Serdar Devrim

Şimdi hiiiç ağlama

7 Şubat 2015
1980’li yıllarda halamın kırtasiyeci dükkanında tezgahtar olarak çalışan bir genç vardı. Askerde benim aşçımdı, terhis olunca peşimden İstanbul’a gelmişti.

Bir gün maaşının yetmezliğinden yakındı. Ben de - klasik - dükkanın para kazanmadığını, bir satış elemanına ancak bu kadar ücret ödeyebileceğini söyleyince, 30 yıldır unutmadığım bir cevap verdi bana: “Patron; siz para kazanmayı bilmiyorsunuz diye ben bu maaşla yetinecek değilim.”*
Ücretli çalışmanın ‘köleliğin modern şekli’ (yahut kapitalizmin köleliğe bulduğu, kamu vicdanını nispeten rahatlatıcı bir alternatif) olduğuna; çalışanın her koşulda emeğinin sömürüldüğüne inanan bir gençliğin içinden geldiğim için; üniversiteyi bitirdiğimde (biraz da, çelişkili ama, daha önce anlatmıştım, okuduğum bazı kitapların etkisinde kalarak) ‘kendimin patronu’ olmayı hayal etmiştim.

Ancak beni sadece kendi emeğimle geçindirecek bir sanatım veya zanaatim olmadığı için (ki buna hâlâ yanarım) insan çalıştırmam gerekeceğinden, en azından iyi bir patron olmaya, insan kalmaya kararlıydım.

Uzatmayayım, 15 yıl kadar zorladıktan sonra (1980’li yıllarda Türkiye’de bugünkünden beter bir vahşî kapitalizm hüküm sürüyordu) anladım ki, o günün şartlarında, hem işadamı olmak hem adam olmak kolay değildir. Benim harcım değil en azından. Birincisinden umudu 1990’da kestim, ikincisi için hâlâ debeleniyorum.

Yazının Devamını Oku

2015’in yöneticisine bir iki soru...

31 Ocak 2015
Bir makale okudum; 2015 yılının yöneticilerine şu tavsiyelerde bulunuyor, şu ev ödevlerini veriyordu:

1- Vizyonsuz yönetim başarısızlığa mahkumdur. Ve şirket vizyonunun da, geçmişte tutarlılığını ispat etmiş (dinlemenin emretmekten, bir stratejiye göre hareket etmenin kriz yönetmekten daha verimli olduğu gibi) - ama ne yazık ki krizin unutturduğu, kalıcı doğruların ve değerlerin üstüne bina edilmesi gerekir. Geçmişten ders çıkarmayı bilin ve uzun vâdeli düşünün

2- Bu vizyonu uygulamak için yeni-taylorizme sırt çevirin: Bilinmeyen karşısında insanlar, problemleri çok basite indirgemeye, her şeyi kontrol altında tutmaya ve kabuklarına çekilmeye meyillidirler. Halbuki tam tersini yapmak gerekir: Açık, yaratıcı ve deneyci olmak… Bunun için de (1) öğrenmeye, anlamaya çalışın; başkalarının bilgilerinden, fikirlerinden azamî faydalanın; (2) alçakgönüllü olun, ekibinize güvenin / inanın /dayanın.

3- Kötü alışkanlıkları, bürokratik yavaşlığı ve ağırlığı, ataleti üstünüzden atmak ve ekibinizi (heye)canlandırmak için ‘start-up ruhu’ iyi bir ilaçtır. Hiyerarşiye ve formaliteye (formalizme) takılmayan; hareketli, hızlı, dinamik, genç, önyargısız bir ekip ve çalışma gerekir. Kriz ortamında hızlı ve yaratıcı davranmak sizi ‘çareye’ götürebilir.

4- ‘Herkes işini yapsın ve her zaman nasıl yapıyorsa öyle yapsın’ diyen yönetici kötü yöneticidir. Ekibine güvenmek, potansiyellerini ortaya çıkarmak için serbest bırakmak riskli de olsa, daha akılcıdır. İyi yönetici, kendinden daha iyilerle, daha akıllılarla çalışmaktan korkmaz. (Strayer University Jack Welch Management Institute’un kurucusu Jack Welch, blogunda “Şirketteki en akıllı siz misiniz? Umarım değilsinizdir…” diye soruyordu. )

Yazının Devamını Oku

Eeeyyy Dupuy...

23 Ocak 2015
Eskiden (mesela benim ekonomi okuduğum yıllarda) şirketlerin bir ruhu olduğuna inanılırdı.

Ruh’ yani ‘varlıkların maddî olmayan tarafı’, anlamında.

Maddî varlıklarının yanısıra, şirketlerin, yönetenlerden ve çalışanlardan bağımsız bir ‘şirket ruhu’ olduğuna...

Sosyolog François Dupuy’ye bakarsanız, o günler artık geride kalmış.

Dupuy, Fransa’da ‘çalışma dünyası hakkında yılın kitabı’ seçilen araştırmasında (Lost in management, 2011) şirketlerin ‘göz kararıyla’ (daha doğrusu ‘kör uçuşuyla’) yönetildiğini söylüyordu.

Yazının Devamını Oku

Yetenekli ama neye yetenekli?

16 Ocak 2015
İnternetteki itiraf.com sitesinde bir zamanlar şöyle bir mesaj okumuştum:

“Lisenin son günlerini hatırlıyorum. İdealist, çalışkan bir öğrenciydim. Elimle koymuş gibi buldum tıp fakültesinin yolunu. Çok güzel, çok akıllı, çok nitelikliydim. Bunlar Tanrı vergisiydi, ben üzerine sadece emeğimi koydum. 16 yıl severek, isteyerek yaptığım cerrahlık mesleğimi bugün bırakıyorum. Hayatımı insanlığa hizmet etmeye adamıştım. Meğer bu adanmışlık gözlerimi kör etmiş. Yaşadığım ülkede alın teriyle, zekayla, özveriyle hiçbir yere gelinemeyeceğini artık biliyorum. Yeryüzündeki gölgen olmayı istediğim için beni affet Tanrım, sonsuz sabır sadece sana mahsus.”

*

Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde, ‘kaliteli-yetenekli insan’ zaten az çıkıyor.

(Doktor yahut biyolog değilim, onun için bilemem, ama ana-çocuk sağlığı, beslenme yetersizliği ve hataları, ana-babanın eğitimsizliği gibi etkenler mutlaka zihinsel ve bedensel gelişmeye darbe vuruyordur. Manzara da öyle gösteriyor.)

Yazının Devamını Oku

İyimser mi kötümser mi?

11 Ocak 2015
Bizde kadının yaşı gibi, erkeğin maaşı sorulmaz.

Maaşlar arasında öyle derin, öyle haksız bir uçurum vardır ki; tepe yöneticiler (çalışanlarına ne ödediklerini de bildikleri için zahir) aldıkları maaştan utanırlar; patronlar, üç kuruşa çalıştırdıkları ücretliler isyan eder diye korkarlar; neticede Türkiye’de kimin ne kazandığı konusu tabudur. Onun için Türkiye’de yöneticilerin kazancı haber konusu bile olmaz.

Halbuki Batı ülkelerinde, özellikle de kriz ve işsizlik döneminde, büyük şirket yöneticilerinin dudak uçurtan kazançları bitmeyen bir tartışma konusudur. 2008’de iflas ederek dünya ekonomisini sarsan bankaların yöneticilerinin bu başarılarına karşılık aldıkları milyonlarca dolarlık stock options ve primler insanları isyan ettirmişti.

2014 haziranında Journal of Financial Economics’te Clemens Otto imzalı bir makale yayımlanmıştı. Yönetici ne kadar çok kazanırsa, o kadar karamsar oluyor, diyordu.

Yönetici zenginleştikçe, geleceği daha karanlık görüyormuş. (Konuyla ilgisi yok ama aklıma çok sevdiğim bir Arap atasözü geldi: “Geleceğe kahve falından bakıyorsan, karanlık olmasına şaşmayacaksın!”)

Yazının Devamını Oku

Karanlıkları yenmek insanın görevidir…

4 Ocak 2015
İnsanlar 1 Ocak sabahı iki hayal kırıklığıyla uyanırlar:

Milli Piyango’dan bu yıl da havayı almışlardır.
Ve yeni yılla ilgili kararları bir kez daha fos çıkmıştır.

*
Birincisiyle ilgili, Hürriyet’te, 10 yıl önce, 3 Ocak 2005’te şöyle yazmışım: “1 Ocak sabahı kalkarsın, yılın ilk mesai günü işe gelirsin… 31 Aralık akşamı işten çıkarken yaptığın, kaçınılmaz, ‘Haydi arkadaşlar, hakkınızı helâl edin, aybaşında ben artık yokum, ararsanız Bahama Adaları’nda bulursunuz beni...’ esprisi / umudu boşa çıkmıştır...Söylemesen bile, aklından geçirdiğin ‘Pazartesi sabahı işe gelirim abi, açarım müdürün kapısını, ‘Lan hıyar’ derim ‘ben senin ta dıııııt...’ umudun bir dahaki ‘büyük ikramiyeye’ kalmıştır...

*

Yazının Devamını Oku

Primatlara böyle dendiğini hiç duymamıştım

28 Aralık 2014
Bir iş idaresi kitabından (hangisiydi bilmiyorum) kesip saklamışım:“Düşmanla dolu bir dünyada hayatta kalabilmek için canlıların, tecrübelerinden ve özellikle de hatalarından ders çıkarması şarttır. Bu da çevredeki bazı şeylere daha çok dikkat etmeyi (yani birtakım hatıralar oluşturmayı) gerektirir. Yüzlerce senedir dersliklere ve ofislere hapsedilmiş olsa da, insan beyni aslında önce vahşi ormanlarda, sonra savanada hayatta kalmak için şartlanmıştır. Hâlâ da öyledir.”

Sciences dergisinde bu notu destekleyen bir de makale okumuştum. Primatların daha büyük bir mükafata hak kazanmak için riski göze aldığını ve hatalarından ders çıkarmayı başardığını anlatıyordu.

(Bu vesileyle öğrendim ki, primatların bir diğer bilimsel adı da ‘iri beyinli yüksek memeliler’ imiş. Bunların bir de ‘küçük beyinli alçak memeliler’ türü vardır ki, burada sık sık söz ediyorum zaten.)

Yani daha iyi bir sonuç almak için riske girmek, demek ki hata yapmayı göze almak yaşamın bir parçası.

Beynini kullanan canlılar, ilaveten, yaptıkları hatalardan ders çıkarıp, bir daha sefere daha doğru bir karar almayı da biliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Anolis carolinensis yapar da benim vatandaşım yapamaz mı!

21 Aralık 2014

Bir ağaç kertenkelesi türü olan Anolis carolinensis üzerinde 20 yıldır araştırmalar yapan, Harvard’dan Yoel E. Stuart ve ekibi, geçen ay bilim dünyasını çok heyecanlandıran bir makale yayımladı.

Özetle:
Bu türden bireylerin hapsedildiği dar bir yaşam alanına, daha agresif bir rakip kertenkele türü bırakmışlar. Anolis carolinensis acımasız rekabetten kaçarak, ağaçların tepelerine ve yapraklı ince dallarına sığınmak zorunda kalmış. Ve - haber burada - 20 kuşak (10 yıl) gibi çok kısa bir sürede, ince dallara daha sıkı tutunabilecek şekilde ayaklarının değiştiği gözlemlenmiş.

Yani? Yani, evrim mutlaka milyonlarca yıllık bir süreç gerektirmiyormuş. Bazen, şartlar oluşur (veya bu araştırmadaki gibi oluşturulursa) çok hızlanabiliyormuş.

Yazının Devamını Oku