süpürmek bize bir şey kazandırmaz aksine bilinçaltımıza ekstra yük yükler. Fakat bize bu olumsuz olayları yaşatan ve duygusal bağlamda acı çekmemize neden olan kişileri affedebiliriz. Eğer affedemezsek daha doğrusu affetmeye niyet etmez ve bu niyetimizi uygulamaya geçirmez isek, zamanla hislerimiz nefrete, kine, intikam veya hırsa dönüşebilir ki bunların her biri son derece yakıcı ve en çok kendimize zarar veren duygulardır. Tüm bu olumsuz duygular “güçlü duygular” gibi gözükse de aslında güçsüzlüğümüzün göstergesidir. Zira asıl güç affetmektir. İnsan zihni ise tam tersi yönde çalışır ve affetmeyi güçsüzlük olarak nitelendirir. Oysa insanoğlu, affetmenin ne kadar büyük bir psikolojik ve zihinsel özgürlük olduğunun farkında olsa, omuzlarında bu yükü hiç taşımak istemezdi.

Affetmek, bize herhangi bir şekilde zarar veren, yıpratan kişiye tekrar bize aynı zararı vermesi için alan açmak veya ona sil baştan yeniden güvenmek demek değildir. “Hayır Diyebilmek En Büyük Özgürlüktür” başlıklı yazımda da açıkladığım üzere, sınır koymayı bilmemiz gerekir. Burada affetmeden kastedilen bize zarar veren kişiye karşı “sınırımızı belirleyip bu sınırı koruyarak”, onu yaptığı hatadan dolayı bağışlamak suretiyle, zihnen ve ruhen kendimizden bağımsız kılmak ve bu sayede aslında bir nevi kendimizi geçmişin olumsuz deneyimlerinden özgürleştirmektir. Affettikçe hafifleriz, hafifledikçe özgürleşiriz, özgürleştikçe öz şefkatimiz artar, öz şefkatimiz arttıkça potansiyelimiz de buna paralel olarak artar ve en nihayetinde enerji frekansımız yükselir. Frekansımızın yükselmesi hem fiziksel hem zihinsel olarak en iyi terapi yöntemlerinden biridir.

Yazının Devamını Oku

Bir Ankara sevdası

15 Mayıs 2023
Değerli okurlar... Bu hafta alanımdan biraz farklı gibi görünse de aslında benim “ben” olmamı sağlayan, “Ankaralı olmak” ile ilgili bir yazı kaleme almak istedim.

Balıkesir’de doğdum, İzmir’de büyüdüm... Hacettepe Üniversitesi’ni kazanmamla birlikte Ankara’ya geldim ve bir daha da Ankara’dan ayrıl(a)madım.

Ankara sevdasıyla nasıl mı Ankaralı oldum?

Haydi o zaman başlayalım...

KEŞKE HİÇ DÖNMESEK

Beni büyütürken, “sevgi emektir” cümlesini hem bilinçaltıma hem de bilinç üstüme kazıyan rahmetli babam, Ankara’nın Polatlı ilçesi eşrafından bir ailenin oğlu ve TED Ankara Koleji’nin ilk mezunlarından(1961). Biz İzmir’de yaşıyorduk ama halalarım, amcam ve kuzenlerim Ankara’da olduğu için sık sık Ankara’ya gelip giderdik. Her gelişimde “keşke hiç dönmesek” diyeceğim bir sürü güzel anı biriktirirdim Ankaralı arkadaşlarımla. Ankara sevgim zaman geçtikçe içimde o kadar büyümüştü ki, üniversite tercihlerimde sadece Ankara okullarını yazacak kadar net ve belirgin hale geldi. İmkânlarımız müsaitti ve başkent benim öğrenciliğim için ideal bir seçenekti. Şükürler olsun ki, Hacettepe’yi ilk denememde tutturdum ve kapağı Ankara’ya attım.

KOŞA KOŞA GERİ DÖNÜŞ

Yine de itiraf etmeliyim, İzmir’den Ankara’ya okul kaydına geldiğimde bir daha İzmir’e asla dönmeyeceğimi hiç düşünmüyor, dört yıllık lisans eğitimimi bu çok sevdiğim şehirde tamamlar, keyifli bir öğrencilik dönemi geçirir, sonra İzmir’e geri dönerim diye düşünüyordum. Zira tam bir deniz ve İzmir tutkunu olan ben, ancak geçici bir süre için İzmir’den ve denizden uzak yaşayabilirdim. Ama gelin görün ki hiç de öyle olmadı. Dört yılın sonuna geldiğimde iliğime kadar Ankaralı olmuştum bile... Değil Ankara’dan temelli ayrılmak, yaz tatillerinde bile ailemi görüp, gerisin geriye en kısa zamanda Ankara’ma koşa koşa geri dönüyordum. Ankara, ben fark etmeden öyle bir işlemişti ki içime, nasıl olduğunu anlamadan Ankara bağımlısı oluvermiştim. Sonradan anlayacaktım ki, Ankara sadece yaşadığınız ve biriktirdiğiniz anılara bağlı bir sevgi yaratmıyordu insanda. Ankara, bir yaşam tarzıydı ve anı biriktirdikçe daha da biriktiresi geliyordu insanın. 30 yıl oldu, ne mutlu bana ki hâlâ buradayım.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın müzik rotası

8 Mayıs 2023
Değerli okurlar... Bu hafta sizlere “müzik” yazmak ve kadim kentimiz Ankara’nın ruhumuza şifa veren müzik rotalarından bahsetmek istedim.

Bu yazımda bahsi geçen tüm konser salonlarını ve konser evlerini bizzat deneyimledim. Bu sebeple, önerilerimin hepsi gerçek kanaatlerimden oluşmaktadır.

MÜZİK RUHUN GIDASIDIR

“Müzik ruhun gıdasıdır.” Bu cümleyi hepimiz hayatımız boyunca birden fazla kez duymuş, hatta duymakla kalmamış, en derinden doğruluğunu hissetmişizdir. Peki müzik, neden “ruhun gıdası” olarak tanımlanır ve birçok dinleyici de bu duyguyu doğrular? Çünkü üzgün olduğumuzda bizi neşelendirir veya anılarımızı canlandırır, yaratıcılığımızı harekete geçirir, bize enerji verir ve stresli zamanlarda kendimizi daha sakin hissetmemizi sağlar.

Müziğin insan üzerindeki etkileri bu saydıklarımızla sınırlı mıdır? Elbette hayır. Mutluluk, belirli bir zamanda hayatımızda olup bitenlere bağlı olarak gelip geçen bir duygudur. Birçok kadim ve spiritüel öğretinin de bizi an’da kalmaya yönlendirmesi de bu yüzdendir zaten. Mutluluk an’da saklıdır ve geçici bir duygudur. Mutlu olmak için hangi yöntemlerden faydalanacağımızı ise biz seçeriz. Müzik de bu seçimlerden birisidir. Gelin mutlu olmak için neden müziği seçmeliyiz kısmına beraberce göz atalım.

MÜZİK MUTLULUK İÇİN REÇETEDİR

Müziğin insan üzerindeki etkilerine dair dünya genelinde yapılan araştırmalar çok fazladır. Bunlardan bir tanesi de Kanada’da bulunan McGill Üniversitesi’nin müzik dinleyen ve müzik dinlemekten mutluluk duyan ergenlerin beyinleri üzerinde yürüttüğü bir araştırmadır. Bu araştırma sonucunda da, müzik dinlemenin duygusal uyarılmayı artırdığı, nabız ve nefes alma hızınızı değiştirebildiği, vücutta endorfin salgılanmasını artırdığı (yani insanı mutlu ettiği) ve beyinde dopamin salınımına pozitif etkisi olduğu kanıtlanmıştır.

Çok eski çağlardan beri müziğin tedavi edici yönü şairler, yazarlar, filozoflar ve sanatçılar tarafından vurgulanmıştır. Örneğin: “Müzik. Ey acıların tatlı ve iyileştirici merhemi” demiş milattan önce yaşayan ünlü Romalı asker-şair Horatius. Jamaikalı efsane reggae sanatçısı Bob Marley ise, “Eğer insanların hayatına müzik ve sevgi aşılarsan onları tedavi edebilirsin” diyerek, müziğin iyileştirici gücüne atıfta bulunmuştur. Yazımın başından bu yana müziğin insan ruh ve beden sağlığı üzerindeki pozitif etkilerinden bahsettim ve “Hüzünlü bir müzik veya şarkı dinlediğimizde de bu dedikleriniz geçerli olur mu?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim adeta. Cevabım şöyle: “Evet, olur.”

Yazının Devamını Oku

‘Hayır’ diyebilmek en büyük özgürlüktür

1 Mayıs 2023
Değerli okurlar... “Evet” demenin hep bizden beklenen ve adeta kaçınılmaz cevap olarak kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Aslında bizler de bize yöneltilen hemen hemen her soruya “Evet” cevabını vermek zorunda hissederek, bilinçaltımızdaki bu görünmez baskıyla yaşıyoruz.

“Hayır” diye bir cevap hakkımız daha olduğunu ve aslında bunun “Evet” ile aynı değerde bir cevap olduğunu es geçiyoruz. Kimseyi kırmamak, üzmemek, tepki çekmemek gibi kaygılarla cevap haklarımızdan biri olan “Hayır”ı kullanmaktan genellikle imtina ediyoruz. Bu yüzden de istemediğimiz, onaylamadığımız durumlara bile bazen “Evet” diyoruz. Bu durumun üzerimizde ne denli büyük bir baskı yarattığını, ruhumuzu kocaman bir cendereye sıkıştırdığını hiç düşündünüz mü?

EVET Mİ HAYIR MI?

“Evet mi hayır mı?” İşte insanoğlunun en büyük ikilemi! Biraz düşündüğünüzde fark edeceksiniz ki hayatımızın büyük bir bölümünde “Evet”, bu yarışı kazanmıştır. Çünkü “Hayır”ın olumsuz görünen gücü, size fevri tarafınıza teslim olmamanızı, uyumlu davranmanızı söylemiştir. Kendimden örnek verecek olursam, uzun yıllar boyunca sürekli bir stres, bitkinlik, kızgınlık ve suçluluk içinde yaşadım. Bunun özel bir sebebi çoğu zaman yoktu. Peki öyleyse neden mi? Çünkü “Hayır” demeyi bilmiyordum. Kendimi sık sık gücenmiş ve hüsrana uğramış hissediyor ama gerçekte herkese ve her şeye “Evet” diyerek kendimi aynı kısır döngünün içinde tutuyordum. “Hayır” demeyi öğrendiğim gün hayatım tamamen değişmeye başladı. Önceliği kendime vermeye, kendi isteklerimi, kendi seçimlerimi ön plana koymaya başlamıştım ve zaman geçtikçe bunun beni ne kadar özgürleştirdiğini sonradan fark edecektim. Şimdi bunu ben nasıl başarabildim, siz nasıl başarabilirsiniz ona bir bakalım...

SINIRLARIMIZI KORUMAK

Farkında mısınız? Hep başkalarına öncelik vermek, ne pahasına olursa olsun fırsatları asla geri çevirmemek veya kimseyi hayal kırıklığına uğratmamak için didinip duruyoruz. Sosyalleşmeyi bile eğlenmekten ziyade bu tür amaçlar için yapıyoruz. Ve böylece üstlenmemiz gerekmeyen işleri de üstleniyoruz aslında. Birini hayal kırıklığına uğratma korkusuyla katılmak istemediğimiz etkinliklere katılıyoruz. Almak istemediğimiz, özünde bizim kimliğimizi temsil etmeyen şeyleri satın alıyor veya giyiyoruz. Hep bir uyum sağlama, başkalarını memnun etme, kabul görme peşindeyiz. Oysaki her birimiz kendi hayat yolculuğunda yol alan özgür bireyleriz. Özümüzde hepimiz aslında yalnızca kendimizden sorumluyken, sizce bu bireyselliğimizi koruyacak sınırlarımızı başkalarına karşı yeterince net bir biçimde ortaya koymayı başarabiliyor muyuz? Yoksa sevilen kişi olmak, takdir edilmek, beğenilmek ve seçilmek gibi kaygılarla kendi özümüzü bir kenara atıp, “Hayır” demek yerine “Evet” diyerek istemediğimiz sorumluluk ve yükleri mi yüklüyoruz omuzlarımıza? Kim bilir kaç defa bize hiç mantıklı gelmeyen bir teklife “Evet” dedik, ya da içsel olarak reddettiğimiz bir tutuma katlandık. Bunun tek sebebi yeri geldiğinde “Hayır” diyememek ve sınır koyamamaktır. İstedikten sonra bunu başarabilir ve tercih etmediğimiz her durumdan özgürleşebiliriz. Bunu başarmamız mümkündür.

‘HAYIR’ DEMEYİ ÖĞRENMEK

Yazının Devamını Oku

Olumsuz duygu ve düşüncelerden arınma yöntemleri

24 Nisan 2023
Değerli okurlar, öncelikle hepinizin geçmiş Ramazan Bayramı’nı içtenlikle kutluyor, nice bayramları sevdiklerinizle beraber, sağlık, huzur ve afiyetle tekrar yaşamanızı diliyorum.

Bu bayram hepimizin birçok yeni ailesi vardı. 6 Şubat’taki deprem felaketinde sevdiklerini yitiren, evlerini, yuvalarını kaybeden vatandaşlarımızın yaralarını biraz olsun hafifletmek için onları sarıp sarmalamaya, özellikle çocuklarımıza biraz olsun acılarını ve travmalarını unutturmaya çalıştık. Herkesin bu noktada büyük bir sağduyu ve istekle payına düşeni yaptığına yürekten inanıyorum. Bu denli büyük felaketler yaşamadan da her zaman bir ve bütün olmalıyız. Biz bunu başaracak kadar maneviyatı yüksek, sağduyusu engin bir milletiz. Biz biliriz ki hayat paylaştıkça güzel. Sevinci de acıyı da yası da kutlamayı da...

DUYGU VE DÜŞÜNCELERİMİZİ DÖNÜŞTÜRMEK

Yaşam bazen öyle olaylar, öyle deneyimler ve konular getirir ki önümüze, dönüştürmemiz gereken bakış açılarımızı, değiştirmemiz gereken düşünce kalıplarımızı ve artık iyiliğimize hizmet etmeyen tutumlarımızı net bir şekilde bize gösterir. Evrenin ‘denge’ ve ‘uyum’ sistemi inanılmazdır. Zamanlaması ise her daim mükemmeldir. Farkında olmalıyız ki yaşadığımız her olaydan, maruz kaldığımız her durumdan alacağımız bir ders mutlaka vardır. Olumlu veya olumsuz olması hiç önemli değildir. Bu dersler ceza değildir, gelişmemiz için yaşamamız gereken deneyimler bütünüdür. Edindiğimiz deneyimler, zaman içerisinde yaşamımızın geri kalanını şekillendirmekte bize ışık tutan en önemli rehberlerimizdir. Evren, her durumu mükemmel bir şekilde hizalayarak bize sunar. Bu hizalamada nerede ve nasıl duracağımızı, hedefimizin ne olduğunu belirlemek ise bizim seçimimizdir. Seçtiğimiz yöntemler ve yollar da bizi yeni yeni deneyimlere taşır ve hayat bu şekilde akar durur. Kaygı ve endişeye odaklanırsak, bize bu olumsuz duyguları yaşatmış, geçmiş olaylara saplanıp kalırsak, bu olumsuz duygular olumsuz düşüncelere evrilir, düşünceler de bir süre sonra zihnimizi ele geçirirler. Karamsar, hayata karşı güvensiz ve isteksiz hale geliriz. Bilinçaltımıza bir sebeple yerleşmiş ama farkında olmadığımız korkularımız tetiklenir ve buldukları en küçük aralıktan bilincimize doğru sızarlar. Sonra yüzeye çıkarak tüm psikolojimizi ve ruh durumumuzu negatif etkilerler. Oysa kaygı, endişe, şüphe, çaresizlik, değersizlik gibi bizi aşağı çeken tüm duygulardan ve düşünce kalıplarımızdan kurtulmak mümkündür. Nasıl mı? Olumlamalar yaparak, meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri gibi teknikleri uygulayarak. Bu saydığım teknikler hem zihnimizi nötralize etmek, bize yük olan olumsuz bilinçaltı kayıtlardan kurtulmak hem de bedenimizi rahatlatmak için çok etkili birer yöntemdir.




Yazının Devamını Oku