Sadece istikrarıyla değil, üretimiyle de geçtiğimiz yıl en parlak performans gösteren Türk kanat oyuncusu...
Dile kolay, tüm kulvarlarda oynadığı 42 maçta 10 gol, 14 asist üretmiş.
Ve bu performansına karşın, dilinden ‘adaleti, hakkı, hukuku’ düşürmeyenler tarafından Euro2020 aday kadrosuna layık görülmemiş.
Bu performans Galatasaray’da, Beşiktaş’ta, Fenerbahçe’de ya da özellikle Trabzonspor’da forma giyen bir oyuncu tarafından sergilenmiş olsa, o oyuncunun Türk Milli Takımı’ndan çıkarılması mümkün olabilir miydi?
Tabii ki hayır!
*
Siz sanıyor musunuz ki, bu tablonun farkında değil Halil?
***
Tarih 15 Mayıs 2017...
Daha iki hafta önce Göztepe’nin Süper Lig’e yükselişini kutladığımız Antalya’dayız...
Bu kez hedef Altay’ı, 3.Lig’den 2.Lig’e çekmek... Altay finalin galibi oluyor ve o günü şöyle kaleme alıyorum...
“Büyük zaferden de öte bir kazanımın altını çizmek gerek. Kaderi yalnızlık olan bir şehirde bu kez yalnız değildi Altay... Karşıyaka formasının üzerine Altay kaşkolu takan da vardı, Göztepe formasıyla siyah-beyaz tezahüratı yapan da...
*
Sekizli Final öncesi... Covid belası takımın yakasına yapışmış. Antrenöründen sporcusuna, menajerinden çalışanına ‘sağlam’ kimse kalmamış. Ligde maçlar ertelenmiş, Pınar Karşıyaka tam kadro çalışmaya hasret kalmış...
*
Sekizli Final’in ilk maçı... Daha maçın başı. Takımın temel taşlarından Dj Kennedy sakatlanmış, Kaf Kaf bir darbe daha almış...
*
Yarı final... Pınar Karşıyaka çift haneleri yakaladığı maçta 6 sayı geriye düşmüş. Üstüne üstlük son çeyrekte hakemlerden ‘sanki Kaf Kaf’ın fişini çekmek istercesine’, asla kabul edilmeyecek 3 düdük gelmiş.
Bu soruyu bana soracak olursanız, “Altınordu” derim hiç düşünmeden. Seyit Mehmet Özkan’ın vizyonu, çok değerli iki ağabeyim Ali Ergöçmez ve Özgür Özgürengin’in spor iletişimi ve PR alanında harikalar yaratmasıyla bugün Türkiye’de hemen herkesin bildiği bir marka haline geldi Altınordu...
Ne mutlu ki, bugün bu proje altyapı üzerine açılan her sohbette örnek olarak gösteriliyor, takdir topluyor.
*
Oysa...
Aynı yolda ilerleyen, takdire değer bir noktaya gelmesine karşın bence hakkı yeterince verilmeyen başka bir proje daha var bu şehirde!
İşin savunma tarafı tamamdı ama hücumda etkinlik sağlanamayınca, ilk yarıda ortaya izlemesi işkenceye dönen bir maç çıktı maalesef! Öyle ki 45 dakika boyunca kalecilerin adını duymadık neredeyse!
İkinci yarıyla birlikte takım bütünlüğünü koruyarak, baskı kalitesini biraz daha artırdı Göztepe. Bu baskı, defansif anlamda çok da üst düzey bir takım olmayan Rize’nin savunmadaki konforunu kaçırmaya yetti. Kilidi açacak bir gol bekliyorduk ki, Halil günün çilingiri oluverdi.
Yiğidi öldür, hakkını ver...
Göztepe’nin transferlerini ve bir futbol aklıyla hareket etmemesini çok eleştirdim bu köşeden. Ideye’den Mihojevic’e, Megyeri’den Burekovic’e kadar eleştirilerimin de arkasındayım.
Ancak bu sezonun iki kazanımının altını çizmekte biraz geciktiğimin de farkındayım.
Obinna dünkü görüntüsüyle gerçekten bu takım için ne denli önemli bir parça olduğunu gösterdi. Geldiğinde de her topa koşan bir oyuncuydu. Ancak kazandığı topları kullanma becerisi arttıkça çok daha özel bir isim haline geldi.
Ve Ndiaye... Sezona Ideye’nin arkasında başladı, emeğiyle formayı aldı, golleriyle takımına önemli katkı yaptı. Göztepe’nin iki çalışkan karıncası, bu performanslarıyla alkışı hak etti.
Ama işte, hayaller başka ve hayatlar başka.
İlk yarı bitmiş, rakamlara bakıyorsun. Rakip kalede yarattığın tehlike sıfır... İsabetli şut sıfır... Kullandığın korner sıfır... Futbol olarak sıfırsın, sıfır!
Kayserispor’un direkten dönen şutunu, kaçırdıklarını düşününce, devreyi 1-0 geride kapattığına şükrediyorsun. İşin garibi Ünal Karaman, ikinci yarıya da aynı 11’le çıkıyor. Evet, ikinci yarıda biraz daha kıpırdanıyor, gol buluyor, rakibin baskısına karşın pozisyonlar üretiyor ve 1 puanı alıyor Göztepe. Buraya iki açıdan bakmak mümkün. “Deplasmanda 1 puan iyidir” der, mutlu olabilirsin. Bardağın dolu tarafı...
Ya da “Daha iyisi neden olmuyor” diye düşünebilirsin.
Sizi bilmem ama ben Kayserispor’dan alınan 1 puana düğün-bayram yapacak değilim! Aksine kafama takılan sorulara cevap aramak niyetindeyim.
Örneğin...
Maçta ilk yarı geride kalmış, boş gözlerle tabelaya bakıyorum... İçimde hazmı kolay olmayan skorun öfkesi, aklımda “Sen olsan devre arasında kimi çıkarırsın?” sorusu... Cevap çok zor aslında. İkinci 45’e çıkmayı hak eden tek bir oyuncu yok ki sahada! Sivasspor oynamış, Göztepe izlemiş...
Gradel sahada dalga geçercesine çalımlar atarken Göztepeli oyuncu mücadele etmemiş... Rakip 45 dakikada 4 gol bulurken isyan etmemiş... Utanmamış, sıkılmamış...
Ayıptır beyler!
Futbol bu... Yenmek de var yenilmek de... Ama bu takım sahada böyle ruhsuz, böyle umursamaz o-la-maz!
Lucien Arkas’ın bakış açısıyla sahadaki o 11 kişi, sırtlarındaki Göztepe ismini, İzmir ismini yerlerde süründüremez.
İkinci yarıdaki kıpırdanış, atılan 3 gol böyle bir rezilliğin özrü kabul edilemez.
Bu pencereden bakıldığında Göztepe bulutların üzerinde. Öyle ya! 3 hafta önce biri çıkıp da “Başakşehir, Fenerbahçe, Kasımpaşa üçgeninden 9 puan gelir” dese, o arkadaşın iyimserliğine şapka çıkarırdık! Ancak üst üste 3 galibiyet geldi, Göztepe ‘tam 35’ puana ulaştı.
Bu bölümle ilgili hem teknik ekibi hem de oyuncuları tebrik etmek boynumuzun borcu...
Ancak...
Dünkü galibiyetin ağzımızda ekşi bir tat bıraktığını da belirtmek gerek.
Rakip sahaya 4 eksikle çıkmış... Ki bu eksiklerin ikisi Hodzic ve Thelin gibi hücumdaki başrol oyuncuları... Üstüne üstlük o Kasımpaşa henüz 15. dakikada 10 kişi kalmış. Böyle bir tabloda Göztepe’den ne beklersiniz?
Ev sahibi olarak, eksik rakibine karşı net bir oyun üstünlüğü kurmasını, pas yaparak gardını düşürmesini... Göztepe 10 kişiye karşı 10 dakika sonra tabelayı değiştirdi değiştirmesine. Ancak skordaki üstünlüğünü oyuna taşıyabildi mi derseniz, maalesef hayır.