Serenad Altan

Zaman zaman içinde ‘an’lar zaman içinde

1 Ekim 2023
Değerli okurlar... Bugün 1 Ekim... ‘Ne ara geldin bilmem ama hoş geldin!’ diyesim var. Eylül ile sonbaharın gelişini kutladığımız yazımı yazalı daha dün gibi gelirken ekim ayına girdik.

Hızla giden zamanı durdurmak mümkün olmasa da zamansız yerlerde, zamansız mekânlarda bulunarak, zamansız şarkıları dinleyerek biraz olsun yavaşlayabilir ve yaşamın içinde soluklanabiliriz. Bence hepimiz bunu hak ediyoruz. Bana göre zamansız insanlar da var. Ben bu kişilere ‘yaşsız’ diyorum. Geçmişin anılarıyla geleceğin umutlarını birleştirip, böylelikle kaygı ve endişe geliştirmeyen ve ‘an’da kalabilme başarısını gösteren nadir ve özel kişiler bunlar. Bu pazar böyle bir yazı olsun istedim. Yazımı okuyan herkes, hayat karmaşasından biraz olsun sıyrılacak, nefeslenecek ve ‘an’ın tadını çıkaracak zaman yaratsın kendine, arzusuyla yazıyorum bu satırları.

‘AN’IN KIYMETİNİ BİLMEK

‘An’ın kıymetini bilmek, mevcut olmanın ve tam anlamıyla şu an ile meşgul olmanın önemini vurgulayan bir felsefedir. Her zaman geleceğe bakmak veya geçmişe takılıp kalmak yerine, şimdiki anın güzelliğini ve değerini fark etmek ve onun tadını çıkarmakla ilgilidir. ‘An’ı beslemenin bir yolu, dikkatinizi şimdiki ‘an’a odaklamayı içeren farkındalık pratiği yapmaktır. Tamamen objektif bir bakış açısıyla ve yargılamadan. Bu, daha önceki farklı yazılarımda da hep altını çizdiğim üzere, meditasyon, yoga veya sadece birkaç derin nefes alıp vererek yapılabilir. ‘An’ı değerlendirmenin bir başka yolu da sevdiklerinizle vakit geçirmek, bir şeylerin peşinde koşmak gibi size neşe ve doyum getiren faaliyetlerle meşgul olmaktır. Sanatsal faaliyetler, hobiler veya kişisel bakım için zaman ayırmak gibi. Doğanın güzelliği, havanın taze kokusu, lezzetli bir yemek ya da yolda yürürken bir yabancının nazik bir hareketi gibi, hayattaki küçük şeyleri takdir etmeye zaman ayırmak da çok önemlidir. Sonuçta, ‘an’ın kıymetini bilmek, karşınızdakine şükran ve takdir zihniyetini geliştirmekle ilgilidir. ‘Sunmak’ fiili bu noktada çok değerli hale gelir. Bize ‘sunulan’ güzel ‘an’lar için teşekkürlerimizi ‘sunmak’ gibi... Bu, şu ‘an’ın bir hediye olduğunun ve bundan en iyi şekilde yararlanmamız gerektiğinin farkına vardığımızın ve bundan dolayı müteşekkir olduğumuzun mührüdür.

ZAMANIN İÇİNDE ‘AN’LAR

Şimdi biraz da benim zaman kavramımda ‘an’ların ne demek olduğundan bahsetmek istiyorum sizlere. Her zaman ‘an’ın tadını çıkarmanın önemine inandım. Sonuçta el üstünde tutmamız, hatırlamamız ve yeniden yaşamamız gereken tek şey onlar. Herkesin hayatında olayların parodisinin gerçekleştiği ve zamanın nabzıyla birlikte kaybolup gittiği bir an gelir. Bu olaylar zamanla ‘an’lara, değer vermek istediğiniz ‘an’lara, yeniden yaşamak istediğiniz ‘an’lara dönüşür. Bir an bir saniye, bir an bir dakika, bir an bir ömür sürer. Evet, işte o an hakkında yazıyorum. Sizi tamamen harekete geçiren, kendisiyle bağlantılı bir dizi anıyı beraberinde getiren o tek an.
‘An’lar bizi güçlü kılar, ‘an’lar bizi zayıflatır. Birbiri ardına gelen ‘an’lar bize hayatı zirvede yaşamayı öğretir.

Yazının Devamını Oku

Müzik ile kaliteli yaşam

24 Eylül 2023
Değerli okurlar... Müziğin ve şarkı söylemenin ya da bir enstrüman çalmanın faydalarını hepimiz hayatımız boyunca en az bir kez duymuş veya okumuş, öğrenmişizdir. Bugünkü yazımda ben bu konuya biraz daha ışık tutmayı hedefledim.

Ciddi anlamda müziksever, piyano çalan ve amatör olarak şarkı listeleri oluşturan bir kişi olarak müziğin benim hayatımdaki yerinin önemi büyük. Birçok zaman da müziğin bedenen ve zihnen iyileştirici etkilerini birebir deneyimlediğimi rahatlıkla ifade edebilirim. O halde biraz da uzmanlar ve araştırmalar bu konuda neler diyor onlara göz atalım birlikte...

TAM BİR BEYİN EGZERSİZİ SAĞLAR

Müzik yapısaldır, matematikseldir ve mimaridir. Bir nota ile diğer nota arasındaki ilişkiler bütünüdür. Biz farkında olmadan, beynimizin bunu algılayıp anlaması için çok fazla hesaplama yapması gerekir. Uzmanlar beynimizin müziği nasıl duyup çalabildiğini hâlâ anlamaya çalışıyor. Örneğin stereo sistemin, havada dolaşan ve bir şekilde kulak kanalının içine giren titreşimleri yaydığı, bu titreşimlerin kulak zarını uyararak işitme siniri yoluyla beyin sapına giden bir elektrik sinyaline ilettiği ve burada müzik olarak algıladığımız şeye dönüştüğü yapılan çalışmalar ve araştırmalar sonucu elde edilmiş bir bulgudur. Araştırmalar, müzik dinlemenin kaygıyı, kan basıncını ve ağrıyı azalttığını, aynı zamanda uyku kalitesini, ruh halini, zihinsel uyanıklığı ve hafızayı iyileştirdiğini göstermiştir. Beyni müzik kadar uyaran çok az şey olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. Yaşlanma süreci boyunca beyninizi aktif tutmak istiyorsanız müzik dinlemek veya enstrüman çalmak harika bir araçtır. Tam bir beyin egzersizi sağlar. Harvard Sağlık Yazarı Andrew E. Budson bir makalesinde, üniversitede yapılan araştırma sonuçlarında müzik dinleyenlerin zihinsel sağlık açısından daha yüksek puanları olduğunu ve genel olarak insanlara kıyasla kaygı ve depresyon düzeylerinin daha düşük olduğunu ifade etmiştir. Çocukluğunda sıklıkla müziğe maruz kaldığını bildirenlerin yüzde 68’i, yeni şeyler öğrenme yeteneklerini ‘mükemmel’ veya ‘çok iyi’ olarak değerlendirirken, müzikle karşılaşmayanlarda bu oran yüzde 50’de kalmıştır. Aktif müzikle meşgul olmak, daha yüksek mutluluk oranları ve iyi bilişsel işlevlerle ilişkilidir. Erken dönemde müzikle tanışmamış ancak şu anda biraz müzik zevkiyle meşgul olan yetişkinler, ortalamanın üzerinde zihinsel sağlık puanı göstermiştir.

MÜZİĞİN ŞİFALANDIRICI ETKİLERİ

Birçok çalışma, müziğin dil üretimine getirdiği kolaylığı doğrulamaktadır. Örneğin, geçirdiği fiziksel bir travma, beyin kanaması veya felç sonucu beyninin konuşma bölümü hasar almış olan birçok hasta konuşma yeteneklerini kaybeder, ancak bazı kanıtlar, kelime telaffuzunun basit bir melodi varlığında bile geliştiğini göstermiştir. Düzenli müzik eşliğinde konuşma terapisi alan hastalarda iyileşme sürecinin, müziksiz konuşma terapisi alan hastalara oranla daha çabuk ilerlediği söylenmektedir. Otizm sendromlu çocuklarda müzik, bu çocuklarımızı insanlar arasında ortak bir iletişim ortamına teşvik ediyor gibi görünmektedir ve bu da konuşmadaki inisiyatiflerini büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu durum yukarıda bahsettiğim örnekte olduğu gibi diğer dil gelişim bozukluklarında da gözlenmiştir. Japon asıllı nörobilimci Kiminobu Sugaya ve dünyaca ünlü kemancı Ayako Yonetani, Burnett Honors College’da ‘Müzik ve Beyin’ adında bir ders veriyorlar. Bu derste müziğin, stresi, ağrıyı ve depresyon semptomlarını azaltmanın yanı sıra, bilişsel ve motor becerileri, mekânsal-zamansal öğrenmeyi ve beynin nöron üretme yeteneğini de içeren, beyin fonksiyonlarını ve insan davranışını nasıl etkilediğini araştırıyorlar. Sugaya ve Yonetani, Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkları olan kişilerin müziğe nasıl olumlu tepki verdiğini yaptıkları çalışmalarla bize anlatıyorlar. Sugaya, “Genellikle geç aşamalarda Alzheimer hastaları tepkisizdir” diyor. “Fakat en sevdikleri müziği çalan kulaklıkları taktığınızda gözleri parlıyor. Hareket etmeye ve bazen şarkı söylemeye başlarlar. Müziği kapattıktan sonra bile etkisi belki 10 dakika kadar sürüyor.”* Hatta bu durumun, ‘beynin birçok farklı bölümünün aydınlandığı’ bir MRI’da gözle görülebileceğini söylüyor.
*Kaynakça: The Magazine of the University of Central California


Yazının Devamını Oku

Ankara havası

17 Eylül 2023
Değerli okurlar...Hepinize sevdiklerinizle beraber mutlu, huzurlu ve keyifli pazarlar dileyerek satırlarıma başlamak isterim. Geçen haftaki yazımda sonbaharın gelişinden ve bize getirdiği güzelliklerden bahsetmiştim. Bugünkü yazımda ise güzel Ankara’mıza gelen sonbaharın harikulade görselliklerinden, gündüzleri içimizi hâlâ sıcacık kılan güneşinden, akşamları ise rahatça uyuyabilmemize olanak veren tatlı serin havasından, parklarının, bahçelerinin yeşilinden, toprak renklerinin tonlarından ve tüm bunların bize nasıl ilham olduğundan bahsedeceğim. Ve boş zamanlarımızda kalbimizi, zihnimizi, ruhumuzu dinlendirip mola verebileceğimiz yerler, ilçeler hakkında kısa kısa önerilerde bulunacağım. Kısacası hep beraber biraz ‘Ankara havası’ alacağız.

ANKARA’DA SONBAHAR

Ankara’nın her mevsime hemen uyumlanma ve o mevsimin rengine bürünme gibi sihirli bir özelliği vardır. Sonbaharın yavaştan da olsa etkisini göstermeye başladığı bugünlerde, başkentimizin bahçeleri, parkları, mesire ve yeşil alanları, yaprakların dönüştüğü kızıl, turuncu, sarı, yeşil, kahverengi ve daha birçok renklerin farklı tonlarıyla bizlere adeta görsel bir şölen sunuyor. Eymir Gölü’nde sabah yürüyüşüne giderseniz mutlaka üzerinize kalın bir giyecek alın. Sabah havasının taze kokusuyla birleşen serinlik, yürüyüş yaparken ayaklarınızın altında çıtırdayarak ezilen dökülmüş yapraklar “İşte sonbahar geldi” diye kulağınıza fısıldıyor. Büfelerden birinde mola verip, sıcak bir çay veya ıhlamur içmek de harika gelecektir emin olun ki! Sonra gücünüz yettiğince yürüyüşünüze devam... Seğmenler Parkı’nda da durum farklı olmayacaktır. Orada ayrıca evcil dostlarımızın bolluğu ile daha çok gülümseten vakit geçirebilir, yanınıza aldığınız ev yapımı sandviçinizi keyifle yerken bu sıralar favori olan kitabınızı okuyabilir ve sonbaharın serin kokusunu derin derin içinize çekebilirsiniz.

SONBAHARIN ADRESİ ANKARA KALESİ

“Neden Ankara Kalesi?” diye soracaksınız, biliyorum. ‘Çünkü, sonbaharda Kale’den Ankara’yı seyretmenin farklı bir büyüsü var’ diyeceğim ben de. Gökyüzü puslu dahi olsa Kale’den şehre baktığınızda her şey bemberrak. Bir yandan avludan gelen çalgı sesleri, bir yandan Kale’deki lokanta ve kafelerin muazzam lezzetleri, sizi sonbaharın hüznünden çekip alıp, dünyanın en mutlu insanı haline getiriyor. Bazen yanınıza gelen müzisyenler istek şarkınızı bile çalıyorlar. Hemen söyleyeyim repertuvarları çok geniş. O yüzden geri çevirmeyin ve sevdiğiniz bir şarkıyı söylemelerine izin verip keyifle dinleyin derim. Ankara Kalesi’nde 20’den fazla kule olduğu söyleniyor. Tamamını görmedim çünkü alan, gözle görebileceğimden çok geniş. Ankara Valiliği’nin resmi web sayfasında yer alan bilgilerden öğrendiğime göre, Dış Kale Ankara’yı bir yürek şeklinde çeviriyormuş ve dört katlı olan İç Kale de kısmen Ankara taşından kısmen de toplama taşlardan yapılmış. İç Kale’nin iki büyük kapısından birisi Dış Kapı diğeri ise Hisar Kapısı adını alıyormuş. Günümüzde halen surları ve kuleleri ortasında yani bağrında Osmanlı zamanından kalma birçok ev bulunan Kale’yi siz de ilk fırsatta ziyaret ederek Kale’nin sonbahardaki büyülü manzarasını kaçırmayın. Ben Ankara’ya ilk geldiğim yıllardan itibaren tarihi dokuya ve tarihi yapılara olan özel ilgim ve merakım sebebiyle Ankara Kalesi’ne neredeyse her hafta koşa koşa giderdim. Sonra Opera Meydanı’nda bulunan bir kurumda geçici görevde iken gün aşırı Kale’ye çıkıp kuş bakışı şehri seyretmek, Kale surlarının iç kısmında yer alan dükkânları gezmek, buralardan alışveriş yapmak, mesai saatlerim el verdiğinde Resim Heykel Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gidip saatlerce orada bulunan tarihi eserleri seyre dalmak benim vazgeçilmez bir rutinim haline gelmişti. Şimdi Çayyolu tarafında oturuyor olsam da Ankara Kalesi ve çevresini çok özlüyor ve fırsat buldukça gidip en azından ince belli bardakta çayımı içerken, tarihi, yine iliklerime kadar hissedip mutlu oluyorum. Bu vesileyle, başkentimizin simgesi haline gelmiş Ankara Kalesi’nin bu kadar iyi korunuyor olması ve değerinin bilinmesinde, ayrıca sokak sağlıklaştırmaları, renovasyonlar gibi yenilikçi yatırımlarda çok büyük katkıları olan Ankara Kent Konseyi’nin tüm yetkililerine ve özellikle Ankara Kent Konseyi Kale Meclisi Başkanı 21. Dönem Milletvekili Sayın Şevket Bülend Yahnici’ye de bir Ankara sevdalısı vatandaş olarak teşekkürlerimi iletiyorum.

GORDİON ANTİK KENTİ

Yazının Devamını Oku

Sonbahar motivasyonu

10 Eylül 2023
Değerli okurlar... Yazıma başlamadan önce tüm yüreğimle alkışlayarak ve keyiften dört köşe olmuş vaziyette, Avrupa Şampiyonu olarak yurda dönen A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızı ve takımın her oyuncusunu ayrı ayrı kutluyor, bize bu haklı gururu yaşattıkları için bir vatandaş olarak kendi adıma teşekkür ediyorum. Emek emek ördükleri bu başarı hikâyesi nesiller boyu anlatılacaktır, bundan zerre şüphem yok. Ayrıca büyüdüğüm eşsiz şehir İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, hepimize kutlu mutlu olsun.

Bu pazar ki yazımda, sizlerle birlikte eylül ayının ve dolayısıyla sonbaharın gelişini kutlayacağız. ‘Kutlayacağız’ diyorum çünkü ‘hüzün zamanı’ olarak hafızalarımıza kodlanan sonbaharın bize hediye olarak getirdiği ve fakat bu kodlanmışlık yüzünden fark edemediğimiz bir sürü fiziksel ve ruhsal olumlu etkileri var. Okudukça hissedeceksiniz, hissettikçe sonbaharın bir ‘bitiş arifesi’ değil, bir ‘başlangıcın eşiği’ olduğuna ikna olacaksınız. Eminim!

SONBAHARDA DEĞİŞİMİ KUCAKLAMAK

Değişim, sonbahar sezonunun belirleyici özelliklerinden biridir. Sıcaklıklar düşer, güneş puslanır, yapraklar renk değiştirir ve günler giderek kısalır. Aslında eğer ki tercih edersek, sonbaharı hüzün mevsimi yerine, günlük yaşamımızdaki ve ilişkilerimizdeki tutumumuzu yeniden düşünmek ve ele almak için olağanüstü elverişli bir zaman olarak değerlendirebiliriz. Sonbahardaki değişim rüzgârıyla, geçmişteki olumsuz deneyimleri bir kenara koyabilir ve yeni bakış açıları geliştirebiliriz. Araştırmalar, geçici dönüm noktalarını deneyimlemenin, hedeflere ulaşma motivasyonunu arttırabildiğini gösteriyor. Toplumsal olarak ‘okula geri dönmeye şartlandırıldığımız’ bir mevsim olan sonbaharda, aynı motivasyonu şimdiki zamana yani yetişkinlikteki kariyerlerimize yönlendirebiliriz. Küçük çocuklar iken nasıl sonbaharın yeni insanlar, yeni yerler ve yeni fırsatlarla dolu olduğunu öğrenip deneyimlediysek, bu bilinci yetişkin halimize projekte edebilir ve yeni aktivitelere, yeni hedeflere yönelmenin heyecanını yaşayabiliriz. Kısacası eğer ki sonbahardaki güzellikleri ve yeniliklere açılan kapıları görmeye gönüllü olursak sonbahar, tıpkı bir doğum günü ya da yeni yıl gibi hayatımıza girebilir. Yeni çalışma zamanına veya öğrenciler için yeni okul dönemine tam performansla hazır olmak ve sezonun nimetlerinden keyif almak için bu mevsim aslında kendimizi daha motive hissetmemizi sağlar. Uzmanlar, kış mevsimi yaklaşırken sonbaharın dayanıklılığımızı ve duygusal sağlığımızı güçlendirmek için çok uygun bir zaman olduğunu söylüyor. Bu sezon doğada vakit geçirmeyi, hedeflerinizi belirlemeyi ve en sevdiğiniz hobilerinize öncelik vermeyi deneyin. Göreceksiniz ki sonbahar size hüzün veya depresif bir mod yerine, aktif hissettiğiniz, yeniliklere kucak açtığınız ve kendinizi yeni olasılıklara hazır hissettiğiniz mükemmel bir motivasyon verecektir.

SONBAHARIN ‘TON’LARCA RENGİ

Sonbahar, çeşit çeşit renklerle dolu bir mevsimdir. Çevremizdeki tüm manzara, yaz renklerinden başlayarak, sonbaharda görülen çok daha güçlü, daha cesur tonlara ve özellikle toprak tonlarına doğru geçiş yapar. Doğada meydana gelen bu görsel açıdan dramatik değişiklik çok teşvik edici ve ilham vericidir çoğu zaman. Yaprakların renklerini değiştirmesi, edebiyatta ve sanatın birçok dalında da sıkça atıfta bulunulan ve hatta şiirlere, şarkılara konu olan bir durumdur. Her rengin hem olumsuz hem de olumlu yönleri vardır, ancak genel olarak yılın bu zamanı ile ilişkilendirdiğimiz renklerin, psikoloji ve motivasyonumuz üzerindeki etkileri son derece iyidir. Sonbahar; sıcaklık, zenginlik, rahatlık ve sakinlik duygularını beraberinde getirir ve stresten kurtulmak için en uygun mevsimdir. Sonbaharda yürüyüş yapmak kadar basit bir şey bile kendinizi yeniden topraklanmış hissetmenizi sağlayabilir. İç mekânlarda veya daha doğal ortamlardan uzakta çok fazla zaman geçirenler için, özellikle sonbahar mevsiminde doğada vakit geçirmek, iyileşmenize ve modern yaşamın baskılarıyla başa çıkmanıza gerçekten yardımcı olacaktır. Hypnotherapy News Yazarı Viv Kenchington’ın sonbahar renkleri ile ilgili çok isabetli bulduğum tespitlerini aşağıda sizlerle paylaşmak isterim:

Yazının Devamını Oku

Tuba Türkcan ile şifa veren yoga sohbeti

3 Eylül 2023
Değerli okurlar... Bu hafta köşemde, kadim dostum, yoga arkadaşım ve eğitmenim, sevgili Tuba Türkcan’la yaptığım sohbeti paylaşacağım sizlerle.

Biliyorum ki araştırmacı, sorgulayan ve analiz eden tarafıyla harmanlandığı değerli bilgileriyle hepimize hem yoga bilimine hem de spiritüel yolculuğa dair önemli farkındalıklar kazandıracak. Hazırsanız başlıyoruz!

Sevgili Tuba, değerli arkadaşım, öncelikle varlığın için çok teşekkür ederim. Birlikte ruhumuzun en derinlerine beraber indiğimiz spiritüel yoldaşım, okurlarımıza önce biraz kendinden bahsedip, sonra da yoga ile ilk temasın nasıl ve nerede başladı bunu anlatır mısın?

Serenadcığım, sen de benim iç dünyama hoş geldin diyeyim başlarken, ne iyi ettin. Ben Tuba Türkcan. Ankara’da doğmuşum. Ankara Koleji ve ODTÜ mezunuyum. Çocukluğumdan beri felsefeler, dinler, inançlar, kadim bilgiler yani manevi dünyaya ait inanılmaz bir açlığım vardı. Hayata dair, insana ait, varoluşla ilgili bir sürü sorum olduğu için sürekli okumaya başladım. Yaşım yediydi çok iyi hatırlıyorum. İlmihaller, dini metinler, tasavvuf kitapları, felsefe kitapları, yeni çağ bilgileri, kanallık bilgileri, kadim uygarlıklara ait kitaplar, simya, arada bilim kurgu kitapları... Aklına ne gelirse okuyordum. Kitaplar arasında rahat olduğumu hatırlıyorum çünkü yalnızlığı seviyordum. Sessiz, uslu bir çocuk görüntüsü içerisinde zihniyle başa çıkamayan, anksiyeteli biri vardı aslında. “Zihnime ne oluyor?” sorusunun cevabını arıyordum. 16 yaşımda bir psikiyatristle çalışmaya başladım ve obsesif kompulsif bozukluğum olduğu ortaya çıktı ki, şimdi bazı ekoller ‘bozukluk’ da demiyor ‘rahatsızlık’ diyor. Bu sendromda kafanı toparlayamıyorsun ve beynin sürekli tehdit altında hissediyor ve sana oyun oynuyor. Beynin yapısı ve hormonları ile ilgili bir tuhaflık. Bu tanı birçok şeyi açıkladı benim için, ama konu beynin yapısı ile ilgili olduğu için hayatımı yönetiyordu. Yani ilacını al ve arkana yaslan gibi bir durum değil, oldukça uğraşı gerektiriyor ve destek terapi yöntemleri arıyor insan. Bu arayışta yoga felsefesiyle tanıştım. Yolculuğum bu şekilde başladı. Çok da iyi oldu, o zamandan beri bana yarenlik ediyor. Sadece yoga ile sınırlı değil tabi çalışmalarım, ama yoga öğrenerek ve bildiklerimi paylaşarak o aradığım ve ihtiyacım olan dengeyi daha rahat buldum, buluyorum. İlk ‘Yoga Uluslararası Sertifika’mı 2009 yılında Pınar Enginsu’dan aldım. Harika bir eğitim ve deneyimdi. Sonra da uluslararası birçok eğitim aldım ve süreç böyle devam etti. Bugün hâlâ eğitimler alıyorum ve bundan inanılmaz haz duyuyorum. Ben hep öğrenci olabilirim. Canım arkadaşım Ebru Kalaycı ile Ankara Yoga adında bir yoga stüdyomuz vardı. Bu 8 yıllık dönem benim için çok özeldir. Pandemi öncesi kapattık stüdyomuzu. Şimdi derslerimi online sürdürüyorum. Bilgilerimi öğrencilerimle paylaşırken de hem bilgiyi kendimde pekiştirip hem de faydalı olduğumu hissediyorum. Ders zamanları benim için tam bir meditasyon ve yaratım zamanı oluyor. Çok tatlı bir grup olduk. Onlar benim “sangha”m yani bu yolda beraber yürüdüklerim.

Tuba Türkcan-Serenad Altan

AMACIM STRES DÜŞÜRÜCÜ TEKNİKLERİ SUNMAK

Harika deneyimler bunlar! Ve seni başarın için takdir ediyorum. Yoganın faydalarından ve sistematik olarak pratik edildiğinde kişinin ruh-beden sağlığına etkilerinden bahseder misin okurlarımıza?

Yazının Devamını Oku

Her şey hepimiz için

27 Ağustos 2023
Değerli okurlar... Öncelikle hepinize ferah, keyifli ve sevdiklerinizle özgürce vakit geçirebileceğiniz güzel bir pazar diliyorum. Evleriniz neşeyle çınlasın!

Bu hafta sizlere, her deneyimin insanlar için olduğunun altını çizen bir yazı kaleme almak istedim. “Her şey bizim için” sözü genelde olumsuz durumlar yaşayan kişilere, yaşadığı olumsuz durumu tek yaşayanın kendisi olmadığını hatırlatmak ve moral vermek için kullanılır. Elbette bu doğrudur. Yaşam boyu hepimizin başına iyi veya kötü bir sürü olay gelebilir. Ancak ben bugünkü yazımda bardağın biraz da dolu tarafından, yani sadece negatif değil, pozitif deneyimlerin de biz insanlar için olduğundan bahsedeceğim. Zira hayat olumsuz deneyimlerden ibaret değil ve acilen bunun farkına varmak gerek. Hazırsanız başlıyorum...

SİZDEN BİR TANE DAHA VAR MI?

İlk şükür sebebimiz “tek ve biricik” olmamız olsun. Bu, kendimizin değerini kavramak ve öz değer bilincimizi geliştirmek için adeta bir ön kabul. Bir o kadar da tartışılmaz bir gerçek. Ey bu satırları okumakta olan kıymetli okurum! Sizden bir tane daha var mı? Cevabı vermiş olduğunuzu ve en azından tam da şu an tek ve biricik olduğunuzun farkına vardığınızı varsayıyorum. Her sabah kalktığımızda sadece var oluş deneyimimiz için şükredebilmek ne büyük bir lütuftur. Güne bu pozitif enerjiyle başlayın ve gün içinde karşılaşacağınız irili ufaklı, bazen de hayatınızı değiştirecek boyuttaki mucizeleri seyredin, seyretmekle kalmayıp teşekkür de edin. Demek ki neymiş, salt var olmamız bile en başlıca olumlu deneyimlerin başında geliyormuş. Gelelim “her şey hepimiz için” kalıbı “başka ne gibi olumlu tecrübe ve edinimler kazandırabilir bize?” kısmına. Sevmek mesela. Haydi biraz da sevgiden söz edelim.

SEVGİ EN GÜÇLÜ ENERJİDİR

Sevmek, sevebilmek ve bunu koşulsuzca yapabilmek, yaşanabilecek en güzel deneyimlerin başında yer alıyor. Başka bir insanı sevmek, aileyi sevmek, evladı sevmek, arkadaşlarını sevmek, işini sevmek, denizi sevmek, doğayı sevmek, diğer canlıları sevmek, müzik dinlemeyi sevmek, vs vs. bu liste böyle uzar gider... Bunlardan en azından bir tanesini deneyimlememiş olamazsınız çünkü bu imkânsız. “Hiç bir şey imkânsız değildir” diyen okurlarıma diyorum ki “sadece ve sadece sevgiyi ufacık dahi olsa deneyimlememiş olmak imkânsızdır.” Sevgiye dair bir anınız, içtenlikle koşulsuzca sevdiğiniz bir canlı mutlaka vardır. Aileden yana şanslı olamadınız diyelim, aşık oldunuz ama! Yaşam içinde yol aldıkça sevdiklerimiz tarafından ihanete uğrayabiliriz, kırgın kalabiliriz ama bu sadece güven duygusunu zedeler. Biz izin vermedikçe nefrete dönüşmez. Ki, nefret de sevginin yakıcı ve yıkıcı halidir. Güven duygunuz zedelendiyse bile yine de diyorum ki “sevmişsiniz” yani “sevgiyi tattınız” demektir. Umursamadığınız ya da sevmediğiniz kimsenin yaptığı bir hata sizi üzmez, kırmaz veya etkilemez bile. Biz sevgiye odaklanırsak, onun varlığını yakıcı duygularımızın peşine düşerek unutmazsak, hem kendimize yapabileceğimiz en büyük iyiliklerden birini yapmış oluruz, hem de hatayı yapana da hatasının farkına varma şansını veririz. Karşınızdaki de sizin kadar farkındalıkla yaklaşırsa konuya özrünü diler, size de affetmek düşecektir. Zorunda değilsiniz, ama hep ne diyoruz “affetmek özgürleştirir.” Her şeyin başı sevgiyse eğer, bu uğurda gurur gailesine düşülmemelidir. Şimdi size en güçlü sevgi duygusunu tattıran kişiye odaklanın ve o sizi sıcacık ısıtan sevgi duygusunun içinde kalın. Ve bu deneyim için şükredin. Sevgi en güçlü enerjidir, en etkili şifa yöntemidir. Bunların yanında en etkin iletişim aracıdır. Sevgiyle kurulan her iletişim otomatikman içinde saygı da teşekkür de içtenlik de barındırır. “Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır”, aslında bunu anlatmak isteyen bir atasözüdür diye düşünmüşümdür hep. Sahte tatlı dillerden bahsetmiyorum. İçten ve sevgiyle kurulan cümlelerden bahsediyorum zira bu tür cümlelerin sonu daima güzel bağlanır. Sevelim. Biz koşulsuz seversek sevdiğimizin kat be katı sevileceğimizden şüpheniz olmasın.

BAŞARI DA BİZİM İÇİN

Yazının Devamını Oku

Şifaya giden yol

20 Ağustos 2023
Değerli Hürriyet okurları... Bu haftaki konumuz, birçoğunuzun belki sadece duyduğu ve üzerine çok bilgi sahibi olmadığı bir şifa yöntemi olan “tamamlayıcı tıp...” Ve konuğumuz ise şahsen de tanıdığım, uzmanlık alanındaki başarılarını yakından takip ettiğim Beyin ve Sinir Cerrahı Op. Dr. Oktay Melih İzdeş...

Şifaya giden yolda, “tamamlayıcı tıp” konusunda tüm merak edilenleri Op. Dr. Oktay Melih İzdeş’e sordum.

* Merhabalar Melih hocam... Öncelikle kendinizi biraz tanıtır mısınız?

Burdur doğumluyum. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1990 yılında mezun olup, 1992-1999 yıllarında Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanlığını tamamladım. Sami Ulus Çocuk Hastanesi, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi’nde Uzman Beyin ve Sinir Cerrahı olarak çalıştım. Tamamlayıcı tıp konusuna aynı şekilde 1997 yılında ilk adımımı attım. Ozon terapi, hacamat (kupa terapi), akupunktur, nöralterapi, mezoterapi, proloterapi, PRP-CGF, hipnoz, NLP, enerji tıbbı (biyoenerji, reiki, kozmik enerji, theta healing ve benzeri sistemler), viseral manuel terapi ve müzik terapisi alanlarında uzmanlık alarak uygulamalarımı bütünsel hale getirdim. Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi’nde 2018 yılında Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (GETAT) Ünitesi’nin kurucusu olarak bu alanda hizmet başlattım. Tamamlayıcı tıp ünitesini çalıştırırken, aynı zamanda ameliyatlara ve tüm uygulamalara uzmanlığımı ekleyerek devam ettim. Özellikle son 10 yılda, tıbbın sadece ilaç tedavisi gibi uygulamalarla değil daha bütünsel olduğunun farkına vardım. Çalışmalarıma bütünsel anlamda birçok bilgi, teknik ve uygulamayı eklemeye karar verdim.

Oktay Melih İzdeş-Serenad Altan

* Beyin ve Sinir Cerrahı bir tıp doktoru iken tamamlayıcı ve geleneksel tıp yöntemleri ile yolunuz nasıl kesişti? Konuyu biraz daha açar mısınız?

Tabii. Yıllarca klasik tıp içerisinde bulunurken, bazı konularda bu yaklaşımın yeterli gelmediğini ve hastalara daha bütünsel yaklaşmanın çok daha doğru olduğunun farkına vardım. Bir beyin cerrahı olarak hastalarımın en önemli şikâyetinin ağrı olduğunu bildiğim için, ağrı yönetimi açısından yeni arayışlar içerisine girdim. Araştırmalarım sonucunda akupunktur, nöral terapi ve ozon tedavisinin daha bütünsel açıdan ağrı yönetimine faydaları olduğunu keşfettim. Bunların eğitimini almaya başladım. Zaten yıllardır enerji tıbbıyla aktif olarak ilgilenmekteydim. 2018 yılında kurucusu olduğum GETAT ünitesinde bu öğrendiğim yeni bilgiler ile klasik tıp uygulamalarını kombine ederek oldukça güzel sonuçlar almaya başladım. Şu an kendi özel kliniğimde bu uygulamaları geliştirerek ve güncel bilgilerle hizmet vermeye devam ediyorum.

 

Yazının Devamını Oku

Aile her şeydir

13 Ağustos 2023
Değerli okurlar... Bu haftadan itibaren sizlerle Hürriyet Ankara ve hurriyet.com.tr’de pazar günleri buluşuyor olacağız. Benim küçük yaşlardan itibaren önemini kavramasam da sezdiğim, “aile” kavramından bahsedeceğim sizlere bu haftaki yazımda.

Öğretilmiş olan bilgilerden ziyade, kendi yaşanmışlıklarımdan hareketle biraz kendi yaşantımdaki aile olgusundan, biraz da değişen çağ ile birlikte evrilen aile dinamiklerine rağmen ailenin kutsiyetinden konuşacağız. Keyifli okumalar diliyorum hepinize.

BİR TOPLUMUN YAPI TAŞI AİLEDİR

Aile, bir toplumun en küçük ve çekirdek topluluğudur. Hepimiz ilkokul çağlarından beri bunu ezbere biliriz. Ama önemini ne derece kavradığımız, aileyle olan bağlarımız, her birimize özeldir. Çünkü hepimizin aile dinamikleri, bakış açısı, yetiştirilme tarzı farklıdır. Aynı şekilde hepimizin anne-baba ve varsa kardeş figürlerinin huyu suyu, bu yakınlarla olan yakınlık derecesi de farklıdır ve şahsa özgüdür. Ama gerçek olan bir şey vardır ki; doğduğumuz ilk andan itibaren bizi sarıp sarmalayan aile sıcaklığı, paha biçilmez bir hazinedir. Herkesin öyküsü bu kadar şanslı olamayabiliyor. Doğumundan sonra sokağa terk edilen, evlatlık verilen veya yetiştirme yurduna bırakılan binlerce çocuk var dünyada. Ama biliyor musunuz ki, ön yargıyı kırmayı bir kez başardıktan sonra bu çocuklar da çok sağlam temellere dayanan aileler kurabiliyor ve harika ebeveynler olabiliyor. İnanmak, istemek, geçmişte takılı kalmamak, öfkeyi değil sevgiyi seçmek önemli burada. Aile, sığınaktır. Aile, mabettir. Özellikle yaş alıp olgunlaştıkça, hele bir de ebeveyn olduktan sonra ailenin önemini daha çok anlıyor insan. O yüzden yazımı okuyan herkes lütfen bu kısmı bir daha okusun ve sahip olduklarının kıymetini bilsin. Yaşayan ebeveynlerinin elini öpsün, sevgilerini, saygılarını sunsun. Küçüklerine sevgisini göstermekten imtina etmesin. Sevgiyle yoğrularak büyüyen her çocuk geleceğin en aklı başında ve en sağlıklı birer bireyidir. Bunu hiç ama hiç unutmayalım...

BENİM AİLE YAPIMDAN KESİTLER

Ben Balıkesir doğumlu; anne tarafından Balıkesirli, öz baba tarafından Adanalı, öz baba yerine koyduğum beni yetiştiren baba tarafından da Polatlı-Ankaralı olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Öz babamla annem ben henüz 30 aylıkken ayrılmışlar ve her ikisi de sonradan tekrar evlenmişler. Öz baba yokluğunu hiç hissetmediğimi düşündüm bundan 3 yıl öncesine kadar. Taa ki gündelik hezeyanlardan sebep bir psikologdan yardım almaya gidinceye dek... Psikolog beyefendiden öğrendim ve tabii bununla da kalmayıp etraflıca araştırdım ki; “Bilinçaltı 18 aydan itibaren tüm bu ayrılık acılarını kaydeder ve yıllar boyu da saklarmış.” Bilmez idim. Zira beni büyüten, yetiştiren ve asıl sevgi ve beni yetiştirme emekçisi olan babam, bana hiç öz babamın yokluğunu hissettirmediği gibi, aile içinde de öz babama yönelik kötü bir söz hiç duymamıştım. Öz babam ile de yılda birkaç kez bir araya gelirdim. E o halde neden baba kaynaklı bir travmam olsundu ki? Ama işler öyle yürümüyormuş. Öz babanın erken çocukluktaki gidişini bilinçaltı “terk edilme” olarak işaretliyor, yaş aldıkça da bu duygu “terk edilme” veya “yalnız kalma” korkusuna dönüşüyormuş. Hayatımda hep özel ilişkilerimde ve arkadaşlıklarımda, karşı taraftan biraz soğukluk veya ilgisizlik gördüğümde, benim önce davranıp terk edişlerim bundan sebepmiş. “Bir daha terk edilme acısı yaşamamak için sen terk et” diyormuş bilinçaltım bana. Ben de otomatik olarak konuyu o tarafa çeviriyor, gereğini yapıyormuşum. Bu döngü hep tekrarlanmalı mı? Elbette hayır. Bu farkındalığa ulaştığınızda yani bunun çok eskiden bilinçaltına kazınmış bir travma olduğunu anladığınızda, bu döngüyü kırmak ve bu korkulardan özgürleşmek mümkün. Ben durumun farkına vardığımda günlerce, gecelerce hem annemi hem babamı affetme çalışmaları yaptım. Meditasyonlar, bilinçaltı temizlikleri, terapiler... Yazdım, yırttım, sonra yazdıklarımı yaktım, yastık yumrukladım. Öfkemi boşalttım. Sonra hepsine teker teker teşekkür ettim. Bana kattıkları, benim ben olmamı sağlayacak deneyimleri bana yaşattıkları için. Tüm bunları sevgiye dayanarak yaptığınızda ve ilahi akışa güvendiğinizde her şey kolaylıkla çözülüyor. Benzer hikâyelere sahip olanlarınız varsa, geçmiş travmalardan bağımsız hale gelmenin mümkün olduğunu bilsin. Nasıl kısmını herkesin bireysel hikâyesi eşliğinde birebir seanslarda konuşmak daha doğru ve etik olur.

AİLE GİBİ DOSTLAR DA VAR

Yazının Devamını Oku