Togay Bayatlı

Buzda sahte dans

22 Mart 2007
UZUN bir süre bekledim; birileri Show TV tarafından yayınlanan bu iki program için ciddi ve gerekli eleştiri ve uyarıyı yapar diye. Olmadı. Hani uzunca bardakların TV’de görünmesini bile "içki çağrısı veriyor" diye yasaklayan RTÜK’ün bu konuda kesin bir şeyler yapacağına inandım. Olmadı.

Bu nedenle, bu iki programın gerçek yüzünü aktarmak istedim.

Önce Buzda Dans rezaleti ile başlayalım. Bu programın çocukları ve gençleri bu spora çekeceğine inanarak umutlandım. Daha sonra gördük ki, içinde şikenin, menfaat ilişkilerinin, yalancı jüri üyelerinin, seksi görüntülerin bir araya geldiği bir rezalet ortaya çıktı.

İsterseniz önce program yapan yabancılar ve kendilerine öğretmen ve eğitici havasını verenlerden söz edelim. Catharina Witt hariç hiçbirinin Dünya ve Avrupa Şampiyonluğu yok. Balkan Şampiyonu olarak ilan edilen Serkan Ant’ın böyle bir başarısı yok. Bu yalan. Gelelim jüri üyelerine... Milli Takım Baş Antrenörü ve Uluslararası jüri üyesi olarak gösterilen Cenk Ertan’ın böyle görevleri yok. Sadece bir zaman Milli Takımı çalıştırmış, Serkan Ant’ın iş arkadaşı.

Kazanan güneş gözlüğü ve para

Süslü papyon takan Zafer Baykal da jüri üyesi değil, Hollandalı Holiday On Ice’da önce revüde müzisyen olarak çalıştı ve daha sonra sahne müdürü oldu. Ne milli, ne de uluslararası hakem. Hiçbirinin hakem sertifikası yok. Diğer süslü ve taşlı papyonlu Ahmet Olcayto Tuğsuz da milli ve de uluslararası hakem değil. Adını ettiği Amerikan kasabasının da nüfusu 40 bin. Buz Pateni yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur. Defilelerde sahne yönetmenliği yapıyor. Alinur Velidedeoğlu ne buzdan, ne de danstan anlar. İyi bir insandır, dostumdur. Ancak, yapımcı ile iş ortaklığı var. Nişanlısının da kostümleri diktiğini bir gazetede okuduk. Ayşe Arman’a gelince... Ne spordan, ne de buz dansından anlar. İyi bir gazetecidir. Tarsus Amerikan Koleji’nden büyüğü olurum. Sema Çelebi ise buz patenini bilmiyor. Kayak sporunu gençliğinde yapmış olabilir. Sık sık paten ile kayağı karıştırdı. Buz pateni lisansını bulamadık. Vatan-millet gibi ağır konuşmalarını da jüri üyesi konumunda yapmasını herkes yadırgadı.

Asıl oylar SMS’den geldi deniyor, doğrudur. Ama SMS bal gibi yönlendirildi. Parayı veren SMS’e bastırdı. Jüri üyelerinin yetki ve bilgilerini aşan sözleri ise doğru değildi. Sonunda sunucular bile taraf tuttular. Kazanan güneş gözlüğü reklamı ve para oldu.

En iyisi Bülent Polat idi. Buz Dansı’nın tek yıldızı Şesu adı ile tanınan Bülent Polat’tı. Tuğba ve Asena’yı erkekler kaldırdı, ellerinden tutarak yürüttü. Hiçbir yarışmada görmediğimiz cinsel sahneler görüntülendi. Bülent ise birkaç haftalık paten eğitimi ile buzda partnerini kaldırdı. Kimin birinci olacağı önceden belli oldu. Bülent’in üzerine kasıtlı olarak gidildi. Çocuklarımızın ve gençlerimizin böyle kötü ve çirkin örneği yaşamalarına üzüldük. Napolyon’un sözü "Para, para, para" kazandı.

Peki Survivor için ne söyleyelim?

SHOW TV’nin verdiği Survivor ise bu ülkede sorumlu insanların olmadığını açıkça ispat eden bir program. Cumartesi geceleri 3 gencimiz hunharca ve insafsızca yapılan yarışma yüzünden hayatını kaybediyordu. 45 derece sıcakta, güneşin altında denizin içinde ve de kuma basarak 2 Kg ağırlıkla gençlerimizi forma uğruna 30 dakika koşturmak hangi akla sığar? Hangi tıp mensubu bunu onaylar. Gençlerimiz kaybettikleri yarışmalardan yemek yememe cezası alıyorlar. Roma’daki arenalarda bile böyle insafsızlık yok. Barınacak yer yok, güneş, rüzgar ve yağmur altında her türlü haşaratın ısırığı ile uyuyorlar. Kimseden, hatta RTÜK’ten bile bir duyarlı çağrışım yok.

Bize ne oluyor? Bu gençlerin anne ve babaları, yakınları, arkadaşları yok mu? Kimsenin sesi soluğu çıkmıyor.

Bunun adı spor değil. Büyük kulüplerimizin isimlerinden ve formalarından istifade edilerek sadece para kazanmak için yapılan bu işkenceye son verilmeyecek mi?

Sorumlulara bunu sormak gençlerimiz adına hepimizin hakkıdır.
Yazının Devamını Oku

Bu nasıl dostluk

9 Şubat 2007
GÜRCİSTAN bize en yakın ülkelerden biri. Dostluk maçı yapıyoruz. Ama futboldan çok futbolcular birbirleriyle dövüşüyor. Suçu hakeme yüklüyoruz. Peki bu maç için protokol yaparken neden batı Avrupa’dan hakem istiyoruz şeklinde kayıt koydurtmadık. Futbol Federasyonu yöneticiliği bir gösteriş ve fiyaka değildir. Bu işi bilmiyorsan başına böyle durumlar gelir.

Futbolcularımız sinir küpü

Anlamak mümkün değil. Futbolcularımız adeta sinir küpü. Daha maçın başında hakem lehimize verdiği bir faulde topun birkaç metre geriye alınmasını isteyince futbolcumuz el kol hareketleriyle adeta isterik halinde hakeme itiraz etti. Ardından diğer futbolcularımızda her düdükte hakeme saldırınca Letonyalı sinirlendi ve insani duygularının esiri olarak yanlış düdük çalmaya başladı. Elbette hakem böyle hareket etmeyecek ama buna neden bizim futbolcularımız değil mi?

Asıl sorumlu hakemlerimiz

Dikkat edin, her maçta olur olmaz bütün futbolcularımız hakeme itiraz ediyor. Bizim hakemlerimiz de kuzu kuzu başları eğik onlara verdiği kararların nedenini açıklıyor. Böyle şey olmaz. FIFA açık ve seçik talimat verdi. İtirazın karşılığı sarı karttır diyor. Hakem elini cebine doğru götürse futbolcu yanından kaçacak. Peki hakemlerimiz neden bu karara uymuyorlar? En azından caydırıcı harekette bulunmuyorlar.

Dürüst olmak insanın doğal niteliğidir

Bakıyorum Milli Takım’da Kayserispor’da Gökhan var. Hani Galatasaray ile oynadıkları maçta faul verilmesin diye hakeme her türlü itiraz hareketini yapan ve sonra da pozisyonun penaltı olmadığını söyleyen futbolcu. Demek ki, saha içinde tiyatro oynayacaksın, bile bile hakemi kandıracaksın ve sonra kahraman edasıyla doğruyu söyleyeceksin. Tabii bu da doğruysa ve en ayıbı Türk bayraklı milli formayı sırtına giydirip bu futbolcuyu sahaya sokanlardır.

Yok, her şey bu kadar ucuz olmamalı. Bir yandan hakemlerimize saldıracağız, sonra da kendimize göre doğruları söyleyeceğiz.

Böyle futbol olmaz. Böyle futbolcu olmaz. Spor dürüstlüktür, centilmenliktir. Bunu bilmediğimiz ve de öğrenmediğimiz taktirde Milli formayı giymeyi hak etmiyoruz. Hele her an kavga eden, tekme atan futbolcuları hiç ama hiç istemiyoruz.
Yazının Devamını Oku

Spor toplumunu germeyelim

24 Ocak 2007
UZUN bir süre bu yazıyı kaleme almayı düşündüm. Sözlerimin, bazı medya kuruluşlarını ve televizyonda her hafta pazar ve pazartesi günleri konuşan spor yorumcularını üzmesini istemedim. Ancak hepimizin bu ülkenin spor yazarları, çizerleri, spikerleri ve de yorumcuları olarak topluma bir borcumuz var. Dünyanın en genç nüfuslarından birine sahip bir ülke olarak topluma vereceğimiz doğru, dürüst ve barışçı mesajlarımız olmalı. Şu anda futbolda büyük kaos yaşanıyor. Futbolcusu, seyircisi ile toplum gerilim içinde. Hrant Dink olayında olduğu gibi düşüncesizce toplumu gerenler bugün sporda da aynı kulvarda koşuyorlar. Bunun sonu çok trajik olaylarla sonuçlanabilir.

Sorumluluk medyanın tartışılmaz görevidir

Medyanın içinde bulunanlar yaşadıkları topluma karşı tartışılmaz şekilde sorumludurlar. Eğer "Ben paramı alır, toplumu gererim" diye düşünüyorsanız, yastığa başınızı koyarken vicdanınızın sesini duymayanlardansınız. Paradan çok önemli şeyler var. Söz ebeliği, ucuz espriler, toplum ve özellikle gençleri gerecek, kulüp taraftarlarını birbirine düşürecek demeçler ile yarın kendi çocuğunuz veya bazıları için torunlarınızın bu şiddet selinde boğulmayacağını nasıl garanti edebilirsiniz.

Medyanın sporu sadece futbol olarak görme yanlışına, sağduyulu insanlarımızın karşı çıkması ve bunu yazılı veya sözle ilgili medya yöneticilerine ifade etmesi gerekir. Bu ülkede, sporun her türlüsü ile uğraşmış milyonlarca insanlar var. Neden onlar susuyor ve üzülerek medyadaki bu futbol hegemonyasına karşı çıkmıyor. Dünyadaki bütün medya kuruluşları her spora karşı adaletli davranıyorlar. Futbol kadar olmasa da bu sporlara yer veriyor, sütunlar, sayfalar, yayın saatleri ayırıyorlar. Bakın Eurosport’a... Dünyanın en başarılı spor kanalı. Başarısını, her spora hakça yer vermekle kazandı.

Spor sadece futbol değil

Ülkemizde, sporun geneline karşı önem veren yok. Sadece futbol ile spor kültürüne sahip olduğumuzu söyleyemeyiz. Bunda da en büyük görev okuyucuda ve izleyicide. Dizilere bakamıyorum. Hepsinde; gözyaşı, ölüm, ağıt ve çeteler. Bizim kültürümüz bu değil. Barış içinde toplumsal anlayışı yaşatmalıyız. Vur, kır, öldür, intikam al zihniyeti bizi çok daha ilkel bir toplum haline getiriyor.

Hepimiz insanız. Hepimiz ülkemizi seviyoruz. Ama unuttuğumuz en önemli ilke; birbirimizi sevmememiz, ilgilenmemiz ve destek olmamız.

Sporda bu bunalımın içinde olumlu girişimlerin de yapılması gerekir. Yıl sonunda değerlendirme yaparken sporda genelde başarılı olmadık şeklinde konuşan ve yazanlara tek sözüm "Peki siz başarılı oldunuz mu?"

Herkes önce kendini değerlendirmeli ve öz eleştiri yapmalı... Spor kültürü ve insani yaklaşımı olmayan bir ülkede siz de, çocuklarınız da, aileniz de hatta torunlarınız da yaşamak zorunda. Bunu hak etmiyoruz!
Yazının Devamını Oku

Bir profesörün yaptıkları

18 Kasım 2006
Rektörün Yaptıkları" yazımın sonrasında, Marmara Üniversitesi hocalarından e-mail, telefon ve mektupla sayısız yanıt aldım. Bu arada bir profesör ve onun yardakçısından da olumsuz yazı geldi. Yardakçı diyorum çünkü, bu kişi profesörün kullandığı cümlelerin aynısını yazmış. Sizlere önce gelen yazıların sadece üç tanesini takdim edeceğim, ancak isimlerini vermeyeceğim. Çünkü bir profesör bütün hocaları tehdit edip fikir özgürlüğünü hiçe sayıyor, benim yazıma olumsuz yanıt verilmesini istiyor. Hiç adının geçmemesine rağmen böyle ortaya atılmasının tek nedeni var. Onun yanıtına ise Prof. Dr. Sami Mengütay şöyle dedi: "Başından beri bütün istediği okulun başına geçmekti ve tüm yanlış ve haksız ihbarları o yaptı."

Bakın hocalar ne yazdılar...

"M.Ü.BESYO olarak son günlerde yaşadığımız ve akademisyenler olarak bizleri gerçekten büyük üzüntüye sokan olaylara bugünkü yazınızla kamuoyunun çok daha net bir şekilde bilgilendirilmesini sağladığınız için size gönülden teşekkür ediyorum. Yaşadığımız; ancak maalesef çok daha farklı boyutları ile herkese yansıtılan olayların yazınızda gerek TMOK Başkanı misyonunuzla ve gerekse basın mensubu kimliğinizle yaşananlara karşı ne kadar duyarlı ve yürekli bir şekilde karşı koyduğunuz net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu bağlamda içinde bulunduğumuz bu zor dönemde bizlere verdiğiniz büyük destek sebebi ile size şahsım adına bir kez daha teşekkür ediyorum."

"1986 yılından bu yana önce öğrenci olarak, halen öğretim görevlisi olarak içinde bulunduğum eğitim yuvamız Marmara Üniversitesi Beden eğitimi Spor Yüksekokulu ve Sayın Müdürümüz Sami Mengütay hakkındaki yazınızı heyecanla okudum. Hocamızın yaptıkları hakkında fazla söz etmek istemiyorum. Siz her şeyi açıklıkla belirtmişsiniz.

Bilime hizmet vermekte olan bir eğitimci olan size, göstermiş olduğunuz duyarlılık için sonsuz teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Bu duyarlılığı, spor bilimine hizmet eden tüm spor adamlarının, sayın hocalarımızın da göstermesini beklemekteyim. Desteğiniz için tekrar teşekkür ediyorum.

Laik ve demokratik bir düşünce tarzı ile hareket ederek, eğitim ve bilime hizmet anlayışını her yönü ile benimseyip özveriyle çalışan başta Sn. Prof.Dr. Sami Mengütay’a ve ekibine şahsım adına şükranlarımı sunuyor ve bir kez daha buradan teşekkür ediyorum."

"6 Ekim 2006 Cuma günü "Bir Rektörün Yaptıkları" başlıklı yazınız hislerimize, yaşadıklarımıza bire bir tercüman olmuştur. 2003 yılında göreve gelen Sayın Prof.Dr. Sami Mengütay ve ekibi yazınızda da belirttiğiniz gibi Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunu ve Yüksekokulun içinde bulunduğu Anadoluhisarı Kampüsü’nü Atatürk İlke ve İnkılápları’na sımsıkı bağlı kalarak ve bu çerçevede kimseye ödün vermeden kısa sürede inanması güç bir şekilde çağ atlatarak Dünya devleri arasına sokmuştur.

Gelişmeler sadece fiziki yapıyla sınırlı kalmamış, akademik anlamda da spor bilimleri platformunun takdirini kazanmış birçok proje ve çalışma hayata geçirilmiştir.

Bu bağlamda kamuoyunun sizler vasıtası ile konu hakkında doğru bilgilendirilmiş olması Sayın Mengütay ve "GERÇEK" BESYO ailesi için teselli kaynağı olmuştur.

Yapmış olduğunuz bu onurlu, meslek etiğine yakışır, doğrunun ve çağdaşın yanında olan yazınızdan ötürü müteşekkir olduğumu belirtir, saygılar sunarım..

Şimdi gelelim yazımdan sonra protesto edilmem için kampanya açan Prof. Dr. Hasan Kasap arkadaşımıza... Yazı kaba, yanlış ve öfke içinde hiç de kendisine yakışmayan bir üslup taşıyordu. Olimpiyat Komitesi Başkanı olmak ve spor yazarı olmak ayrı kulvarlardır. Rahmetli Burhan Felek tam 20 yıl Olimpiyat Komitesi’ne Başkanlık yaptı ve aynı zamanda önce Cumhuriyet sonra Milliyet gazetelerinde yazı yazdı ve Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüttü. Ben de hem spor yazarlığı ve de Dünya Spor Yazarlığı Birliği Başkanlığı’nı, Olimpiyat Komitesi Genel Sekreteri ve Başkanı olarak yaptım ve yapıyorum. Asıl üzüldüğüm, bir Profesörün Marmara Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Görevlileri’ne gönderdiği yazıdır. İşte bu yazının son cümlesi şu şekilde:

"TMOK Başkanının yazdıklarına katılıp-katılmadığımızı hem kendisine ve hem de sayın Rektörümüzle birlikte tüm Üniversitemizin yönetici ve akademik personeline göstermemizin bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Onlar bunu merak etmektedir."

Fikir hürriyetine saygısı olmayan bir profesörün bu tehdidine rağmen bana sadece bir protesto geldi, sayısız e-mail ile yazdıklarım nedeniyle dekanlar, eski dekanlar ve büyük çoğunluktaki öğretim görevlilerinden telefon, e-mail ve yazıyla teşekkür aldım.

Maalesef bunu yazan Prof. Hasan Kasap demokrasi, hürriyet, bağımsızlık gibi ilkelerden haberdar değil. Yazık, çok yazık... Olimpizm; dostluk, dayanışma ve anlayış anlamına gelir. Prof. Sami Mengütay da Olimpiyat Komitesi üyesidir. Olimpizmin ne olduğunu bilseydi Prof. Hasan Kasap böyle davranmazdı. Üstelik Prof. Dr. Sami Mengütay, YÖK’ün Spor Bilimleri ve Eğitimi Komisyonu’na Üniversite Rektörü ve hocalarının oylarıyla yeni seçildi. Bu bir ibret dersidir.

İLGİ ÇEKİCİ NOT: 7. İstanbul İdari Mahkemesi Prof.Dr. Sami Mengütay’ın görevinden alınmasını kabul etmemiş, yürütmeyi durdurma kararı almıştır.
Yazının Devamını Oku

Bir rektörün yaptıkları...

6 Ekim 2006
BÖYLE bir öyküyü üzülerek yazıyorum. İnanın içim kan ağlıyor. Ama bu ülkede, bu çağda, bu şekilde bir olayı yaşatan kişileri kamuoyu önüne çıkarmamız gerektiğine inanıyorum. Beş yıl önce bir yangın geçiren ve spor tesisleri harabe halinde acıklı bir görünüm içinde olan Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu (BESYO), atanan Müdür Prof. Dr. Sami Mengütay’ın çabaları ile bugün Türkiye’nin en iyi spor okullarından biri haline geldi. Giriş puanı en yüksek olan Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Yüksek Okulu’nun fakülte yapılması için YÖK’e başvuruda bulunuldu.

Üniversitelerin spor kulübü kurmak için teşvik edilmesi üzerine Prof. Dr. Mengütay, o zamanki rektörün onayı ile spor kulübünü kurdu. Her hafta sonu bu okulun kampüsünü ziyaret eden biri olarak, gençlerin, çocukların hevesle ve şevkle mühtelif spor müsabakalarını heyecanla yaptıklarını izliyorum, mutlu oluyorum. Biri sentetik çim olan iki sahada, 10 yaşından 18 yaşına kadar genç erkek yıldızların, cimnastik, yüzme, basketbol, voleybol ve tenis müsabakalarını Olimpiyat Komitesi Başkanı olarak mutlulukla izledim.

Prof. Dr. Sami Mengütay kendi girişimleri ve ilişkileri ile hem o zamanki rektörü hem de başta Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin, İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Gençlik ve Spor Genel Müdürü ve Gençlik ve Spor İl Müdürü’nü bu konuda ikna ederek tesislerin yeniden yaptırılmasını sağladı.

Rektör, müdürünü savcılığa şikayet etti

Ama sayın yeni Rektör Prof. Dr. Necla Pul, önce "Kulübü kapatacaksınız" şeklinde talimat verdi. Ve sonra hiç beklemeden Prof. Dr. Sami Mengütay’ı, kulübün fakülte içindeki yeri işgal ettiği gerekçesi ile savcılığa şikayet etti.

Bununla da yetinmedi, önce üniversitenin ambleminin izinsiz kullanıldığı gerekçesi ile tahkikat açtırdı, izin alındığı ispat edilince bu kez kulüp faaliyeti yaptığı için görevden alınmasına karar verdi ve görevden aldı.

Gülelim mi, ağlayalım mı?

Bir tarafta bütün beden eğitimi ve spor yüksek okullarında, kulüp kurulması teşvik edilirken, sayın rektör neden bu konu sebebiyle haksız bir şekilde okulun müdürünü görevden aldı?

Yıllarca Amerika’da kolejler ve üniversiteler spor kulüpleri kurarak sporcu gelişmesini sağladıkları gibi, elde ettikleri gelirlerle okullarına destek oluyorlar. Prof. Dr. Sami Mengütay’a ve arkadaşlarına göre, rektörün öfkesinin asıl nedeni seçimler sırasında kendisine oy verilmemesi. Prof. Dr. Mengütay diyor ki: "Ben oy vermeyelim demedim ama bir siyasi parti ile yakın ilişkisinin bulunması oyunu azaltabilir şeklinde bir yorumda bulundum."

Okul karıştı hocalar, rektöre gitti

Prof.Dr. Mengütay’ın görevden alınması üzerine ve yerine getirilmesini düşündükleri kişi için dedikodular alıp, yürüyor. Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nun 20 kadar eden öğretim görevlisi rektöre gitti. Düşüncelerini anlattılar ve sonunda rektör kararından dönmedi ama atamayı düşündüğü kişiden vazgeçti. Bunları bana, yapılan girişimleri onaylamayan hocalar anlattı.

Şimdi Marmara Üniversitesi kaynıyor. Suskun hocalar, suskun öğrenciler. Bu spor karşıtı bir rektörün çelişkili uygulamaları ve kararları nedeniyle üzgünler.

Demokrasiyi, insani yaklaşımı, hakça yargılanmayı, insan haklarını bize öğreten o büyük eğitim yuvalarında bu çelişkiler nasıl oluyor? Acaba YÖK bu konuda ne gibi bir tavır alacak?

Prof. Dr. Sami Mengütay, yurt dışında eğitim gören bir sporcu ve öğretim görevlisi, Türkiye Kano-Rafting Federasyonu Başkanı, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Eğitim Komisyonu Başkanı, saygınlığı, efendiliği ve bilgi birikimi ile öyle kolayca yetişecek ve kolayca harcanacak bir insan değil. Üzülüyorum, üniversite üzülüyor. Yazık çok yazık...
Yazının Devamını Oku

İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı

24 Eylül 2006
ATATÜRK Olimpiyat Stadı’nın konumu ve trafiği konusunda yapılan yorumları sabırla ve çok da üzülerek okudum. En doğru ve haklı eleştiriyi Cumhuriyet Gazetesi yazarı Doğan Hasol yaptı. Diğer meslektaşlarım adeta bu muhteşem stadı yerin dibine batırmak için, sağlıklı bilgiye ulaşmadan söylenmedik söz bırakmadılar. Bunların arasında tam 3 saatte Berlin’deki Dünya Kupası finaline gidenler ve yine 3 saatte dönenler de vardı. Üstelik Berlin Olimpiyat Stadı’nda metro da vardı.

Berlin Olimpiyat Stadı’nda tuvaletler yetmediği için stadın dışında mobil tuvaletler kullanıldı. Kapılar gerektiği kadar seyirci trafiğine açık olmadığı için kapı önlerinde müthiş bir tıkanma vardı. Büfeler ise stat dışında idi.

Sağlıklı bilgi verilmedi

Şunu ifade etmek isterim ki, Atatürk Olimpiyat Stadı modern ve her türlü donanıma sahip. Ancak kapı girişlerindeki barkolar belediye tarafından ihale ile en ucuz fiyata alındı. Bunlar çalışmadı. Park yerindeki ayırım kaldırımları daha yüksek olması gerektiği belediye ilgililerine anlatıldı, yapılmadı. Galatasaray’a ücretsiz verilen park yerinde yönlendirme işini yapacak ekip yoktu. Toplu taşımacılık çalışmadı. Daha stadın temelinin atılmasıyla birlikte metro projesinin uygulanması istendi. Ancak belediye bu işe yeni başladı. Seyirciler değişik yollara yönlendirilmedi çünkü işaretler sağlıklı bilgi vermedi.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nden, TEM girişlerinin Büyükçekmece’ye taşınması talep edildi. Ancak ülkemizde her nasılsa Bakanlar Kurulu’nu bile dinlemeyen bu teşkilat kentin içinde kalan bu gişeleri kaldırmadı. Kaldırılsa stadın trafiği yüzde 50 oranında düzelecektir. Çünkü otoyolda bir köprüyle stadı ana giriş yoluna bağlamak trafiği çok kolaylaştıracaktır. Bırakın gişeleri kaldırmayı, maç günleri belirli saatlerde gişelerden para alınmasa gene bu iş yapılır.

Amiral Gemisi olacak

Kimsenin Atatürk Olimpiyat Stadı’nı kötülemeye hakkı yok. Stat en çağdaş şekilde yapıldı ve her 15 günde bir bu statta ikinci lig maçı oynanıyor. Sorun sadece stadın yolları ve metro bağlantısı. Bunlar tamamlandığı taktirde Atatürk Olimpiyat Stadı bu ülkenin Amiral Gemisi olacaktır. Herhalde bu ülkede benim kadar dünyada stat gören ve statlarda maç izlemiş olan kişi adedi bir düzineyi geçmez.

Ne olur, yapılan her güzel eseri çok ağır ve gereksiz bir şekilde eleştirmekten vazgeçelim. Bu konuda en olumlu yazılarını okuduğum Abdülkadir Yücelman ve Doğan Hasol’a teşekkür ediyorum.

FORMULA 1 CEZASINI DOĞRU YORUMLAYALIM

FORMULA 1’de KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ın birincilik kupasını vermesi konusunda, uluslararası spor federasyonlarının siyasi baskılara karşı çok hassas olduklarını yazmıştık. Cezaya üzüldüm. Ama bunu telafi etmek mümkün. Daha ağır olmadığına şükredelim. Bundan böyle de bu konuda sorumlu olanların önerilerine uyalım. Vatandaşlarımızın gönülden yardım etmek istemesi ise ne asil bir millet olduğumuzun çarpıcı örneği.

Dileriz sponsorluk konusunda yapılacak sempozyumdan sonra tüm firmalarımızın, başta spor olmak üzere kazançlarından çok az bir kısmı ile toplumsal kurumlara destek olmalarıdır. Bazıları maddi olanakları ile, bazıları da gönüllü fedakárlıklar yaparak ülkesine destek vermek zorundadır. Üstelik sporda verilen, vergiden düşmektedir. Haydi, Türkiye’nin 500 büyük kurumu diyoruz. Gelin şu sponsorluk konusuna sarılın, yetiminden, fakirinden, engellisinden, sporcusuna kadar her konuda yardımcı olun. Çağdaş ülkelerde çağdaş kurumlar böyle yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Formula 1 krizi

1 Eylül 2006
GEÇTİĞİMİZ pazar günü yapılan Formula 1 yarışı tek kelime ile kusursuz ve örnek gösterilecek bir organizasyondu. Ancak ödül töreninde sayın KKTC Cumhurbaşkanı’nın birincilik kupasını vermesi, bu organizasyonun alımında büyük emeği geçen değerli insanlar kadar beni de üzdü.

FIA gibi uluslararası spor örgütleri bağımsız kurumlardır. Tüzüklerinin ilk maddesinde bu kurumun bağımsız olduğu ifade edilir. Uluslararası federasyonlara üye milli federasyonların da bağımsız oldukları tüzükte temel ilke olarak işaret edilir. Hiçbir uluslararası spor federasyonu kimsenin emri altında değildir. Aynı durum, milli federasyonlar için de geçerlidir. Genel kurullar tarafından seçilir. Aksi halde her spor branşında devlete bağımlı olan milli federasyonlar uluslararası kuruluşlar tarafından üyeliğe kabul edilmez. Bunun için de uluslararası federasyonlar, Milli Olimpiyat Komiteleri’nden milli federasyonların bağımsız olduklarına dair belge isterler. Bugüne kadar olay çıkartmamak gerekçesiyle, tıpkı Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu Başkanı sayın Mümtaz Tahincioğlu’nun uğradığı haksız suçlamalara hedef olmamak için, bu konuda suskun kaldık. Ancak spor teşkilatımızın özerklik çalışmalarına başlaması ile bizde de belirli bir demokratik spor yönetimi ortaya çıktı.

Yakışmayan suçlama

Her zaman çalışmaları ve görüşlerini takdir ettiğim Türkiye Odalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu Başkanı ve FIA konseyi üyesi sayın Mümtaz Tahincioğlu’na karşı yaptığı suçlama ve hakaret içeren sözleri hem yadırgıyorum, hem de kınıyorum. Sayın Hisarlıkcıoğlu’nu, büyük deneyimleri olan bir kişi olarak tanıyorum. Nasıl böyle bir çıkış yaptığını anlayamadım. Sayın Tahincioğlu’nun, otomobil sporuna yaptığı katkıları ve Formula 1’in getirilmesindeki özverili çalışmalarını kimsenin unutmadığı inancındayım. Hem Türkiye’nin Otomobil Sporları Federasyonu Başkanı ve hem de FIA Konsey üyesine karşı bu şekilde konuşma yapılması spor camiasının tümünü üzdü. Çünkü bu olayda savunmayı genel görev olarak Tahincioğlu üstlenecek. İnsanlar, uluslararası kurumlara kolay çekilmiyor. Biz ise bir çırpıda bu değerli kişileri harcamaya çalışıyoruz.

Sıkıntı yaratacak

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ı tanıyorum ve takdir eden bir kişiyim. O da böyle bir sorun çıkmasını istemezdi. Ama iyi düşünülmeden, danışılmadan, sonuçta gelebilecek tehlikelerin neler olabileceği akla getirilmeden ve uluslarası federasyondan onay alınmadan yapılan bu iş bizim için büyük sıkıntı yaratacaktır. Böyle girişimlerden önce FIA gibi diğer spor federasyonlarının tüzüklerini ve organizasyonlarda gerekli bilgileri iyi bilmemiz gerekir. Yıllarca önce gene böyle bir hata ile Futbol Federasyonumuz az kaldı ağır bir para cezası alacaktı. Daha çok kısa bir zaman önce o günkü Futbol Federasyonu yöneticilerimizin yaptıkları hatalar sonucu İsviçre maçı sonrasında aldığımız ağır cezalar bize örnek olmalı...
Yazının Devamını Oku

Spor, kültür ve sanat

4 Ağustos 2006
DENİZLİ’de geçtiğimiz pazartesi günü Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ve Pamukkale Üniversitesi’nin birlikte organize ettiği APHRODISIAS-LAODİKEIA Festivali törenle başladı... Bilindiği gibi olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Couberten’in temel amacı spor kanalıyla dünya gençliğini bir merkezde toplayıp birbirlerini tanımalarını ve böylece barış içinde yaşamalarını sağlamaktı. İşte spor, kültür ve sanatı bir araya getirmemiz IOC’nin Kültür Komisyonu tarafından takdirle karşılandı ve geçen yıl başladığımız bu girişimimiz komisyon tarafından en başarılı organizasyon olarak görüldü.

Dünyanın her köşesinden gelen pırıl pırıl gençlerle bir araya geldik. Ülkemizi ve insanlarımızı tanıtmanın en güzel ve en etkili yolu budur. TMOK’un ve Kültür Komisyonu’nun gönüllü üyeleri ile bu organizasyonun sponsorlarını kutluyorum.

Olimpizm felsefesinin en çarpıcı örneğini Türkiye’nin sergilemesinden de büyük mutluluk duyuyorum.

Çifte standart

F.BAHÇE’nin Şampiyonlar Ligi elemesindeki rakibi B36 Torshavn, Faroe Adaları’nın şampiyonuydu. Faroe Adaları aslında bağımsız bir ülke değil. Danimarka’nın yönetimi altında yaşıyorlar. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne (IOC) yaptıkları üyelik başvurusu kabul edilmedi. Ancak FIFA, Faroe Adaları’nı üye kabul etti. İşin tuhaf yanı Türkiye Lig ikincisi ile oynadılar.

Şimdi gelin de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için üzülmeyin. Bağımsız bir devleti olmayan Faroe Adaları FIFA’nın üyesi, ama devleti, hükümeti ve her şeyi ile bağımsız bir ülke olan KKTC üye değil. Bu çifte standart hiçbir zaman bitmeyecek mi?.. Ortada ayıp olan bir ayırım var. Üstelik bu ayırım insan haklarına aykırı...

Bir yanda Danimarka’nın yönetimi altındaki ülkeye üyelik verilirken Kuzey Kıbrıs’a aynı hakkı tanımamak, çok dramatik bir çelişki oluyor. Buna benzer Pasifik Okyanusu’nda daha çok ülke var.

Şike varsa ispatlayalım

BİZ şimdi kendi içimizde renk kavgası yaparken, herkes Üsküdar’ı geçmiş gidiyor. Şike var, ama ispatı zor diyoruz. Doğrudur, bunun için de Futbol Federasyonu’nun resmi başvurusu ile her tür araştırmayı yapabilecek kanuni yetkiye sahip bir spor mahkemesi kurulması gerekir. Sadece içimizde kavga ediyoruz. Çözüm ortada.

Ayrıca hakemler de ikaz edilecek. Saha içinde futbolcuların konuşmalarından ve oyunda yapılan bilinçli hatalardan hakemlerde şike kanaati olabilir. Ve hiç kimse hakemin verdiği kararı bozamaz. Bu nedenle hakemlerin bu konuda da MHK tarafından eğitilmeleri ve uyarılmaları gerekmektedir.

Devamlı laf üretiyoruz. Ama asıl işimiz spor mahkemesini kurmak olmalı...

Teşvik primi komedisi

TÜRKİYE enteresan bir ülke... Eski Kulüpler Birliği ve ülkemizde en uzun süre kulüp başkanlığı yapan Gençlerbirliği’nin ve Türk futbolunun duayen yöneticisi İlhan Cavcav, "Teşvik primi şike değildir" diyor.

Sevgili Cavcav, adı üstünde buna teşvik primi deniyorsa bal gibi şikedir. Daha açık konuşalım. Sen rakip takımın futbolcularına vurun, kırın, her türlü pisliği yapın, maçı kazanın veya puan alın diyorsun ve bunu gerçekleştirdikleri taktirde bu rakip takımın oyuncularına para veriyorsun ve de bunun şike olmadığını iddia ediyorsun. Peki, şike nasıl oluşuyor?

Yapma Sayın Cavcav. Herhalde dalgınlığına geldi. Teşvik primi şikedir. Bunun başka türlü açıklanması olamaz, daha doğrusu olmaz... İşte bu nedenle Futbol Federasyonu’nun önerisi ile her türlü araştırmayı yapacak bir Spor Mahkemesi derhal kurulmalıdır. Her geçen gün futbolumuz daha fazla bir batağa sürükleniyor.
Yazının Devamını Oku