Umut Özkan

Cebeci Dörtyol’da bir gün

26 Kasım 2023
Cebeci Dörtyol olarak bilinen semt, ‘Hacettepe Mahallesi’ sınırları içinde, Ankara’nın Altındağ ilçesindedir. Tarihi bir mahalledir.

Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nın ilham kaynağı bu semtlerdir. Tarihi Ulucanlar semtiyle, Dumlupınar Caddesi arasında kalan geniş bir bölgeyi içine alır. Şairlerin uğruna şiirler yazdığı ‘Cebeci Tren İstasyonu’ da bu semttedir. Cebeci Tren İstasyonu’na şiirler yazan Sezai Karakoç, Cahit Külebi ve Yavuz Bülent Bakiler bu semtte kim bilir neler yaşadı? Tren hatları semtin içinden geçer. Banliyö trenleri sürekli ring halindedir. ‘Kentimle Baş Başa’ diyerek bu kez rotam Cebeci Dörtyol oldu... Cebeci sokaklarından geçerken müzik seslerini duyarsınız. Cadde üzerinde müzik aleti satan dükkânlar vardır. Sazına akort yaptıran da vardır. Müzik aleti satın almak için gelen de çoktur. Cebeci Dörtyol için burası bir müzisyen mahallesidir de diyebiliriz. Bir dönem ‘Bozkır’ın Tezenesi’ Neşet Ertaş Usta’nın da burada dükkânı varmış. Saz ve bağlama ustası ‘Muhlis Usta’ kimlere saz yapmamış ki; Yavuz Bingöl, İzzet Altınmeşe, Musa Eroğlu ve birçok sanatçı... Dükkânına uğradım. Çalışanlar, “O memleketine yerleşti” dediler. Biraz ilerledim ‘Şanlı Müzik’ten bir ses geliyor kapıyı açtım oturdum. Bir müzik ziyafeti de burada vardı. Mahallede bir müzisyen kahvehanesi varmış eskiden. Semtte sünnet düğünlerine, kına gecelerine bu müzisyen kahvesinden sanatçı götürülürmüş.

‘ACEM ÇAY OCAĞI’NDA KOYU SOHBETLER

Cebeci Dörtyol semtini tanımak için caddeden sokaklara doğru ilerlediğinizde ‘Acem Çay Ocağı’nın önünden geçmek lazım. Çay ocağının bahçesinde sandalyeler çekilmiş sohbet koyu, hemen ben de bir sandalye çektim, oturdum. Kendimi tanıttım. Cebeci Dörtyol’un çok eski sakinleriymiş çay ocağı müdavimleri, kasketli bir amca var kır saçlı. Semtte herkesin bildiği Oktay Lokantası’nın sahibi İshak Alkin. 80 yaşında, Cebeci Dörtyol semtinin hafızasıymış. Lokantayı nasıl açtığını anlatırken, ‘1967 yılında Bebek Pastanesi’nde garson iken Oktay Lokantası’nı önce pastane olarak açtığını sonra lokanta yaptığını’ söyledi. Kredi ve arkadaşlardan aldığı borçlarla açmış lokantasını... Müşteri kuyruklarının olduğu bir lokantaymış. Sohbetimiz sırasında İshak Alkin herkese çay söyledi. Çay ocağına gelenler o semtin Anadolu tabiriyle ‘gün görmüş insanları.’ İshak Alkin, o günleri şöyle anlattı: “Lokantamda Ankaralı taksiciler yemek için kuyruğa girerlerdi, 24 saat açık, her yerde sular plastik şişelerde satılırdı. Bizde su sürahilerde ve ekmek ücretsizdi. Daha çok öğrenciler gelirdi. Akşamları öğrenci yurtlarında kalan öğrenciler, günün her saati gençler ve diğer müşteriler gelirdi. Memnuniyetlerini sokakta herkese anlatırlardı. Fiyatlar oldukça hesaplı ve yemekler kaliteliydi.” Yaşlandığı için artık lokantacılık yapamıyormuş İshak Amca. Cebeci Dörtyol’da şu anki meydanda eskiden bir açık hava sineması varmış. Sinemanın sahibi Ankara Radyosu ses sanatçısıymış. İsmi Hacer Buluş. Hacer Buluş da semtin sakinlerindenmiş. Cebeci Dörtyol’da Cebeci, Melek, Saray isimli sinemalar varmış. Gala gecelerinin düzenlendiği, buraya Cüneyt Arkın’ın, Belgin Doruk’un geldiği de biliniyor.

KUKLA GÖSTERİLERİ VE CAVCAV’IN ARABASI

Cebeci Çayırı’nın bulunduğu bölgede Dörtyol Aile Çay Bahçesi’nde kukla gösterileri yapılırmış. Kukla gösterilerini semtte tanınmış bir esnaf olan Kukla Kebap’ın sahibi Hadi Poyrazoğlu yaparmış. Kuklacılıkta uzman olan Poyrazoğlu hem kukla imalatı yapar hem de oynatırmış. Yaz akşamları Cebeci Dörtyol’da çay bahçesinde kukla gösterilerinin izleyicisi oldukça fazla olurmuş. İlhan Cavcav Hacettepe Spor’u yönettiği yıllarda mahallede etkinmiş. Altyapıya genç futbolcular buralardan sağlanırmış. Hacettepe Spor’un lokali bu semtteymiş. Şimdilerde yerinde apartmanlar varmış. Çay ocağındaki mahalle sakinleri o günleri, “Rahmetli Cavcav’ın siyah Mercedes marka bir arabası vardı, arabayı kornasından bilirdik, eskiden bu sokaklarda çok görürdük. İyi bir insandı, o zamanlar Cavcav’ın Mamak’ta bir un değirmeni vardı” diye anlatıyorlar. Semtin siyasetçi sakinlerinin de olduğu biliniyor. Bir dönem TBMM Başkanlığı da yapan MHP eski Milletvekili Ömer İzgi, Cebeci Dörtyol’da yetişen bir siyasetçiymiş. Eşiyle zaman zaman mahalleyi ziyaret edip burada semt sakinleriyle çay içip sohbet ederlermiş. Buradan yetişen gördükleri başka siyasetçiler de varmış... Bir dönem iyi bir futbolcu olan Ankaragücü oyuncusu Melih de bu semtin eski sakinlerindenmiş. Cebeci Dörtyol Semti’nin imar bakımından gelişmesine tanıklık etmiş olanlardan Yusuf Özdemir, “Burada eskiden apartman yoktu. İki ya da üç taneydi. Her yer gecekonduydu” dedi. Sinema sanatçısı Kuzey Vargın da buradan yetişmiş. Bu bölgede eskiden kabadayıların olduğu biliniyor. Ancak kabadayılar daha çok Bentderesi ve Hıdırlıktepe civarında yaşamışlar. Burada en güzel çay yapan, herkesin müdavimi olduğu kahvehane o dönem Hamamönü’ndeki ‘Havuzlu kahve’ymiş. Bu bölgedeki okulların tarihi okullar olduğunu, ünlü siyasetçilerin buralarda okuduğunu ‘Acem Çay Ocağı’ndaki sohbetimizden öğreniyoruz. Siyasetçi, eski Bakan Hikmet Çetin’in, tiyatrocu Yıldız Kenter’in, tiyatrocu Cihan Ünal’ın yine siyasetçi olan Işın Çelebi’nin, Selahattin Öcal’ın... Liste uzayıp gidiyor. Tarihi semtler, şehirlerin anılarında hep vardır. Kahramanları, yeri zamanı ve öyküleri vardır. Anlatıldıkça hatırlanır. Kent kültürünü anılar hep canlı tutar...

Yazının Devamını Oku

Mimar Sinan’la Ankara  

12 Kasım 2023
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dizeleri hep aklımdadır.

Nerede kentin tarihi ya da kültürel bir değerini görsem bu dörtlüğün kahramanı Mimar Sinan ve eserleri aklıma gelir;

“Gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen

İki kazma kürek iki de ırgat gerek

Hadi gel yapalım geri şunu desen

Bir Sinan bir de Süleyman gerek.”

Mimar Sinan’ın eserleri denilince Süleymaniye’yi, Edirne’yi bilirdim de Ankara’da bir eseri olduğunu hiç duymamıştım. Başkentteki tek eseri Cenabı Ahmet Paşa Camii Ankara’da inanç turizmi açısından önemli bir mekândır.

Yerli ve yabancı turisti kafileler halinde kapısında görmek mümkündür. 1562 yılında inşa edilmiş içinde tarihi saklayan bu cami, vakıf eserleri kayıtlarında görülmekte. Cami, Anadolu Beylerbeyi Cenabı Ahmet Paşa’nın ismini taşımaktadır. İbadete açık olan cami aynı zamanda tarihi bir müze gibi. Osmanlı tarihinden bir sayfanın Ankara’ya yansıması gibi. Caminin duvarlarında, minberinde, avlusunda bunu görmek mümkün. Cenabı Ahmet Paşa, Osmanlı döneminde ‘Anadolu Beylerbeyi’dir. Bugünkü adıyla ‘Osmanlı döneminin Ankara Valisi’dir. Kanuni Sultan Süleyman’a çok yakındır. Birçok savaşa katılmıştır.

Yazının Devamını Oku

İmalat-ı Harbiye’nin unutulmayan maçı

5 Kasım 2023
O gün gazeteler erken baskı yapmış şu manşetle çıkmıştı: ‘Ankara Şehir stadyumu açılışı manasıyla (sonrasında 19 Mayıs Stadyumu) tertip olunan futbol turnuvasının bugünkü maçı Ankaragücü (İmalat-ı Harbiye) ile Galatasaray arasında yapılacaktır. Açılışa tüm Ankaralılar davetlidir.’

Takvimler, ‘15 Aralık 1936’yı gösteriyordu. Günlerden salıydı. Başkentin tarihinde unutulmayacak bir gündü.

Bu maç için Ankaragücü uzun süre ‘Cebeci çayırlığında’ antrenman ve çalışma yapmıştı. Galatasaray Futbol Takımı iki gün önce tren ile başkente gelmişti bile. Ülke, Ramazan Bayramı içindeydi. Termometreler, -17 dereceyi gösteriyordu. Soğuk bir kış günüydü. Saat 14.00’te yapılacak açılış ve turnuva maçına Ankaralılar bir saat önceden gelmeye başlamıştı, stadyum dolmuştu. Ajanslar, stadyumda izleyici sayısını 20 bin olarak veriyordu. Başvekil (Başbakan) İnönü o gün erken kalkmıştı. Önce Ankara Valisi ile Ankara’yı gezmişler. Vali Konağı’nda bir kahve bile içmişlerdi. Vali, stadyumdan gelen bir haberi İnönü’ye bir not olarak iletti. Ardından sesli olarak; “Efendim tribünler ayakta 20 bin kişi varmış” dedi. İnönü ve beraberindekiler bu haberi duyunca mutlu oldular. Başbakan ve beraberindekiler yürüyerek Anafartalar’dan, ilk Meclis’in önünden ve Zafer Meydanı’ndan stadyum kapısına geldiler. Tüm mülki ve idari erkân Başbakan’ı kapıda karşıladı. Kabineden bakanlar da oradaydı. Saat 14.00’te açılış için Başbakan kürsüye davet edildi. Konuşma radyodan canlı olarak da tüm Türkiye’ye veriliyordu. Sahaya takımlar futbolcu isimleri okunarak davet ediliyordu. Karşılaşmanın iki takımı çim sahada yerini aldı. Önce ev sahibi Ankaragücü sonra Galatasaray seyirci karşısına çıktı.

ŞEREF VURUŞUNU İNÖNÜ YAPMIŞTI

Bu tip açılışlarda hangi devlet büyüğü açılışı yaptıysa ‘şeref vuruşunu’ yapıyor ve maç başlıyordu. Maçı Futbol Federasyonu antrenörlerinden ‘Mister Booth’ hakem olarak yönetecekti. Başbakan şeref vuruşunu yapmak için ay yıldız işlemeli şeref tribününden sahaya indi. Bu sırada İstiklal Marşı bando eşliğinde çalındı. Herkes saygı duruşunda bulundu. Marşa gür bir sesle katıldı. Başbakan sahanın orta yerinde bulunan çizgiye geldi. ‘Şeref vuruşunu’ yaptı maç başladı. Ankaragücü taraftarı stadyumda çoğunluktaydı. Tezahüratlar “Ankara Ankara" sloganlarıyla başlıyor, “Yaşa yaşa” ile bitiyordu. Ankara’nın köklü takımı Ankaragücü, bir başkent takımıydı. Savaş meydanlarında doğup kurtuluş mücadelesinin içinde bulunmuş eski adı ‘İmalat-ı Harbiye’ydi. Kurtuluş Savaşı’nda askerimizin silah ihtiyacını karşılayan fabrikanın adıydı. Bugünkü Makina Kimya ve Endüstri Kurumu’nun ismiydi. Bu kurum Türk Ordusu’nun mühimmat gücünü sağlayan kurumdu. Oyuncular genelde bu fabrikada çalışanlardan olurdu. Takım, Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştu. Takımın renklerini Gazi Paşa seçmişti. Onun şu sözü hâlâ unutulmadı; “İmalat-ı Harbiye takımı her daim güçlü ve muzaffer olsun...” Maç bir süre sonra Ankaragücü’nün ezici üstünlüğüyle bitiyordu. Zaten meşin yuvarlağa ‘şeref vuruşu’ yapılırken ‘kim güçlüyse, başarılıysa maçı o alsın’ denilmişti. Bu centilmenlik gereğiydi.

Yazının Devamını Oku

100. yılında Cumhuriyet’in başkentteki yansımaları

29 Ekim 2023
Bu yıl hem Cumhuriyet’imizin ilanının hem de Ankara’mızın başkent oluşunun 100. yılını kutlamanın sevincini yaşıyoruz.

Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da 100. yaşı kutlarken bir tarih, film şeridi gibi gözümüzün önünden hemen geçer. Ankara ve Cumhuriyet hep birbirini tamamlamış, tarih içinde kutsanmış ve kişileştirilmiştir. Cumhuriyet’in tüm değerlerini o başkentin içinde görmek mümkündür. Kentin ilk kuruluş dönemlerine, devlet kurumlarının bulunduğu başkentin ‘Ulus’ semtine uğramak, İlk Meclis’i ziyaret etmek yeterlidir. Cumhuriyet oradadır. Kentin dört büyük tarihi sembolü bize çok şey anlatır. Bir tarafında burçlarında ay yıldızlı bayrağımızın dalgalandığı Ankara Kalesi, bir tarafında kültürü ve inancı içinde saklayan Hacı Bayram Veli Camii bir yanda Resim Heykel ve Etnografya müzelerinin bulunduğu Namazgâh Tepesi... Cumhuriyet tarihimiz içinde öyküsü olan yerler olarak bilinir buralar. Yine Eski Türk Ocağı ve Halkevleri binalarının olduğu bölge, yine bir tarafta büyük Atatürk’ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir. Bu güzel şehir Kurtuluş Savaşı’mızı yöneten Gazi Meclis’imize ev sahipliği yapmıştır. O yüzden ‘Cumhuriyet’imizin başkenti’ olarak adlandırılmıştır. Bu kısa öz geçmiş çok şey anlatır.

ONA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

Cumhuriyet’imizin en büyük başarısı; her kurumda, kuruluşta ve yaşamın her aşamasında demokrasiyi içselleştirmesidir. Yurttaşlar, gönlünde Yahya Kemal’in dizeleriyle, “Hayalini bile cihana bedel” olarak gördüğü her şeyi Ankara’da Cumhuriyet’in kurum ve kuruluşlarıyla sağladı. Dünya başkentlerinde Ankara ismi duyuldu ve görünür hale geldi. Geçmişte Asyalı elçilerin bile hava kirliliğinden yakındığı Ankara. Uzun yıllar sonra pırıl pırıl hava sahası içine girdi. 23 bin kişilik bir stadyumun 50 bin kişilik olması için bir gayret var, bitmek üzere. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde hep üst sıralara doğru ilerlemekteyiz. Bugün ulaşımını raylı sistemle, metro ile sağlayan bir başkent var. Kütüphaneleri 24 saat açık, bebek, dijital ve uyumayan gibi sınıflandırılması yapılabilen uluslararası standartlarda içinde gençleri ve çocukları araştıran, okuyan kütüphaneleri var. Tarihi değerlerine sahip çıkan kültür bilinci yüksek bir başkent var. Bu işlerin hepsi Cumhuriyet’imizin kente kazandırdığı 100 yıllık birikimle oldu. Cumhuriyet bir kültür, erdem ve ahlak bütünüdür. Ona çok şey borçluyuz. Ankara’mızda Büyük Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanı ile açıkladığı veciz söz değer bulmuştur; “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.” Başkent, nüfusuyla okuma yazma oranıyla tarihsel ve kültürel mirasıyla, müzeleriyle ve mekânsal hafızasıyla var olmuş bir kent. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’imize hedef olarak belirlediği “Muasır medeniyet seviyesine ulaşma...” hedefinde her gün hızla ilerlemektedir. Dünden bugüne zaman içinde Ankara’da imar, kalkınma, bayındırlık ve yeşil alanlarıyla büyük bir değişim sağlandı.

YAŞAYAN KENT OLMA YOLUNDA

Bu çağda yerel yönetimlerin başarısı klasik belediye hizmetleriyle ölçülmüyor artık. Edebiyatıyla, kültürü ve sanatı ile bu yöndeki üretimiyle değerlendiriliyor... Yaşayan bir kent olma yolunda bugün Ankara. Başkent ne Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ankara’sıdır ne de Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanında anlattığı şehirdir bugün. O günler çok geride kaldı... “Demir ağlarla örülen başkent” hızlı tren hatlarıyla yeni şehirlere komşu oluyor. Kentin her yerine ulaşım için yaygın bir metro ağı yapımı gayreti içine girildi. Cumhuriyet’in 100. yılında Ankara’ya Elmadağ’dan suyu getiren “Vali Abidinpaşa’nın” izinden gidilerek değişik bölgelerden son teknoloji ile kente içme suları getirildi. Hem de dağları delen Kerem misali geçen zaman içinde Jansen planı gibi onlarca plan yapıldı. Ankara yaşanabilir bir kent olsun diye... Bunlar hep Cumhuriyet’imizin insan kaynağı, bilimsel altyapısı ve muasırlaşma seviyesine ulaşma hedefi içinde yapıldı. Cumhuriyet’le birlikte kentlerde yaşayan yurttaşlar yönetimlere katıldı. Belediye Meclis’leri oluştu. “Yerel parlamento” olarak adlandırıldı. Kent sakinleri temsilcileri aracılığıyla kentte söz sahibi oldular. Başkentin yerel sorunları çözülür hale geldi. Kenti yönetenler ve yönetimine talip olanlar, hangi siyasi partiden olursa olsun hep daha iyiyi ve daha güzeli bulma hedefinde yarıştılar. Atatürk’ün “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözü kentlerde Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, demokratik yaşam içinde, kişileri, kurum ve kuruluşları tüm kentin yönetimine kattı. Örneğin Kent konseyleri böyle oluştu. Muhtarlıklar ve ihtiyar heyetleri de Cumhuriyet’in kentlere hediyesidir. Kent kültürü, kent duyarlılığı ve demokrasi bilinci sokakta, caddede, mahallede de yaşamın içine girdi. Yaşasın Cumhuriyet’imiz! Hep yaşasın Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı! Başkentimizin 100. yaşı herkese kutlu olsun. Türkiye Cumhuriyeti ve başkentimiz sonsuza kadar var olsun...

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın kuleleri 

22 Ekim 2023
Ankara’nın kent mekân hafızasında tarihi kuleler bulunur. Bunlar Ankara Kalesi giriş kapısının duvarında bulunan ‘Ankara Saat Kulesi’, Türk Hava Kurumu Müzesi içinde bulunan ‘Paraşüt Kulesi’, Çankaya’da bulunan ‘Atakule’ ve yine tarihi gar binası içinde bulunan ‘TCDD Saat Kulesi.’

Şimdilerde Keçiören’de yapımı devam eden Türkiye’nin sayılı kulelerinden ‘Atatürk Cumhuriyet Kulesi’ de kent belleğine eklenmiştir. Tabi çeşitli otel ve özel kurumların da seyirlik kuleleri var. Bunlar kule tanımı içinde değerlendirilir mi bilemiyorum? Kule denilince hep Evliya Çelebi’nin Galata Kulesi izlenimlerini biliriz. Uçan kanatları olan Hezarfen Ahmed Çelebi aklımıza gelir. İlber Ortaylı Hoca, “Yok böyle bir şey” dese de bugüne kadar ünlü seyyah Evliya Çelebi’ye inana geldik. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘kule’ şöyle tanımlanıyor; “En az iki katlı olan kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmış etrafına göre yüksek yapılar.” Bu hafta ‘Kentimle Baş Başa’ köşemde Ankara’nın tarihi kulelerini gezdim ve sizin de görmenizi, bilmenizi istedim.

KALE’NİN KULESİ VE UNUTULAN ‘GONG’ SESİ

İlk durağımız ‘Ankara Saat Kulesi.’ Saat denilince aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ gelir. Altındağ sınırları içinde, Ankara Kalesi’nin giriş duvarı kısmında bulunan saat kulesi Osmanlı mimarisi özelliklerini taşır. 9 metre yükseklikte olan kule, Osmanlı döneminde 1884 yılında ‘Ankara Valisi Sırrı Paşa’ tarafından yaptırılmıştır. Üç katlı bir kuledir. Zemin katta bir giriş kapısı ve iki penceresi vardır, cephede ‘beyaz renk bir saat’, kule duvarına monte edilmiştir. Üst balkonda ise bir çana sahiptir. Çanın üzerinde 1884’te Louis Edel tarafından Strazburg’da yapıldığı yazmaktadır. 2007’de restoreden geçmiş. Daha sonra kentsel sit eseri ilan edilmiş. Kule hakkında bu bilgiden sonra Kale kapısından içeri girip saatin bulunduğu mekânı görmeye karar verdim, kuledeki ‘gong’ sesi bir zamanlar Kale’de her yerde duyuluyormuş. Saat, yıllardır çalışmıyormuş. Kale girişindeki esnaflara sormaya karar verdim saat kulesinin durumunu. Ankara Kalesi’nde on yılı aşkın süredir hediyelik eşya satan Kayseri Pınarbaşılı Vahap Katı’ya sordum. “Uzun zaman oldu bu saat kulesinden ‘gong’ sesi duymadım. Saat Kulesi yeniden restore edilse ve saati tamir edilse çok güzel olur” dedi. Kale esnafı, “Bu nedenle alışveriş de artar” diyor. Oraya seyir terası düzenlemesi ve seyir dürbünleri de olabilir. Çıktığınızda Ankara çok güzel görünüyor buradan Atakule’deki gibi... Kaleden girince bir dükkânın içinden geçip saat kulesinin olduğu yere yöneliyoruz.

Kapısı kırık dökük durumda olan bir saat kulesi. İçerisindeki katların duvar sıvalarının yıkık dökük, tabanların tahtasının kötü durumda olduğunu gördüm. Dış duvarları da öyle. Kale esnaflarından ‘Ayaşlıyım’ diyerek yanımıza gelen Faruk İşleyen, “Ben buranın en eski esnaflarındanım saat kulesinden hiç ‘gong’ sesi duymadım” dedi ve ekledi; “Bir de Kasap Mahmut’a sorun buranın en eski esnafı” dedi. Karşıda Mahmut Güven’in kasabı vardı, içeri girdiğimizde genç bir arkadaş, “Babam evde adım Özkan, ben oğluyum” diye tanıttı kendini. “Babam buranın en eski esnafıdır. Saatin çalıştığı dönemi bilir anlatır. Hatta saatin bakımı ve ayar işleri için kulenin yanındaki müstakil evde bir görevli kalırmış, ailesiyle lojman olarak kullanırlarmış” dedi. Buranın az ilerisindeki kuruyemişçide gördüğüm işçi İbrahim Bağ, “Ben İmar İskân ve Bayındırlık Bakanlığı’ndan emekliyim. Ama ek iş olarak buralarda hep çalıştım. 1970 -1980 arasında Ankara Kalesi Saat Kulesi saat başı hepimize zamanı bildirirdi. Sadece bize mi turistlere de” diye anlattı o günleri. İbrahim Bağ da “Burada saat kulesinin yanındaki evde bir görevli kalırdı ailesiyle saatin bakımı onarımı ayarlama işlerinden sorumluydu. Çocuklarını okuttu gitti buradan” bilgisini verdi. 1952’den beri Kale’de esnaf olan Enver Torun, Arslanhane Cami yanında bir halı tüccarı. Saat 12’deki ‘gong’ sesini hatırlıyor ve “Yeniden duymak isterim” diyor. Kale’yi ziyarete gelen Gülşah Irmak, “Kale Saat Kulesi bir bakımdan geçse iyi olur. Öyle güzel bir seyir terası olur ki seyir dürbünleri de olsa ne güzel olur çünkü oradan Ankara ayaklarımızın altında, manzara çok güzel” diye konuştu.

Yazının Devamını Oku

Çıkrıkçılar Yokuşu’nda bir gün

15 Ekim 2023
Ankara’da Çıkrıkçılar Yokuşu kentin en eski alışveriş merkezidir. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin izlerini taşır.

Kent ‘şehremini’ ile yönetilirken bir bedesten olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet ile birlikte alışveriş yapılan önemli bir yer haline gelmiştir. Ankara’da ekonominin önemli bir merkezi olmuştur. ‘Ahilik’ geleneğinin esnaf üzerindeki etkisinin görüldüğü yerdir bu bölgeler. ‘Ahi’ sözlük anlamı olarak ‘ağabey’ demektir. “Ahi kültürüyle yetişen ticaret erbabı kendi payına düşenden çok kuşların payını düşünen esnaftır” diye bir söz vardır. Bugüne bırakılan bir ‘ahilik’ mirasıdır. Zahireci örneği hep verilir; “Dükkânını açmadan önce kuşların payını buğdayından verendir ahi.” Hacı Bayram Veli’nin Ankara’sı ‘ahilik’ geleneğinin başkentidir. Bir öğretidir. Esnaf loncalarıyla birlikte ‘ahilik’ yüzyıllar öncesinden gelen bir büyük gönül öğretmenidir. Hani tasavvufta Yunus Emre’den bugüne kadar gelen, “Hepsinden eyice bir gönüle girmektir” sözü bu geleneğin temel felsefesidir. Alman bir seyyahtan okumuştum. Çıkrıkçılar’da bir hırsızlık olur. Esnaf hırsızı bir saat içinde ‘ahilik’ geleneksel kültürü içinde bulup adalete teslim eder. Çıkrıkçılar Yokuşu tarihi sokaklarla iç içedir. Çıkrıkçılar Yokuşu yukarıdan girişte Samanpazarı’na komşudur. Aşağıdan yukarıya çıkışta ise Anafartalar Caddesi ile komşudur. Samancılar, Samanpazarı semtinde, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda ise manifaturacılar vardır. Saraçlar Sokak’ta ise eskiden ayakkabı ve at eğer işlerini yapan esnaf varmış. Buralarda sokaklar meslek isimleriyle anılmakta. Birbirini tamamlayan sokaklar olarak biliniyorlar. ‘Çıkrıkçılar’ çıkrık (Yün eğirmek için kullanılan araç) olduğu için yokuş adını yün eğirme mesleğinden almıştır. Bu semtler Ankara Kalesi’nin alt sokaklarıdır. Çıkrıkçılar Yokuşu sağlı ve sollu konfeksiyonlar, tuhafiyelerden ve büyük giyim mağazalarından oluşmaktadır.

“ESKİ İŞLER YOK ARTIK” SİTEMİ

“Kentimle baş başa” da bu hafta Çıkrıkçılar Yokuşu’na çıktım. Çıkrıkçılar Sokak’ta, Anafartalar Caddesi girişinde önce taksi durağına uğruyorum. Dışarıda bir taksici var, soruma, “Alışverişe gelenler ve esnaf müşterimizdir. Müşteri veli nimetimizdir” cevabını aldıktan sonra sokağın 60 yıllık sakini Ömer Amca’ya rastladım. Malatya Darende’den Ankara’ya göçeli yıllar olmuş. Tam 82 yaşında. Perdeci dükkânı varmış. İki çocuğu çalıştırıyormuş. Bu sokağın isminin anlamını anlattı: “Bu sokağın esnafını isim isim bilirim. Eskiden sadece alışveriş buralardan yapılırdı. Şimdi her mahallede bir alışveriş merkezi var. Bu esnafı olumsuz yönde etkiledi. O dönemin Ankara Belediye Başkanı Halil Sezai Erkut’un haftanın bir günü burayı ziyaret ettiği günleri bilirim. Yine siyasetçi Osman Bölükbaşı Samanpazarı’nda otururdu onu da buralarda görürdük. Eski işler yok artık... Siyasete atılan Ali Babacan’ın dedesi Hasan Babacan, iyi tanıdığım birisiydi. Burada dükkânı vardı” dedi ve kartvizitini hemen uzattı. Bir süre eşlik etti. Tuhafiye işleten Kadir Çelen ise yanımıza geldi ve “Çıkrıkçılar Yokuşu’nda günlük fiyatlara bakarak ekonomik analiz yapabilirsiniz. Burada genellikle Ankara’nın her yerinden gelip alışveriş yapanlar var. Daha çok düğün için giysiler alınır. Çünkü her şey burada var” dedi.

HERKES HER ŞEYİ KOLAYCA BULABİLİR

Buradan bir alt caddede Anafartalar’da kuyumcular var. Çıkrıkçılar Yokuşu’na Samanpazarı’ndan girdiğinizde yokuşun çıkışında sağında tarihi bir kilise vardır. Tarihi hoş görümüzün ve birliğimizin simgesi olmuştur. Esnaf Kadir Çelen arkamdan son bir kez seslendi, “Ağabey Teoman’ın ‘gönül çelen’ şarkısından aklına gelsin ismimi unutma” diye. Biraz yukarıda büyük bir konfeksiyon mağazasına giriyorum. Kapıda bir hanımefendi var hemen eşini ve çalışanları kapıya çağırıyor. Bunlar Ankara’nın yerlileriymiş. Balâ ve Kıbrıs Köyü’nden Bülent Aydoğdu ile Ali Gönen. “Burada herkes her şeyi kolayca bulabilir” sözü burada da hemen aktarılıyor. “Farklı dükkânlara farklı yerlere gitmesine gerek yoktur. Her ihtiyaç bir dükkânda ya da yan komşuda vardır. Buralarda düğün, nişan, sünnet, kına gecesi ya da başka bir ihtiyaç hemen bulunur. Eskiden işler iyiydi çünkü her mahallede bir tuhafiye, konfeksiyon yoktu herkes buraya geliyordu” diye anlattılar işlerini. “Burada esnaf Ispartalı, Kayserili, Malatyalı olarak bilinir, Balâlılar vardı onların çoğu Anafartalar’da mağaza açtılar” dediler. Biraz yukarıda demir bir kapı aralandı. Burası Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin arka kapısıymış... Biraz daha yukarı çıktım, Mevlüt Kökbudak tuhafiyeciymiş, “Baba mesleğim” diyor. “Hem burada çalıştım hem de Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdim üniversiteli bir manifaturacıyım. Devlet Bahçeli hocamızdı” diye ekliyor hemen. “Burası üç yangın geçirdi sapa sağlam duruyor” derken şu bilgiyi de veriyor: “Buradan İstanbul’a gidip büyük iş adamı olan çok esnaf vardır.” “Buranın en büyük sorunu üstünün açık olması. Hem Melih Gökçek hem Mansur Yavaş’ın seçim vaatlerindendi" diye ekliyor. "Altındağ Belediye binasının yıkılıyor olması buranın ticaretini olumlu etkiler” diyor.

Yazının Devamını Oku

Ankara o gün başkent olmuştu  

13 Ekim 2023
İzlediğim bir belgesel beni ekrana bağlamıştı. Konuşmacının ağzından birden şu sözler dökülüvermişti: “O gün Ulus Anafartalar Caddesi’ne yakın bir okuldan sıralar getirildi.

Bölgeye yakın bir kıraathaneden ödünç kablolar ve lambalar getirildi, salondan aşağıya doğru sarkıtıldı. Önceleri duvarlara ‘Kararlarınızı istişare ile alın’ sözleri yazıldı, sonraları o indirildi ve ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ cümlesi duvara asıldı...” Bu açıklama hem kişileştirilmiş hem de kutsanmış sözlerden oluşuyordu. Bu sözler 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’yi anlatıyordu. Ülkeyi düşman çizmelerinin altından çekip çıkarmak için yola çıkan Büyük Atatürk’le bir milletin yoktan var edilmesi anlatılıyordu.

YOLA ÇIKARKEN BENZİN PARALARI BİLE YOKTU

27 Aralık 1919 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Kurtuluş Savaşı’nda Samsun’la başlayan kongreler süreci Sivas’ta biter, alınan kararlar sadece Ankara’da düzenlenip uygulanabilirdi. Genç Cumhuriyet’in temellerini atmak için bir ‘başkent’ düşüncesi oluşmak üzereydi. Ankara ‘başkent’ ismini resmi olmasa da 27 Aralık 1919 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geldiği gün almıştı bile. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı Ankara’dan yönetmek istiyordu. “Karargâh burası olmalı” diyordu. Bu düşüncesini Nutuk’ta ayrıntılı anlatıyor. Mazhar Müfit Kansu ise Atatürk’ün yanında uzun süre bulunmuş bir isim. ‘Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber’ adlı eserinin ikinci cildinde, Atatürk’ün Ankara’ya gelişini kendi tanıklığıyla anlatır.

Büyük Atatürk, Heyeti Milliye Kurulu üyeleriyle birlikte ufak, üstü açık bir otomobille kış şartlarında Nevşehir, Kırşehir ve Kayseri yollarını aşmışlardı. Mucur ilçesinde bozulan arabalarının tamiri için çektikleri eziyet hâlâ unutulmadı. Gazi Paşa, buralarda çeşitli binalarda dinlenmişti, oralar şimdilerde bir Atatürk Evi olarak tescillendi. Bu ülke için canını ortaya koyanlar, aç ve susuz kaldılar, ölümden döndüler ama onları vatan ve ülke sevgisinden hiçbir şey döndürememiştir. Ankara’ya doğru yola çıkarken benzin paraları bile yoktu. Bir bankadan senetle borç aldılar. Yolda yiyecekleri ise peynir ve haşlanmış yumurtaydı, o da sınırlı idi. Mustafa Kemal, okul yıllarında Tevfik Fikret’in eserlerini okuyarak büyümüştü. Fikret’in, “Hak bildiğin yolda yalnız bile yürüyeceksin” fikri, onun kurtuluş mücadelesini ete kemiğe büründürmüştü. Çalıkuşu romanı, savaş meydanlarında okuduğu tek kitaptı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara yolculuğunda mevsim kıştı, soğuk iliklerine kadar işliyordu. En sonunda Ankara’ya Beynam Köyü’nden giriş yaptılar. Onları, dönemin Ankara Valisi Yahya Galip Bey ve Ali Fuat Paşa karşıladı. Güneş tepedeydi, her yer günlük gülistanlıktı. Efeler onu Dikmen sırtlarında karşıladı, Ata’nın “Fikrinizde sabit misiniz?” sorusunu, “Ant olsun” diye cevaplıyorlardı. Yine, “Arkadaşlar buraya neden geldiniz?” sorusuna, “Millet yolunda kanımızı akıtmak için... Yaşa var ol..!” sesleri hâlâ kulaklardadır. Mustafa Kemal’in geldiğini Ankara’da tüm insanlar duymuştu. Duymayanlar için tellallarla sokak sokak duyurular yapılmıştı. Ankara’nın yerlisi tüm aileler onu karşılamışlardı. Sazaklar, Kınacılar, Börekçiler...

‘BAŞKENT OLMA’ FİKRİ AKLINDA VE GÖNLÜNDEYDİ

Yazının Devamını Oku

Yakup Kadri’nin Ankara’da üç mahallesi

8 Ekim 2023
“Milli Mücadele Ankara’sının hayali bir ideal beldenin silueti halinde gözümde canlanıyordu. O devirde insanlar arasında ne samimiyet, ne emniyet, ne yakınlık, ne açık yüreklilik vardı, insan bir defa tanıdığı ile ikinci rast gelişinde kırk yıllık dost gibi oluyordu.” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Ankara) 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet dönemi yazarlarımızdandır. Kurtuluş Savaşı’na tanıklık etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında bulunmuş yazarın yapıtları başucu kaynaklarındandır. ‘Ankara’ adlı eserinde 1930’lu yılların başkenti, mahalleleriyle, caddeleriyle ve sokaklarıyla anlatılır.

Milli Mücadele sonrası kurulan bir şehrin mimari durumundan sosyo ekonomik koşullarına kadar her şeyi görürsünüz. Romanın sayfalarını çevirmeye başlayınca Etlik ve Keçiören gibi semtlerdeki ‘bağ evi’ sohbetlerine kulak misafiri olursunuz. Ankara’yı sadece Yakup Kadri anlatmaz tabii o dönemin ünlü yazarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar da ‘Beş Şehir’ adlı eserinde beş şehirden biri olarak Ankara’yı anlatır. ‘Ankara’yı’ anlatan bölümde ‘Ankara Kalesi’ni tasvir eder.

Kentin ilk yerleşim yerlerinden olan İçkale ve Dışkale Tanpınar’ın anlatımıyla kutsanmış ve kişileştirilmiştir. Falih Rıfkı Atay ise ‘Zeytindağı’nda, ‘Çankaya’da ve  günlük gazete yazılarında Ankara’nın başkent olana kadar geçen sürecini anlatır.

Falih Rıfkı Atay ayrıca Bahçelievler semtinin ilk dönemini, müstakil evlerin önündeki bahçelerini anlatır, betimler. Semtin kısa bir monografisini aktarır. Bahçelievler Mahallesi’ndeki tek katlı evlerin öyküsü Atay’ın sözlerinde hep vardır. Ankara’yı anlatan bu eserler, başkenti, hikâyeleriyle, kahramanlarıyla, yeri ve zamanı ile aktarır. Dönemin Ankara’sı gün yüzüne çıkar. Yakup Kadri, dost sohbetlerinde bir konuya açıklık getirir: “Ben aslında Ankara romanından sonra Porsuk Çayı kenarında bir konak yaptırıp romanlarımı ve hikâyelerimi orada yazmak istedim. Çünkü Ankara’yı çok sevdim çok yakın olmak istiyordum.”

İSMİNİ DERGÂHTAN ALAN MAHALLE

Yazının Devamını Oku