Serenad Altan

Zihnin kara kutusu: Bilinçaltı ve regresyon terapisi

26 Kasım 2023
Değerli okurlar... Bilinçaltımız, biz farkında olmadan beynimizde gerçekleşen etkinliklerin tamamıdır. Bu sadece düşünce ve duygularımızdan ibaret değildir, aynı zamanda vücudumuzun kontrol merkezi olan beynimizin aktivitesini de içerir.

Yani bilinçaltı hem yaptığımızın farkına varmadığımız şeyler hem de sahip olduğumuzun farkına varmadığımız düşünce ve duygularımızdır. Bilinçli zihnimiz, farkında olduğumuz düşünce ve hislerden oluşur. Örnek verecek olursak farkı açıkça görebiliriz; diyelim ki arkadaşımla tenis oynuyorum. Tenis topu bana doğru gelirken bazı bilinçli düşüncelerim vardır, “Topa karşılık vermezsem top bir yerime çarpacak” gibi... Ama topu karşılamak istediğime bilinçli olarak karar verdiğimde, topu karşılama sürecinde yaptığım hareketler boyunca bedenime rehberlik eden şey bilinçaltı zihinsel süreçleridir. Psikologlar, çeşitli deneyler ve araştırmalar sonucu belki de tam da bu nedenle, bilinçaltı duygu ve düşüncelerimizi incelemek için birçok ilginç ve birbirinden farklı yöntem geliştirdiler. Sonuçta yüzeyin altına dalıp beynimizin erişilemeyen kısımlarında neler olup bittiğini görebilseydik harika olmaz mıydı? İşte regresyon terapisi de bunlardan biridir. Regresyon, mevcut şikâyet ve rahatsızlıklara neden olan geçmiş zaman deneyimlerini keşfetmek ve yeniden yaşamak suretiyle uygulanan, danışanlara iyileştirici etkisi olan, geçmiş travma ve kötü olayların etkisinden özgürleşmeyi sağlayan bir yöntemdir. Regresyon terapisi, uzman bir psikolog veya psikiyatrist tarafından uygulandığında, başvuran hastanın geçmiş deneyimlerini zihninde yeniden gözden geçirmesini içeren bir nevi psikoterapi şeklidir. Regresyon terapisinin amacı, olumsuz duyguların hiçbiri olmadan anıları deneyimleyerek kaygıyı hafifletmektir. Regresyon terapistleri, insanları rahatsız eden unutulmuş, göz ardı edilmiş veya bastırılmış deneyimlere ulaşmak için bu duyguları yeniden yaşama halini kullanırlar ve aynı zamanda olumlu duyguların, unutulmuş olumlu deneyimlerin de yeniden harekete geçmelerini hedeflerler.

REGRESYON TERAPİSİNİ KİMLER UYGULAYABİLİR?

Regresyon terapisi, terapiyi sağlama konusunda eğitimli kişilerin size yardımcı olabileceği bir tedavi türüdür. Farklı bilinç seviyelerini anlamayı içerir. Regresyon terapisi yapabilmek için çok fazla eğitim almış olmak önemlidir. Doğru eğitim olmadan tedavi güvenli değildir. Regresyon terapisi, birçok kötü şey yaşamış insanlara yardım etmenin iyi bir yoludur dedik. Farklı yaş grupları ve farklı geçmişlere sahip danışanlara veya hastalara uygulanabilir. Travma yaşayan kişiler çoğu zaman duygularını ifade edemez veya diğer insanlarla etkileşime giremez. Bunun nedeni, olayın onları değiştirmiş olmasıdır, ancak kendilerini böyle hissettiren şeyin ne olduğunu hatırlamamaktadırlar. Regresyon terapisi travmatik bir deneyim yaşayan kişilerin, bu travmanın seçimleri ve davranışları üzerindeki etkisini anlamalarına yardımcı olur. Bu unutulmuş deneyimler, asla iyileşmeyen veya kalıcı yarı bilinçli inançları tetikleyen duygusal yaralar içerir. Bu tür karakteristik özellikler, ancak bunların nasıl ortaya çıktığını ve neden onlara bağlı kaldığımızı anladığımızda değişir. Sindirilmemiş deneyimleri bulmak ve yeniden yaşamak, duyguların kilidini açar ve mevcut şikâyetlerin köklerinin bu deneyimlere nasıl dayandığına dair içgörü sağlar.

Önemli Uyarı: Regresyon terapisi diğer terapilerin başarısız olduğu bazı durumlarda yardımcı olabilir, ancak herkese ve tüm sorunlara yardımcı olmaz. Örneğin, zihinsel engelleri çözmez, otizme eğilimli, ciddi derecede kompülsif, takıntılı veya gerçekten paranoyak olan kişilerde genellikle işe yaramaz. Ruh ve sinir hastalığı bilimsel olarak kanıtlanmış ve ilaç tedavisinin mecburi olduğu hastalara yardımcı olmaz. Bağımlı olanlar, duygusuz olanlar ve kendi bedenlerinin farkında olmayanlar için bu alternatif terapi yöntemi uygun değildir. Bu tür durumlar için muhakkak uzman bir doktordan yardım alınız.

REGRESYON TERAPİSİNİN SONUÇLARI

Regresyon terapisinin sonuçları, diğer psikoterapi türlerinin çoğu gibi, şu şekilde ayırt edilebilir.

Yazının Devamını Oku

Ekonomide kadın gücüyle büyümek güçlü bir ülke inşa etmek demek

19 Kasım 2023
Değerli okurlar... ‘Cumhuriyet’in 100. Yılı’nda Kadın Girişimciler İçin 100 Öneri’ ile son zamanlarda sıkça gündeme gelen Girişimci İş Kadınları Derneği’nin (ANGİKAD) Yönetim Kurulu Başkanı Gözde Diker ile bir araya gelerek, istihdamda fırsat eşitliği, kadın girişimcilerin desteklenmesi yönünde derneğin yürüttüğü çalışmalar üzerine oldukça faydalı ve bu konularda hepimizin farkındalığını arttıracak bir sohbet gerçekleştirdik.

Uzun yıllardır çalışma hayatının bizzat içinde olan ve ayrıca gözlerinde gördüğüm ışık sayesinde adeta ekibiyle birlikte tüm söylediklerini gerçekleştireceğinin teminatını veren Gözde Hanım’ın enerjisi inanılmazdı. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. Şimdi bu keyifli sohbeti sizlerle paylaşıyorum.

Serenad Altan-Gözde Diker

2007 yılında kurulan derneğiniz ANGİKAD, başta Ankara ancak ilerleyen yıllarda farklı şehirlerde yaşayan kadın girişimciler ve öğrenciler için de birçok başarılı projeye imza attı. Misyonlarınızdan bahsederken “Kadın istihdamı ve girişimciliğinin desteklenmesi amacıyla, kadın erkek ayrımı yapmadan, eğitime ve toplumsal bilinçlenmeye katkı sağlamak” diyerek aslında istihdamda cinsiyet eşitliğinden ziyade fırsat eşitliğinin altını çiziyorsunuz. Bu çok önemli bir vurgu. Konuyla ilgili görüşlerinizi alabilir miyim? Bir de uzun zamandır çalışma hayatının içinde yer alıyorsunuz. Kısaca bundan da söz edebilirseniz okurlarımız için daha aydınlatıcı olur.

 26 yıldır süregelen iş deneyimiyle birlikte halen Hacettepe Teknokent’te faaliyet gösteren Polar Araştırma ve Teknoloji AŞ.’de yönetim kurulu üyesi ve genel müdür olarak çalışmalarıma devam ediyorum. Şirketimiz, donanım ve yazılım alanında yaptığımız AR-GE çalışmalarıyla inovasyona dayalı sektörel çözümler geliştirmektedir. ANGİKAD’a gelince... Derneğimizde bizim temel odağımız kadının güçlenmesi, kadın girişimciliğinin ve kadın istihdamının artmasıdır. Ülkemizde istihdama katılan kadın oranı yüzde 30’larda. Kadın girişimciliği oranlarına baktığımızda dünya genelinde yüzde 34 iken, Türkiye’de ise yüzde 14. Bu dengesiz dağılımın fırsat eşitliğine dönmesi için çalışmalarımıza devam ediyoruz. İş dünyasında eşit fırsatlar, haklar ve koşullar sağlanmasını hedefliyoruz. Her iki cinsiyetin de aynı işi yaparken aynı maaşı almasını, aynı kariyer fırsatlarına erişimini ve aynı haklara sahip olması gerektiğini savunuyoruz. Cinsiyet temelli ayrımcılığın veya ayrımcı uygulamaların ortadan kaldırılmasını hedefliyoruz.

Bir konuşmamızda ANGİKAD’ın “siyaset üstü bir sivil toplum kuruluşu” olduğundan bahsetmiştiniz. Okurlarımıza daha net bilgi vermek adına bu konuyu biraz daha açar mısınız? Hangi kurum ve kuruluşlarla, ne gibi ortaklaşa çalışmalar yürütüyorsunuz?

 Önceliklerimiz, kadın girişimciliği, kadın istihdamı, eğitim ve toplumsal bilinçlenme ile ilgilidir. Siyasetten, çeşitli ideolojilerden bağımsız ve tarafsız bir şekilde ‘siyaset üstü’ bir yaklaşımla yalnızca bu hedeflere odaklanıyoruz. İş birliği yapmakta olduğumuz ve yapmayı hedeflediğimiz kurumlardan başlıcaları arasında İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası, Ankara Kent Konseyi, Ankara Kalkınma Ajansı, TÜRKONFED, İÇASİFED, ÖRAV, Başkent Üniversitesi, Ostim Teknik Üniversitesi, Atılım Üniversitesi, TOBB Üniversitesi gibi birçok dernek ve kurum bulunmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Betül Uysal’la popüler kültür ve psikoloji üzerine

12 Kasım 2023
Değerli okurlar... Öncelikle hepinize sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz mutlu bir pazar günü diliyorum. Bugün köşemde hem klinik çalışmalarıyla hem de yaptığı bireysel ve aile danışmanlığı çalışmalarıyla başarılar elde etmiş uzman klinik psikolog, sosyolog ve aile danışmanı Betül Uysal’ı konuk ettim.

Pandemi ve sonrasında toplum psikolojisi, pandemik sürecin gençlere etkisi, popüler kültürün şu anki durumu, dijital ortamların günlük hayatımıza etkisi gibi konularda oldukça faydalı bir sohbet gerçekleştirdik. Şimdi bu sohbeti sizlerle paylaşıyorum. Keyifli okumalar...

Serenad Altan-Betül Uysal

* Birçok başarılı çalışmaya imza atmış uzman klinik psikolog, sosyolog, aile danışmanı Sayın Betül Uysal hoş geldiniz. Bizim tanışıklığımız çok eskilere dayanıyor. Ben birçok ana dalda almış olduğunuz diplomalara yönelik çalışmalarınıza hakimim, ancak okurlarımıza kendinizi bir de siz kısaca tanıtır mısınız?

Tabii ki, memnuniyetle. İnsan üzerinde çok fazla çalışmalar yapmış biriyim. Hem kendimi sürekli geliştirmek hem de insanlığa fayda sağlayabilmek adına altı fakülte okudum. İnsana dair alanda psikoloji, sosyoloji ve klinik psikoloji olmak üzere insan ruh sağlığı ve bütünsel holistik sağlık alanlarında çok fazla eğitimler aldım. Hâlâ da eğitimlere devam ederek kendini geliştirmeye çalışan bir beşerim aslında. Kendinizi parlattıkça, çevrenizi de parlatıyorsunuz. Bilim hem gözlemsel hem deneysel anlamda çok soruya yanıt veren bir alan. Bilim dışı kabul ettiğimiz spiritüel alan da bütün canlıları kapsayan bir alan. Tüm canlıların bir enerjisi, bir aurası var. Bu enerji alanları sürekli birbirleriyle temas, titreşim ve etkileşim halinde. Ancak işin bu kısmına dair kanıtlanabilir argümanlar çok sayılı olduğundan, bazı şeyleri açık seçik ortaya koyamıyor, kanıtlayamıyoruz. Bu nedenle zaman zaman bazı kişilere göre bilimle çeliştiği iddia edilse de spiritüalizm varoluştan çok da uzak değil.

 * Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

Şöyle ki; insanın varoluşunda madde ve mana gizli. Yani varlıkların hem maddesel boyutu var hem de fizik ötesi boyutu var. Tüm bunları iyice anlamak ve algılayabilmek için kendimi geliştirme sürecim her daim devam ediyor. Hem bilimsel bağlamda hem de bilim dışı bağlamda bu varoluşun sırlarına erebilmek için adeta kendimi adadım. Ama pozitif bilimlerden kendimi hiç çekmedim. Londra Üniversitesi akreditasyonunda temel tıp, psikoloji, aynı zamanda klinik psikoloji alanında eğitimlerimi tamamladım. Şimdilerde insan ruh ve sinir sağlığı, duygu durum sağlığı üzerinde ‘aile danışmanlığı’ boyutunda çalışmalarımı devam ettiriyorum.

Yazının Devamını Oku

Kasımda aşk başkadır

5 Kasım 2023
Değerli okurlar... Kasım ayının ilk pazar gününden hepinize selamlar. Eylül başında yazdığım yazımda ‘sonbahara hoş geldin’ demiştik; ancak aradan iki ay geçmesine rağmen Ankara hâlâ ilkbaharı andıran bir iklimde.

Kasım ayında hava çok güzel ne nemli ne de kuru, esinti daha soğuk ama sert değil. Sokaklarda, caddelerde bu güzel ve yazdan kalma havaların keyfini çıkartan kent sakinlerini görüyorum. Ben de onlardan biriyim. Bir gün Çayyolu’nda, bir gün Kavaklıdere’de, bir gün Kale civarında gezintiler yapıp, sonbahar renklerinin fotoğraflarını çekiyorum. Bu işi biraz daha profesyonel yapmak istediğime ve bu bağlamda en yakın zamanda fotoğrafçılık kursuna başlamaya karar verdim. Peki bu sonbahar size kendinizle ilgili hangi keşifleri yapmanızı sağladı? Şunu unutmayınız ki keşfettiğiniz her şey için, başlangıç yapmak için hiçbir zaman geç değil. Hobilere soyunmanın ve yeni şeyler öğrenmenin yaşı ve zamanı yok. Bu yazım, sizlere aksiyon almak için bir motivasyon kaynağı olsun ve aklınızdan geçirip de bir türlü hayata geçiremediğiniz isteklerinize, projelerinize yönelik bir an önce eyleme geçin. Kasım ayı doğumlu değilim. Mayıs doğumluyum. Yine de birçok nedenden dolayı (çoğunlukla bilinmeyen) kasım ayıyla aramda derin bir bağ var. Geçmişe dönüp baktığımda, kariyerim ve özel yaşantımla ilgili en güzel başlangıçların hep kasım ayına denk geldiğini görüyorum. Belki de bu kasımı benim için özel kılan bir olgudur. Ancak yaptığım araştırmalar, okuduğum kitaplar ve yayınlarda da kasımı genel anlamda ‘en sevilen aylardan biri’ olarak betimleyen sebeplerle karşılaştım hep. Şimdi bunlardan bahsetmek isterim sizlere...

HAVADA AŞK KOKUSU VAR

“Eğer beni sevmek istiyorsan sevgilim,

Sakın bundan kaçınma

Yoksa yürüyerek bitireceğim

Soğuk kasım yağmurunda.”

November Rain- Guns N’ Roses

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet'imizin 100. yılı ve Ankara

29 Ekim 2023
Değerli okurlar... Bu seneki ekim ayı biz Ankaralılar için kutlamalarla dolu geçti. Kalplerimiz coşkuyla Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 100. yılına hazırlanırken, bir yandan da aynı coşkuyla Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, Ankara Kent Konseyi ve Kale Meclisi’nin düzenlediği birbirinden farklı etkinliklerle 13 Ekim’de Ankara’mızın başkent oluşunun 100. yılını kutladık.

Bir Türkiye Cumhuriyeti ve Ankara sevdalısı olarak ekim ayı benim için hem duygusal anlamda hem de mental ve fiziksel anlamda yoğun geçti. Teşekkürümün bol olduğu bir ay oldu. İlk önce bu satırları yazabiliyor olmama olanak veren, Türk kadınına hak ettiği değeri vererek toplumda bağımsız bir kimlik edinmesine yönelik devrimleri gerçekleştiren, koca bir ulusun kaderini kölelikten bağımsızlığa yönlendiren ve bu bağımsızlığı Cumhuriyet’in ilanıyla tüm dünyaya ilan eden Mustafa Kemal Atatürk’e ve Kurtuluş hikâyemiz boyunca ona eşlik eden tüm silah arkadaşlarına, yine ve her zaman olduğu gibi çokça teşekkür ettim. Sonra, benim de bir vatandaşı olduğum, bu eşi benzeri bulunmayacak olan vatanın her karış toprağı ve sağduyusu, merhameti ve vicdanı yüksek yüce milleti için şükrettim. İyi ki bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak doğdum ve öyle öleceğim. İlk yüzyıl sadece başlangıç, Cumhuriyet’imiz daha nice yüzyıllar halkın egemenliğinde payidar ve bahtiyar olarak yaşayacaktır! “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”

BAŞKENT OLUŞUNUN 100. YILINDA ANKARA

Yukarıdaki satırlarımda Ankara’nın başkent oluşunun 100. yılı için de birçok etkinlik gerçekleştiğinden bahsetmiştim. Şimdi sizlerle bu etkinliklerle ilgili izlenimlerimi ve edindiğim bilgileri paylaşacağım. Geçtiğimiz cumartesi günü Galeri Z’de Sayın Fatma Tuna ev sahipliğinde, Dr. Necati Yalçın’ın “Yamansın Ankara!” adlı sunumu ve söyleşisine katıldım. Milli Mücadele’den Cumhuriyet’e uzanan yolda emeği geçmiş önemli isimlerin anlatılıp, tanıtıldığı söyleşi Ankara ve Kale severler tarafından oldukça ilgi gördü. Benim de baştan sona merak ve ilgiyle dinlediğim söyleşi Ankara’ya dair birçok yeni bilgi edinmeme de vesile oldu. Cumhuriyetle yaşıt yani tam 100 yaşındaki çok değerli mimar Sayın Kadri Kalaycıoğlu, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde kendisi tarafından yapılmış birebir replikası sergilenen ancak orijinali Fasıllar Köyü’nde bulunan Su Tanrısı taş heykelinin hikâyesini paylaştı bizlerle. Kale’de bulunan Fener Sokağın mimarı Menekşe Bilgiç ise bu sokağın 200 metre boyunca duvarlarını bezeyen mozaik çizimlerin bizlere ne anlattığından bahsetti. Söyleşide Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Maliyeden anlamayan maliye bakanı istiyorum” sözünü takiben Maliye Bakanlığı’na atanan Hasan Fehmi Ataç’tan tutun da Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam olan ve Paris’teki Louvre Müzesi’nde “Çingene” tablosu halen sergilenmekte olan Mihri Müşfik’e, Kurtuluş Savaşı’nda ordumuza uçak hediye eden Nafiz Kotan beyefendiye kadar kurtuluş ve Cumhuriyet’imizin kuruluş tarihinde önemli yerleri olan birçok ismi yakından tanıma fırsatı bulduk.

Yine aynı gün İç Kale’de kurulan stantlarda kadın el emeklerinin sergilendiği bir çalışma vardı. Tekstilden takıya, ev araç gereçlerinden kilime birbirinden değişik el emeği ürünlerin yer aldığı sergi görülmeye değerdi. Anadolu temalarıyla dolu ve el işçiliğiyle yapılmış bu eşyalar ömürlük denilecek nitelikte ve manevi değerde idi bence.

ARSLANHANE CAMİİ UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİNDE!

Günün devamında, Kahveci Müco’da içtiğim Türk kahvesinden sonra Kale sokaklarındaki bir sonraki durağım geçtiğimiz haftalarda UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmeyi başararak, Ankaralıları ve Kale dostlarını sevindiren Arslanhane Camii oldu. Tam anlamıyla büyülendim. Hem içinde hem dışında onlarca fotoğraf çektim. Caminin dış görünümü de iç dekorasyonu ve iç mimarisi de oldukça sade görünüyor. İç bezemesi ahşap ağırlıklı olan camide bulunan 24 adet ahşap ayak, ahşap sütunlar ve yine ahşaptan yapılmış minber, sadeliğin yanı sıra caminin mimari farklılığını da ortaya koyuyor. 13. Yüzyıl başlarında Ahiler tarafından yapılan ve ilk adı “Ahi Şerafettin” olan cami, doğusunda bulunan türbe külliyesi duvarına gömülü antik aslan heykeli sebebiyle son yıllarda “Arslanhane Camii” olarak anılmaya başlanmış ve UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne de bu ismiyle girmiş. Görmeyen, bilmeyen varsa bu eseri mutlaka görmeli.

Yazının Devamını Oku

Öfkeden özgürleşmek

22 Ekim 2023
Değerli okurlar... Öfkenin ne olduğunu hepimiz biliriz ve hayatımız boyunca muhakkak bu duyguyu hafif veya derinden en az birkaç kere hissetmişizdir.

Öfke, tamamen normal, genellikle de sağlıklı bir insani duygudur. Ancak kontrolden çıkıp yıkıcı bir hâl aldığında sorunlara yol açabilir. İşte, kişisel ilişkilerinizde ve genel yaşam kalitenizde sorunlara yol açabilecek bu öfkeli olma durumundan nasıl özgürleşebileceğinize dair öneriler ve bilgiler yazdım bu haftaki yazımda.

ÖFKENİN DOĞASI

Öfke araştırmalarında uzmanlaşmış psikolog Charles Spielberger’e göre, “Öfke, diğer duygular gibi fizyolojik ve biyolojik değişimlerin de eşlik ettiği hafif, orta veya yıkıcı şiddette tezahür edebilen bir duygu durumudur. Öfkelendiğinizde kalp atış hızınız ve kan basıncınız artar, enerji hormonlarınız, adrenalin ve noradrenalin seviyeleriniz de artar. Öfke hem iç hem de dış olaylardan kaynaklanabilir. Belirli bir kişiye (bir iş arkadaşınız veya amiriniz gibi) veya bir olaya (trafik sıkışıklığı, iptal edilen bir uçuş) kızgın olabilirsiniz veya öfkeniz, kişisel sorunlarınız hakkında endişelenmenizden veya kara kara düşünmenizden kaynaklanabilir. Travmatik veya öfkelendirici olayların anıları da öfkeli duyguları tetikleyebilir.

ÖFKEYİ İFADE ETMEK

Öfkeyi ifade etmenin içgüdüsel, doğal yolu dışarıya agresif tepki vermektir. Öfke, tehditlere karşı doğal ve uyarlanabilir bir tepkidir. Saldırıya uğradığımızda savaşmamıza ve kendimizi savunmamıza olanak tanıyan güçlü, genellikle saldırgan duygu ve davranışlara ilham verir. Bu nedenle hayatta kalmamız için belli bir miktar öfke gereklidir. Öte yandan, bizi rahatsız eden her kişiye veya nesneye fiziksel olarak saldıramayız. Yasalar, sosyal normlar ve sağduyu, öfkemizin bizi nereye kadar götürebileceğine dair sınırlar koyar ve bu sınırlar sağlıklı bir yaşam için gereklidir. Kızgın duygularınızı agresif değil, iddialı bir şekilde ifade etmek, öfkeyi ifade etmenin en sağlıklı yoludur. Bunu yapmak için ihtiyaçlarınızın ne olduğunu, nasıl netleştireceğinizi ve başkalarına zarar vermeden bu ihtiyaçları nasıl karşılayacağınızı öğrenmelisiniz. İddialı olmak, ısrarcı veya talepkâr olmak anlamına gelmez. Kendinize ve başkalarına saygılı olmak anlamına gelir. Öfke bastırılabilir ve daha sonra dönüştürülebilir veya yeniden yönlendirilebilir. Bu, öfkenizi içinizde tuttuğunuzda, onun hakkında düşünmeyi bırakıp olumlu bir şeye odaklandığınızda olur. Amaç, öfkenizi engellemek veya bastırmaktan ziyade onu daha yapıcı davranışa dönüştürmektir. İfade edilmeyen öfke, içinize, kendinize yönelirse hipertansiyona, yüksek tansiyona veya depresyona neden olabilir. Pasif-agresif davranmak (insanlarla doğrudan yüzleşmek yerine nedenini söylemeden dolaylı olarak onlardan intikam almak) veya sürekli alaycı ve düşmanca görünen bir kişilik gibi söylemlerde bulunmak, her şeyi eleştirmek, öfkenin yapıcı bir şekilde ifade edilmesini öğrenememiş olmak demektir. Bu tarz davranışlarda bulunan kişilerin de çok fazla başarılı ilişkiye sahip olmaları pek mümkün değildir. Konu, sadece dışsal davranışlarınızı kontrol etmek değil, aynı zamanda içsel tepkilerinizi de kontrol etmek, kalp atış hızınızı düşürmek, kendinizi sakinleştirmek ve duyguların azalmasına izin vermek için adımlar atmaktır.

ÖFKE KONTROLÜ

Öfke yönetiminin amacı hem duygularınızın ağırlığını hem de öfkenin neden olduğu fizyolojik uyarılmayı azaltmaktır. Sizi öfkelendiren şeylerden veya kişilerden kurtulamaz, onlardan kaçamazsınız veya onları değiştiremezsiniz belki, ancak tepkilerinizi kontrol etmeyi öğrenebilirsiniz. Kendinizi kontrolden çıkmış ve ürküten şekillerde hareket ederken bulursanız, bu duyguyla başa çıkmanın daha iyi yollarını bulmak için bir uzmandan yardım almaya ihtiyacınız olabilir.

Yazının Devamını Oku

Zeynep Göğüş ile ‘Çok yalan söyledik’ ve Ankara sohbeti

15 Ekim 2023
Değerli okurlar, bu hafta köşemde çok değerli gazeteci-yazar Zeynep Göğüş’ü konuk ettim.

Haziran 2023 ayında yayınlanan son romanı ‘Çok Yalan Söyledik’ ve Ankara sevdası üzerine gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbeti fazla bekletmeden sizinle paylaşıyorum. ‘Çok Yalan Söyledik’ romanında, Ankara belgeseli hazırlamak için büyüdüğü şehre dönen Işıl, yerleştiği Kale civarında ve başkent sokaklarında gezdikçe hem kendi geçmişine hem de ülke tarihine doğru bir yolculuğa çıkar. Tesadüfler onu öğrencilik yıllarından kalma derin bir sırrın çözülmesini sağlayacak ipuçlarıyla karşılaştırır. Vaktiyle gizlenmiş pek çok olay peş peşe açığa çıkar...

Zeynep Göğüş-Serenad Altan

Merhaba, ne güzel sizinle birlikte olmak... “Çok Yalan Söyledik” adlı son kitabınız hem merak uyandıran hem sorgulatan hem de Ankara’ya dair birçok özgün bilgi içeren harika bir eser olmuş. Ben iki günde bitirdim. Kitap bitti ama tıpkı bir sonraki sezonunu beklediğimiz diziler gibi “Devamı ne zaman?” dedirtti. Siz hangi duygularla başladınız bu kitabınızı yazmaya? İlk kıvılcım neydi?

Herkes gibi benim de iç dünyam karmaşık. Çok Yalan Söyledik de olsun diğer üç romanda olsun yola çıkarken o iç dünyanın meselelerinden birini veya birkaçını seçiyorum. Ankara’da geçen bu son romanın kıvılcımı kendime sürekli tekrarladığım, “Biz bu hale nasıl düştük? Nerelerde hata yaptık?” soruları oldu. Derdimi ya da meselemi anlatmak için kendi öz geçmişimden hareketle hayatımın en belirleyici yıllarını yaşadığım Ankara’yı ve şehrin en sevdiğim ve bence en derin mekânı olan Kale’yi seçtim. Ne anlatacaksam geçmişe köprüler atarak Ankara üzerinden ve kale metaforunu kullanarak yazacaktım, çünkü hepimizin içinde kale duvarları var diye düşündüm.

2021 yılında yayımlanan ‘Yok Çünkü Telafisi’ kitabınızdaki bazı aforizmaları bu kitapta yeniden bulduk. Ne kadar dürüst olduk önce kendimize sonra çevremize gibi... Çok Yalan Söyledik bir tür duygusal sağaltım ve dışavurum mu oldu sizin için?

Bir önceki romanım ‘Yok Çünkü Telafisi’nde ana meselelerimden biri aile tarihi dahil geçmişin bize tahrifata uğratılarak aktarılmasıydı. Tahrifatı yapanları suçlayarak değil, bunu neden ve hangi koşullarda yaptıklarını anlamaya çalışarak yazdım. Tespitinizde haklısınız çünkü bu sorun mekân ve karakterler bambaşka da olsalar son romanda da ele alınıyor. Ankara’nın tarihini bilmeyenlere, eksik ya da yanlış bilenlere göndermeler var. Bazı şeyler neden unutulmuş, kim unutturmuş? Hangi koşullarda unutulmuş? Her roman benim için dışa vurum çünkü zaten yazar her romanında vardır ve kendi içine doğru bir yolculuk yapar. Benim için yazmanın kendisi sağaltım, derdi olan insan oturup yazar çünkü.

Yazının Devamını Oku

İletişimde sessizliğin gücü

8 Ekim 2023
Değerli okurlar... Hepinize keyifli bir pazar günü geçirmenizi dileyerek satırlarıma başlıyorum. Bu arada 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü’nü geride bıraktık.

Gezegenimizde bize emanet olan diğer canlarımızı, evcil veya sokak hayvanlarımızı sevelim, koruyalım ve haklarına sahip çıkalım. Bu üzerinde yaşadığımız kürede hepimizin ve onların da en az bizim kadar yaşam hakkı var. Bu konuda herkes üzerine düşen hassasiyeti gösterirse hep birlikte can cana mutlu mesut yaşar gideriz. Bu haftaki konumuz iletişim becerilerinin en önemli faktörlerinden biri sayılan ‘sessizliğin gücü.’ Sessizlik neden bu kadar önemli? Atalarımız neden ‘söz gümüşse sükût altındır’ demişler? Bu yazımda bu konuyu irdeleyeceğiz hep birlikte.

SESSİZLİĞİN OLASI ANLAMLARI

Herhangi bir konuşmanın en önemli kısımlarından biri sessizliktir. Sessizlik, bir konuşmada birçok işleve hizmet edebilir ve bunu nasıl yönettiğiniz, iletişimdeki gelişmişlik düzeyinizi belirler. İşte iletişimde sessizlik konusunda akılda tutulması gereken bazı noktalar.

1-Bir konuşmada sessizliğe izin vermek karşıdaki kişi üzerinde baskı oluşturur.

Neden? Çünkü toplumda bir konuşmada uzun süreli sessizliğe izin vermemek gelenekseldir. Bazı kültürlerde bunu yapmak yaygındır ancak ülkemizde bu böyle değildir ve sessizliğin bu şekilde kullanılması, çok kültürlü gerginliğe neden olabilecek şeylerden biridir. Mesela bazı kültürlerde, eğer bir gençseniz ve yetkili biriyle konuşmak istiyorsanız, ona yaklaşmanız ve beklemeniz beklenir. Kabul edilene kadar konuşmamanız gerekiyor. Bu tür bir sessizlik saygı göstergesidir. Ancak iki akran ve eşit statüdeki kişi arasındaki konuşmada her iki tarafın da konuşmaya katkıda bulunması beklenir ve göze çarpan sessizlikler olmaz. Bazen özellikle gergin olduğunuz ortamlarda, bu tür bir sessizliğe maruz kaldığınızda, baskı hissedersiniz ve muhtemelen bir şeyleri ağzınızdan kaçırırsınız! Ve çoğu zaman söylemek istemediğiniz bir şeyi söylerken bulursunuz kendinizi.

2-Sessizlik saygı, korku veya dehşet gibi duyguların göstergesi olabilir.

Bazen başka birini dinlerken bizi suskun bırakan bir şey duyarız çünkü bu gerçekten kelimelerin ötesine geçer. Birinin katlandığı korkunç bir travma hakkında konuşmasını veya başka bir insanla olan güzel, neredeyse kutsal bir etkileşimini veya gün batımı veya yanardağ patlaması gibi harika bir doğa olayının tanımını dinlemek bunlara örnektir. Nedense bu tür şeyleri dinlediğimizde sıradan ‘Oh’, ‘Vay be’ ve ‘Bu harika’ demek yeterli gelmez ve susarız.

Yazının Devamını Oku