Seda Bağcan, ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten sonra ailede yaşanan bir rahatsızlıkla beraber spiritüel yolculuğuna başlıyor. Duru İşiti denilen bir yeti ile ve müzikte en yüksek, en pozitif frekans aralıklarında müziğini oluşturuyor. Bağcan, dünyanın farklı mistik coğrafyalarında yüz binlerce kişiyle konserler ve spiritüel çalışmalar yapıyor. Çok sevdiğimiz Selda Bağcan, sanatçının halası olur.
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de müziği, çalışmaları, söylemleri ile insanlık yolculuğunda kendisini şifaya aracı olmaya adamış, dünyanın tanıdığı, Grammy’ye aday gösterilen Seda Bağcan’ın hayat dersi niteliğinde gerçekleştirdiğimiz röportajımızdan umarım aynı keyfi siz de alırsınız. Okurken lütfen çok tatlı, sakin ve huzur veren, gülmesi, kahkahası bol bir sesi hayal edin.
Huzurlu bir hafta sonu olsun.
- Hocam psikolog olarak mutlaka üzüldüğünüz dönemler oluyordur. Bu ruh halinden nasıl çıkıyorsunuz?
MEHMET ŞAKİROĞLU: Üzüntü ve mutsuzluk değerli duygulardır, kötü gün dostudur, üzgünsem bir nedeni vardır diye düşünür ve duyguyu yaşarım. Psikolog olmam da bu konuda yararlı. Psikoloji benim için bir meslek değil. O yüzden psikolojiyi hobi olarak yapıyorum. İnsanı tanıma yolculuğu benim için... Çok keyifli bir yolculuk. Mesleğin sana heyecan veriyorsa, mesleğini hobileştirebiliyorsan, ona para kazanmak ya da prestijle ilgili anlam yüklemez, hayatı keyiflendirmesiyle ilgili bir anlam yüklersen zaten enerjini kaybetmezsin. Çalışan insanların enerjilerini kaybetmesinin nedeni profesyonellik tanımını yanlış yapıyor olmalarıdır.
- Sözlük anlamı ile değil de, sizin algıladığınız şekliyle psikoloji nedir?
MEHMET ŞAKİROĞLU: Psikoloji, insan davranışlarının bilimsel metodoloji ile açıklanabileceğini savunan bir bilim dalı. Mesela kişisel gelişimde, instagram psikologlarında, astrolojide, yaşam koçluğunda bilimsel metodolojiye sıkışmak gibi bir dert yok; ucu açık, rahatsın. Uydur gitsin. Aklından geçeni doğru bilgi olarak söyleyebilirsin. İşte psikolojiyi anlamlı ve değerli kılan bu sıkışma halidir. Sıkışınca derinleşiyorsun! Diğer alanlar yüzeysel, ilgi çekici söylemler üretir ama anlamlı olan derinleşebilmektir. Bir psikolog bilimsel metodolojiye sıkıştığı için, bir biyolog gibi yaşam korkularına büyüteçlerle bakıyor. İşte bu derin bir bilgi daha değerli ve uzun süreli olabiliyor. Benim için psikoloji herkesin hayat hakkında bir fikri varken, bilimsel metodoloji ile bulgu yaratabilen bir alandır. Çok eğlenceli, ilgi çekici değil ama doğruluk sadece psikolojide vardır.
AŞK KURGU BİR DUYGUDUR
- Hocam, hormonlar psikolojimizi ne kadar etkiliyor?
MEHMET ŞAKİROĞLU:
HER ŞEYİM YANDI!
- Ali bey, tiyatronuz da yıllardır ayakta devam ediyor, kaç yıl oldu?
ALİ POYRAZOĞLU: Tiyatromu 50 yıldır hiç kapatmadan devam ediyorum. Geçen sene büyük bir felaket yaşadık. Bütün depolarımız yandı. Teknik tesisatımız, mikrofonlar, spotlar, ses masaları, ışık masaları, altı oyunun dekoru, benim büyük bir resim ve kukla koleksiyonum, 50 yıldır biriktirdiğimiz her şey yandı. Bütün yatırımım bu yangında gitti!
- Geçmiş olsun...
ALİ POYRAZOĞLU: Teşekkürler ama ben bunu büyük bir kriz haline getirmedim. ‘Ben bu krizi de yönetirim!’ dedim ve yola devam ediyorum. Tiyatro repertuarım da altı tane oyunum var. Bu oyunlarımızı değişik yerlerde oynuyoruz. İstanbul’da oynuyoruz, turneler yapıyoruz. Tiyatro devam ediyor. ‘Bir Yastıkta’ adıyla yeni bir oyun koyduk. Bir de bu sene Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği Kültür Yolu Festivali için İzmir’e geldim ve bu şehir için özel bir şey yapmak istedim. ‘İmbat Türküsü’ oyununu yazdım, sahneledim ve oynadım.
Kendisi ‘Michelin’ yıldızının yanı sıra ‘Yeşil Yıldız’ın da ülkemizdeki tek sahibi. Türk mutfağını, uluslararası başarıları ile dünyaya tanıtan, işini aşk ile yapan başarılı bir isim. Mutfakta sertlik, küçümseme, kaos ortamı yerine; kendini geliştirmeye, ekibe, Ar-Ge’ye ve profesyonelliğe adayan Maksut Şef’in sakin ve mütevazi yapısı sayesinde bu mesleğe olan algım tamamen değişti. O kadar yoğun bir temposu vardı ki, kendisini yakalamakta zorlandım. Tanıdığıma da çok memnun olduğum Maksut Şef’i “Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler”de siz okuyucularımız ile baş başa bırakıyorum. Sofralarınızdan lezzet, bereket ve sohbet eksik olmasın!
BAHARAT YOLU
- Oldukça sakin görünüyorsunuz, bu sizin meslekte avantaj olsa gerek?
MAKSUT AŞKAR: Dezavantaj olduğunu söyleyemeyeceğim.
- Hataylısınız, gastronomiye olan ilgi DNA kodlarınızda mı var?
MAKSUT AŞKAR: Bu DNA ile değil, coğrafya ile alakalı bir şey. Siz nasıl burada, Ege’de ot yemeği seviyorsanız, coğrafya size neyi veriyorsa onu benimsiyorsunuz. Biz de orada, coğrafya bize ne veriyorsa onu yemeyi seviyoruz. Bir taraftan baktığınızda baharat yolu orada bitmiş. Doğudan gelen birçok baharat, bölgenin mutfağını etkilemiş. Böyle bir mutfakta büyüdüğünüz zaman, bir de lezzetli olunca niye yemeyesiniz ki?
MÜZİK BENİM ANADİLİM
- Çok renkli bir karaktersiniz... Başarı için tek şeye odaklanmamız gerektiği söylenir hep. Sizin bunu kırmanız zor oldu mu?
ŞEVVAL SAM: Ben biraz gezgin ruhluyum. Bu yüzden bu bakış açısını çok da umursadığımı söyleyemem; tek hedefim başarı olmadı çünkü. Sanat benim için hayatı algılayış biçimi. Sanatçı, beyaz ışığı gökkuşağının renkleriyle görme yetisiyle gelmiş bir yapıdır. Ben de bu hediye ile gelmiş biriyim. Bu gerçekten bir hediye; böbürlenmek için değil; sadece bu, var olan paketin içinde... Tabii insanın hem yapabildiği hem de sevdiği işin aynı olması büyük bir şans. Bunların üzerine aktif olarak yaptığınız iş de aynı ise başarı zaten organik olarak geliyor. Dolayısıyla önce insanın kendini nasıl ifade etmek veya varlığını tezahür ettirmek istediğini bulması gerekiyor. Bu yüzden ben hep ne yaptıysam, öncelikle kendim için yaptım ve yapıyorum. Müzik benim için bir ifade, bir konuşma dili. Hatta anadilim diyebilirim. Kendimi en iyi, müzikle ifade edebiliyorum. Öte yandan güzel sanatlar mezunuyum. Okul bana kesinlikle bir estetik disiplin kazandırdı. Hayatımın bir noktasında görsel sanatlara dönmek istiyorum. Resim yapmayı da çok özledim. O başka bir meditatif süreç. Oyunculuk da öyle... İnsana dair bir sürü keşif alanı. Bizler insan hikayeleri anlatıyoruz. Ben kendi sürecimde hayatı deneyimledikçe, o hikayeleri daha iyi anlatmaya başladım. Az önce dediğim gibi müzik benim için bir ana dildir; bana müzikle her şeyi anlatabilirsiniz... Hep şöyle derim: ‘Kuşlar uçar, Şevval şarkı söyler’... Şarkı söylemek benim için bu kadar doğal bir ifade yolu. Ama şu çok net; sanatın dokunabildiğim her dalı, hayat yolculuğumda bana rehberlik etti; hayatı algılayış biçimimi oluşturdu.
- Leman Sam gibi muhteşem bir sanatçı annenin kızısınız. Kendi anneliğinizde onu prototip aldığınızı düşünüyor musunuz?
ŞEVVAL SAM: Anneliğim annemle benzerlikler taşıyor tabii ki... İnsanın gördüğü neyse, uyguladığı da o olabiliyor. Oradaki en ince çizgi şu: Bu kadar güçlü bir figürden bağımsız, kendimi var edebilmem ve kendime ait bir yol çizme sürecim zannedildiği kadar kolay olmadı. Ama bizde şöyle bir şey vardı; annem bize kendi parmak izimizi keşfetmeyi öğretti. 9 milyar insan varsa, 9 milyar farklı parmak izi var öyle değil mi? Her şeyim aynı olsa bile kendime ait bir DNA şifrem ve bir parmak izim var. Özgünlüğünüzü keşfedebilirseniz, yaptığınız her şey sadece size ait olacaktır. Bir anne olarak ben de bu bilgiyi organik bir biçimde Taro’ya da aktardım tabii ki... ‘Özgür ve özgün’ yetiştirme farkındalığında bir annenin kızı olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu böyle olmasaydı yolculuğumda kendi parmak izimi bulmam çok daha zor olurdu. Öte yandan benim cesur bir yapım da var. Risk almaktan, hata yapmaktan hiç korkmadım. Çok küçük yaşlardan itibaren insanların gözü önünde büyüdüm. Tüm yanlışlarım organik bir biçimde herkesin gözü önünde cereyan etti. Herkes benim bu gelişim ve büyüme sürecime şahit oldu, zor dönemler de oldu ama ne yapalım... Benim hikayem de böyle gelişti. Ama ben hikayemi seviyorum.
- Tüm bu anlattıklarımız aslında iddialı olmayı da gerektiriyor ama sizin iddianız çevre ile değil tamamen kendi içinizle gibi görünüyor…
Oyuncular bu işin görünen yüzleridir ama ya arkası? O hikayeleri, o can alıcı cümleleri yazıp bizden olan ve bizden çoğalan, hatta ‘biz’i şekillendiren o muhteşem senaryoları, oyunları, hikayeleri yazan kahramanlarımız vardır. Bu hafta, Perihan Abla’dan Devekuşu Kabare’ye kadar yıllarca hayatlarımıza dahil olan eserlerin yazarı Kandemir Konduk’la bir araya geldik. Kendisi mizahın önemli ustalarından. Durmadan üretiyor. İzmir’de olduğunu duydum ve koşa koşa yanına gittim. Tüm kibarlığı ve sakinliği ile sohbetimizi gerçekleştirdik. Yaşam üstadı Kandemir Konduk’u iyi ki yakalamışım. Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de kendisini konuk etmekten, gençlere örnek olacak deneyimlerine sayfamızda yer vermekten mutluluk duyarım.
MİZAH, HOŞGÖRÜ ORTAMINDA GELİŞİR
* Kandemir Bey, yıllarınızı mizaha adamış biri olarak mizahı kendi bakış açınızla tanımlayabilir misiniz lütfen... Mizahın sınırları var mıdır? Olmalı mıdır? Toplumsal ve kişisel olarak bakarak belki geniş bir soru oldu ama derinliğiyle bize mizahı unutmuşlara, yanlış anlamışlara anlatabilir misiniz...
- Mizah, adına mizahçı dediğimiz yazar-çizer-sahne, perde, ekran, mikrofon sanatçıları tarafından izleyenleri güldürmek amacıyla üretilen bir sanattır. Yani, birisini gıdıklayarak güldürmek mizah değildir! Güldürmek konusu mizahçının yaşamdaki duruşuna, olaylara bakışına ve tercihine göre değişir. Kimileri ‘suya sabuna dokunmadan’ her olguya yüzeysel yaklaşarak güldürme biçimini benimseyebilir. Kimi mizahçı da ülkesinin ve dünyanın sorunlarını irdeleyen, gerçekleri vurgulayarak olumsuzlukları sergileyen, yanlışları, sıkıntıları eleştiren güldürme yolunu seçer. Elbette bu tür eleştirisel mizah bilinçlendirme görevini de üstlendiği için toplumsal yarar sağlar. Bu da genelde yönetimlerin işine gelmez ve eleştirisel mizaha baskı uygulamalarına yol açar. Oysa mizah, hoşgörü ortamında gelişir. Hoşgörü de öncelikle özgüvenle ilintilidir. Uygar ülkelere baktığımızda devlet başkanlarından din adamlarına, hatta Tanrı’ya kadar mizah yapma özgürlüğüne sahip olduklarını görürüz. Kişisel kanım, mizahın kutsal değerlerin dışında kalması ve hakaret boyutuna varmamasıdır.
MUTLU KADIN, GÜÇLÜDÜR
* Tam bir beyefendisiniz ve kadınlarla ilgili yazdığınız çok değerli eserleriniz var. Çok gülen kadınların farklı algılandığı toplumlara nasıl bakıyorsunuz?
EMEK VERMEDEN OLMUYOR
- Büyük bir marka yarattınız ama siz kendiniz de Gamze Cizreli olarak bir markasınız. Bunu stratejik olarak mı yaptınız?
GAMZE CİZRELİ: Bu tamamen içgüdüsel oldu. Sosyal medyayı da etkin kullanmaya çalıştım ve sanırım etkisi büyük oldu. Orada ağırlıklı kadın ve genç girişimcilerden oluşan bir topluluk oluştu. Türkiye’de sesini yükselten, konuşan kadın sayısı ne yazık ki az! Sanırım bundan dolayı marka öne çıktıkça, kişisel markam da öne çıktı. Kadınlara rol model olacak, ilham alacak insanlara çok ihtiyaçları var. Önce aldığım ödüllerle başladı. Konferanslara gittim, her fırsatta konuştum, anlattım. Her yere gittim. Vaktimin çoğunu bunlara harcayınca da kişisel marka oluştu. Emek vermeden olmuyor!
KONFOR ALANIMDAN ÇIKTIM
- Hem bölge hem dönem hem de kadın olarak sizin sektörde tutunabilmenizin ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum...
Fotoğraflar: AYKUT USLUTEKİN
SANDALYEYE KAYA GİBİ OTURUP, DÜŞÜNÜYOR VE YAZIYORUM
*Her şey yaratıcılığınız için araç gibi duruyor. İçinizde adeta ‘Nil’in Harikalar Diyarı’ var ve okuyucularınız, dinleyicileriniz sık sık bu diyar ile renkleniyorlar. Nil’in dünyası bu kadar renkli mi gerçekten?
NİL KARAİBRAHİMGİL- Renkleri seviyorum orası kesin. Sabah kendimi şarj etmek için kıpkırmızı ya da sapsarı bir şey giyerek başlarım güne. Fakat içim herkesinki gibi karışık. Siyah beyaz taraflarım da var. Griler de var. Skala insanlık skalası. Beni hep gülüyor ya da hep renkli giyinmiş kırlarda koşuyordur diye tanımlayamayız. Tanımlarsak yanılırız. Bir sandalyeye kaya gibi oturup, düşünüyorum ve yazıyorum kendi kendime kaldığımda. Tabi çocuklu hayatın renklerini unutmayalım. Hala yokuş aşağı koşuyorsam bu oğlumun hayatıma kattığı renklerdendir.
HER ŞEY GELİP GEÇİYOR!