Nilüfer Kas

Boşanmanın 10 altın kuralı

3 Temmuz 2008
"Annelik Halleri", "Şu Çılgın Çocuklar" derken üçüncü kitabın keyfiyle tatile girdim. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan "99 Sayfada Boşanmış Ailelerde Çocuk" kitabı piyasaya çıktı. Kitabın en can alıcı bölümünde, boşanma aşamasındaki ya da boşanmış çiftler için bu işin olmazsa olmaz 10 altın kuralı yer alıyor. Prof.Dr. Mücahit Öztürk’le birlikte 6 aydır üzerinde çalıştığımız "99 sayfada Boşanmış Ailelerde Çocuk" adını taşıyan kitap sonunda bitti ve İş Bankası Kültür Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Levent Cinemre’nin katkılarıyla okurlarla buluştu. Söyleşi biçiminde hazırladığımız kitapta, sizlerin aklına takılabilecek olası soruları Prof. Dr. Mücahit Öztürk’e yönelttim. Çocuk ve ergen ruh sağlığı uzmanı olan Prof. Dr. Mücahit Öztürk, boşanma kararının çocuklar üzerindeki etkisi ve ailelerin çocuklarıyla kurması gereken ilişki konusunda değerli bilgiler verdi.

Kitapta, "Boşanma kararı çocuklara nasıl açıklanır? Hangi yaştaki çocuklar boşanmaya nasıl tepki gösterir? Evden ayrılan tarafla çocuğun ilişkisi nasıl olmalıdır? Kardeşlerin eşler arasında paylaşılması çocukları nasıl etkiler? Boşanma sonrası yeni ilişkiler çocuklarla nasıl ve ne zaman tanıştırılmalıdır?" gibi çok güncel soruların yanıtları yer alıyor.

İşin içine yaşanmışlık girince içerik daha doyurucu oldu. Acaba neyi atladım dediğim noktada yeniden hocaya döndüm. Araya uzun yurtdışı seyahatleri girince üç ayda bitiririz dediğimiz kitabı elimize almamız 6 ayı buldu. Ama ortaya tatmin edici bir eserin çıktığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Çocuk ne olacağını merak eder

Boşanma oranının bu denli arttığı bir dönemde çoğunluğun kafasındaki soru işaretlerini gidereceğini umduğum "99 Sayfada Boşanmış Ailelerde Çocuk" kitabının en can alıcı bölümünü sizlerle paylaşmak istedim. Aslında buna 10 altın kural da diyebiliriz.

Çocuk sahibi olan, ancak boşanma kararı alan çiftler bu sürecin olmazsa olmaz kurallarının ne olduğunu ne yazık ki bilemiyor. Ortaya çıkan manzara her iki tarafı da memnun etmiyor. Arada kalan çocuklar ise en çok canı yanan taraf olarak yaşama tutunmaya çalışıyor.

Boşanma ya da evliliğini sürdürme konusunda gel-git yaşayan, kararının çocuğunu nasıl etkileyeceğini kestiremeyen, yeni bir yaşam için cesaret arayanlar için bu işin olmazsa olmaz 10 kuralı şöyle:

1Çocuk için anne babasıyla birlikte yaşamak kadar önemli olan başka bir şey de ailede huzur ve mutluluğun olmasıdır. Evliliğin sürmesi aileye sürekli mutsuzluk getiriyorsa ayrılık kaçınılmaz olabilir.

2Ayrılık kararı anne-baba tarafından çocuğa birlikte açıklanmalıdır. Ayrılık nedenleri detaylara inmeden çocuğa anlatılmalı, karşılıklı suçlamalardan kaçınılmalıdır.

3Çocuğun ayrılığa vereceği tepkiler sabır ve anlayışla karşılanmalıdır. Çocuğun duygularını rahatlıkla ifade etmesine izin verilmelidir.

4Ayrılma sürecinde yardıma en fazla ihtiyacı olan kişi çocuklardır. Sizler çocuğunuzdan yardım istemeyiniz, anlayış beklemeyiniz.

5Çocuğunuzun yanında eski eşinizi eleştiren, aşağılayan, suçlayan sözler söylemeyiniz.

6Çocuk anne-babasını ne zaman ve ne kadar süre göreceğini önceden bilmelidir. Çocuğu göreceği zaman konusunda anne-baba titiz davranmalı ve verdiği sözü tutmalıdır. Söz verdiği gün çocuğunu görmeye ya da almaya gelmeyen ebeveyn, çocuğunu ne kadar hayal kırıklığına uğrattığını tahmin edemez.

7Hafta sonu çocuğu yanına alan ebeveyn, bu zaman dilimini çocuğuyla kaliteli şekilde geçirmelidir.

8Çocuğun önemli günlerinde ya da yaşadığı sorunların çözümünde eşler birlikte hareket etmek ve aynı ortamlarda bulunmak zorundadırlar. Ayrılmanın getirdiği suçluluk duygusuyla çocuğa sürekli taviz verilmemelidir.

9Ayrılan eşler, yeni erkek ve kız arkadaşlarını çocukla tanıştırma konusunda acele etmemelidirler. Çocuklar bu yeni kişiye aşırı bağlanma yaşayabilirler. Anne-babanın yeni arkadaşı ile yaşayacağı olası ayrılıklar çocuğun ikinci bir ruhsal sarsıntı yaşamasına neden olabilir.

10 Çocuğun ayrılığa vereceği tepkiler normal sınırları aşıp ruhsal anlamda sorun haline de gelebilir. Depresyon, kaygı, uyku bozuklukları, okul sorunları, davranış sorunları gibi geniş bir yelpaze içinde görülebilecek ruhsal sorunlarda mutlaka çocuk psikiyatrisi uzmanlarından yardım istenmelidir.
Yazının Devamını Oku

Spor ergenliği geciktirir mi

26 Haziran 2008
Anneler, kız çocuklarının ergenliğini geciktirmenin yollarını arıyor. Uzmanlara göre, spor yapan çocuklar ergenliğe daha geç giriyor. Çünkü ergenliğe giriş vücuttaki yağ oranının belli bir seviyeye çıkmasıyla başlıyor. Türkiye’nin gündemiyle biz annelerin gündemi arasında ne kadar farklı diye düşünürken aslında o kadar da ayrışmadığımızı gördüm. Erken ergenlik sıkıntısı yaşayan anneler yaşayacakları olası sıkıntılar yüzünden kriz geçirirken, Türkiye başka başka krizlerle mücadele ediyor. Kızı 8, oğlu 10-12 yaşında olan annelerin ortak gündem maddesi "erken ergenlik".

Meme büyümesi var mı, tüylenme söz konusu mu, kilo problemi var mı derken vallahi kafayı yiyeceğiz. Herhangi bir yerde bir uzmanla bir araya geldiğimde ne yapıp edip konuyu ergenliğe getiriyorum. Hangi alanda uzman oldukları önemli değil, yeter ki bir şekilde çocuklarla ilgili olsunlar.

Geçen hafta Algida Max’ın dondurma alışkanlığı ve dondurmanın yararlarıyla ilgili toplantısında Beslenme ve Diyet Uzmanı Bengül Akgün’le tanıştım. Bengül Akgün iki çocuk annesi. Oğlu lisede okuyor, kızı ise Nehir’den bir yaş büyük. İki ay kadar önce Nehir’in sol el grafiğini çektirip kemik yaşına baktırmıştım. Nehir 9 yaşında ama kemik yaşı 10,5. Bengül Akgün’ün kızı da kendi yaşından iki yaş ileride bir kemik yaşına sahipmiş. Akgün’e kızının ergenliğe erken girmemesi için herhangi bir önlem alıp almadığını sordum. "Spora başlattım, ayrıca dans kursuna yazdırdım" dedi.

Meğer spor yapan çocuklar yaşıtlarına göre ergenliğe daha geç girerlermiş. Nehir düzenli spor yapmıyor. Okulda iki saat beden eğitimi, iki saat de buz pateni yapıyordu. Teneffüslerdeki koşuşturmalar spordan sayılmıyor. Bengül Akgün, illa idman şeklinde spor yapılması gerekmediğinin altını çizdi.

Yoksullar daha geç giriyor

Bu konuda enteresan bilgiler mevcut. Mesela, zengin ülkedeki çocuklar yoksul ülkedeki çocuklardan, kentte yaşayanlar kırda yaşayanlardan daha erken ergenliğe giriyor. Yoksul ülkelerin beslenme yetersizliği yaşayan çocuklarında ergenlik gecikiyor. Çünkü ergenliğe giriş vücuttaki yağ oranının belli bir seviyeye çıkmasıyla başlıyor.

Çocuklar genellikle 30 kilograma ulaştıklarında bu süreç başlıyor. (Nehir 33 kilo) Zayıf ve kısa boylular, şişman ve uzun boylu çocuklara göre ergenlik çağına daha geç giriyor. Çünkü zayıf çocuğun hormon salgısı yetersiz oluyor. Vücudunda yağ dokusu az olan atletler, balerinler, çok ağır spor yapanlarda da ergenliğe giriş gecikiyor.

Yüksek rakımlı ya da soğuk ülkelerde yaşayan çocuklar, deniz seviyesinde ve sıcak ülkelerde yaşayanlara göre ergenliğe daha geç giriyor. Siyah ırkta ergenlik, beyaz ırka göre erken başlıyor. Uzakdoğulu çocuklar ergenliğe, Batılılara oranla erken giriyor. Yapılan araştırmalarda çocukluğundan itibaren ağır spor yapan sporcularda adet gecikmesi görülüyor. Bunun en büyük nedeni olarak vücuttaki yağ dokusunun gelişiminin, seconder seks gelişimini engelleyecek kadar az olması gösteriliyor. Yani ağır spor yapan kızların yüzde 60’ında hiç adet görmeme durumu yaşanabiliyor.

Bengül Akgün’e kızımın düzenli spor yapma ihtimalinin düşük olduğunu söyledim. Çünkü Nehir’de öyle bir gayret yok. İstiyor ki, yesin, içsin, oynasın, gezsin. Okulların kapanmasından sonra neredeyse günün 6 saatini sokakta geçiriyor. Bu durumdan o son derece memnun. Son iki yıldır Nehir’in sokağa çıkmasına izin veriyorum. Sokak onu büyütüyor. Yaz aylarındaki büyüme oranı kışa göre daha fazla. Bu büyüme o kadar bariz ki okula dönüşte hem öğretmeni hem de arkadaşlarının anneleri bu farkı dile getiriyorlar.

Kış aylarında dondurma

Nehir için yazın en güzel tarafı sokakta gönlünce oynaması ve her gün dondurma yemesi. O gün toplantıda Algida Max’ın yöneticilerine yaz aylarında iyi bir müşteri olduğumuzu söyledim. Onlar da yaz aylarındaki dondurma tüketiminden memnunlar ama Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi kış aylarında da dondurma tüketiminin olmasını arzu ediyorlar. Dünyadaki tüketime baktığımızda Türkiye ortalaması oldukça düşük. Ama Türkiye verilerine baktığımızda her 5 yılda bir tüketim iki katına çıkmış. Dondurma ara öğün için iyi bir alternatif. Ürün çeşidi o kadar fazla ki... Algida şimdi de kalsiyum oranı diğer çeşitlerine göre 3-4 kat daha fazla olan probiyotik dondurmayı piyasaya sürmüş. Max Probiyotik Kap’ın çocukların günlük kalsiyum ihtiyacının yüzde 30’unu karşıladığını belirtiyorlar.

Neredeyse hiç dondurma tüketmeyen biri olarak yazın Nehir’e müdahale etmiyorum. Kış aylarında dondurma yediğinde hastalandığına inanan gruba ben de dahilim. Ne yazık ki bu önyargımı yıkmam için kırk fırın ekmek yemem lazım.
Yazının Devamını Oku

Çocukları etkileyen tarladaki ürünler

19 Haziran 2008
Tarladaki ürünümüzü hormonlu diye ithal edemiyor, ucuz diye biz yiyoruz. Oysa yarattığı sonuçlar en çok çocukları etkiliyor. Mesela Portoriko’da 1986’da soya sütüne bağlı küçük kızlarda meme gelişimi rapor edilmiş.

arladan soframıza uzanan yolculukta sebze ve meyvelere konan ambargo, bu ambargonun nedenleri herkesin canını fazlasıyla sıkıyor. Pazara gidiyoruz ama içimiz çok da rahat değil. Neredeyse tezgáhlar arasında "Bu hormonludur, yok bu değildir" diye yazı tura atacağız.

Bu olumsuz çevresel faktörlerin çocuklarımızı nasıl etkilediği ise muamma. Aslında son on yıldır sonuçları bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz’e çevresel faktörlerin insanoğlunun dikkatini ne zaman çektiğini sordum. Atilla Hoca, bilimsel yayın olarak özellikle erkeklerde oluşan bazı değişikliklerin 1996’dan itibaren Danimarka’da neşredilmeye başladığını söyledi. Erkek nüfusun yüzde 1’inde testis kanseri görülmesi, okul çocuklarının yüzde 5-6’sında inmemiş testis saptanması, yeni doğan çocukların yüzde 1’inde peygamber sünneti olarak bilinen hipospadias’ın gözlenmesi Danimarka’da tedirginliğe yol açmış ve ard arda bilimsel makaleler yayınlanmaya başlamış. Erişkin erkeklerin yüzde 40’ında sperm sayılarında düşüklük gözlenmesi ve tüp bebek denilen yardımcı üreme teknikleri ile olan doğum oranının yüzde 6’ya çıkması Danimarka’da yaşam tarzının ve çevresel faktörlerin irdelenmesini gündeme getirmiş.

Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz asıl bombayı çocuklar üzerinde yapılan araştırma sonuçlarını söyleyince patlatmış oldu. Ergenlik çağına giriş yaşı olan kızlarda 10, erkeklerde 12 yaşına kadar olan sürede seks hormonlarının (erkeklerde androjen, kızlarda östrojenin) laboratuar şartlarında ölçülemeyecek kadar düşük çıkması çok önemli bir nokta. Asıl kötü olan ise normalde vücutlarında bu hormonlar bulunmayan çocuklarda dışarıdan bu hormonların alınması, bu hormonları vücudunda bulunduran erişkinlerden daha fazla çocukları olumsuz etkiliyor. Çocuklar, erişkinlerden daha çok risk altında.

Doğal östrojenli besinler

Hormon bozucu çevresel maddeler, dışarıdan alınan ve alan kişide kendi hormonal dengesini bozan maddeler olarak tanımlanıyor. En sık rastlanılan örneği, fitalat ve bisfenol A maddeleri. Bu maddeler, bazı plastik kapların yapımında kullanılıyor. Uzakdoğu kaynaklı oyuncakların ithalatı bu nedenle yasaklandı.

Portoriko’da 1986 yılında soya sütüne bağlı küçük kızlarda meme gelişimi rapor edilmiş. 2000’de vejetaryen annelerden doğan erkek çocuklarda, hipospadias’ın (peygamber sünneti) sık görülmesi, bu annelerin sebze ve meyvelerden aldığı fitoöstrojenlere bağlanmış.

Tüketiciler ne yapmalı

Hocaya "O halde tüketiciler ne yapmalı?" diye sordum. Hoca önemli uyarılarda bulundu: "Dikkat edilirse belirli zamanlarda, belirli tarım ürünleri ihracında zorluk çıkıyor ve bazı ülkeler "limit dışı zararlı madde var" diye bu maddeleri almıyorlar. Aslında üretim aşamasında kontrolün sağlanmasını, üreticilerin eğitimiyle kontrol etmek mümkün. Yani asıl görev devlete ve ilgili bakanlıklara düşüyor. Bu konu bütün dünyada güncel bir konu. Tüketici alacağı gıda maddelerinin daha çok mevsimsel olanlarını tercih etmeli, normal olması gerekenden şekil olarak bozuk olanlarını almamalı. Amerikan Kalp Akademisi tüketilecek sebze, meyve ve tahılın makul bir miktarda ve değişik çeşitler olmasını öneriyor. Yani aynı cinsten çok fazla, aynı anda tüketilmesi önerilmiyor.
Yazının Devamını Oku

Sınavlar hakkında üstü örtülü mesaj vermeyin

11 Haziran 2008
Sınav kaygısı taşıyan öğrencilerde sorunu çözmenin temeli, başarıyı tanımlamaktan geçiyor.

Yazının Devamını Oku

Bebeklerin yarısı meyve yemiyor

5 Haziran 2008
Soframızda organik gıdalara ne kadar yer verebiliyoruz? Haklısınız organik gıdaların ucu gelip paraya dayanıyor. Hepimiz sağlık için organik gıdaların ne kadar önemli olduğunu biliyoruz ama 15 YTL’lik organik kirazı bir oturuşta yiyen orta direk bir ailenin haftada kaç kez organik kiraz yiyebileceğini varın siz hesaplayın.

Kendisine göstermediği bu cömertliği çocuklarına yapmak için çabalayan çok ebeveyn var. Hormonu basınca neredeyse küçük elma büyüklüğüne ulaşan çileği gönül rahatlığıyla çocuklarına yediren anne-baba herhalde yoktur. Yeni doğmuş bebeklerin gelecekte sağlıklı bir yetişkin olabilmeleri için bebeklik döneminde yedikleri gıdaların büyük önem taşıdığını hatırlatmıyorum bile.

Beslenmenin çocuk üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu kızım üzerinde test ettim, onayladım. Yoğurduna, çorbasına, yemeğine değil de en çok hazır meyve suyu içirmeyeyim diye katı meyve sıkacağıyla aramda geçen mücadeleye yanarım. O aleti temizlemek bana işkence gelirdi.

Milupa’nın yüzde 100 organik, aylara göre meyvelerin seçildiği yeni ürünüyle tanışınca Nehir’in erken doğduğuna, yeni bebeklerin ve annelerinin bizlerden çok daha şanslı olduğuna inanıyorum. Öyle demeyin 10 yıl yenilikler için aslında çok uzun bir süre.

Doğal meyve suyu içirin

Türkiye’de yapılan araştırmalara göre, 0-3 yaş arasındaki bebeklerin yüzde 40’ı günde 1 kez meyve yerken, yüzde 60’ı şekerli abur cubur tüketiyor. Çocukların gazlı içecekler ile tanışma yaşı ise 1! Oysa bebeklerin 4-6. aydan itibaren her gün en az 70 gr. meyve tüketmesi ve gazlı içecekler yerine yüzde yüz doğal meyve suyu içmeleri gerekiyor.

Sağlıklı nesiller yetiştirmek amacıyla "Gelecek İçin Beslenmek" vizyonunu benimseyen Milupa, bu gerçeklerden yola çıkarak yüzde 100 organik meyve suyunu üretti. Bu tür markalar genellikle yurtdışında geliştirilen ürünleri pazarlar. Fakat organik meyve suyu Türk usulü. Milupa’nın tarihinde ilk kez bir ürün Türkiye’de üretildi. Milupa bebek beslenmesi konusundaki uzmanlığına annelerin deneyimlerini katmak için ürün içeriklerini annelerle birlikte oluşturmuş.

Organik tarımın ne zor şartlar altında gerçekleştirildiğini biliyorsunuz. Bebekler söz konusu olunca bu titizlik iki katına çıkıyor.

Milupa’nın yüzde 100 organik meyve suları ürün tarladan bebeklere ulaşıncaya kadar olan yolculuğunun her aşamasında detaylı analizlerden geçirilmiş. Ayrıca tüm bu aşamalar yetkilendirilmiş bağımsız kuruluşlar tarafından incelenerek sertifikalandırılmış.

Ekstra şeker bulunmuyor

Yeni meyve sularının tanıtımı için geçen hafta Saklıköy’deydik. Saklıköy Organik Bostan’ın sahibi Hakan Kök, organik tarımın özelliklerinden bahsederek, meyveleri böceklerden korumak için doğal yöntemlere başvurduklarını anlattı. İspanyolların organik tarımda kullandığı mücadele yöntemlerinden biri böceklerin baş düşmanı olan kuşlar için yuvalar yapılması.

Tarladaki yabani otlar geleneksel yöntemler ile yani elle ayıklanıyor, sulama ise damlama yöntemiyle yapılıyor. Kelebek ve sümüklüböcekler için de bir pet şişesinin üstü kesilip ters olarak ağaca asılıyor. Asılmadan önce içine biraz elma suyu da şerbet konuluyor. Bu tuzak meyveleri koruyor.

Karıncaların ağaca tırmanmaması için meyve ağaçlarının gövdesine çift taraflı bant yapıştırılıyor. Karıncalar yapışkan tabakayı aşamadığı için ağaca zarar veremiyor.

Bir günlük Saklıköy gezisinde bu önemli ve uygulanabilir yöntemleri öğrendim. Milupa arada kaynadı zannetmeyin. Organik meyvelerin sıkılmasıyla elde edilen meyve sularının içinde ekstra şeker ve su bulunmuyor. Elma, kayısı, muz, ahududu ve üzümden oluşan beş farklı seçenek özellikle çalışan annelerin imdadına yetişecek gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Suça sürüklenen çocuklar

29 Mayıs 2008
Yaşları 7-16 arasında değişen suçlu çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma, "suçlu çocuk eşittir sokak çocuğu" önyargısının çok da doğru olmadığı gerçeğini ortaya koydu. Araştırmaya göre sokaktaki değil aile yanındaki çocuklar daha fazla suça karışıyor.

izim toplumumuzda önyargılar gerçeklerden daha çok prim yapar. Son dönemde yaşanan olaylar nedeniyle toplumda özellikle sokakta yaşayan çocukların suça daha fazla eğilimli oldukları konusunda bir önyargı oluştu. Çoğunlukla yalnızlığa itilmiş, aile tarafından da terk edilmiş sokak çocuklarına toplumun adaletsiz bir yaklaşım sergilediğine inanıyorum.

Bu nedenle Prof. Dr. Bengi Semerci başkanlığındaki Bengi Semerci Enstitüsü’nün yaptığı "Suça sürüklenen çocuklarda ruhsal sorunların ve ailenin suça sürüklenmedeki rolü" başlıklı araştırma sokak çocuklarının lehine sonuçlandığı için kendi adıma mutluyum. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, suça sürüklenen çocuklar sanıldığı gibi ağırlıklı olarak sokakta yaşayan çocuklar değil. Bengi Semerci Enstitüsü ekibi, yaptıkları araştırmayla suça sürüklenen çocukların yüzde 75’inin aileleri ile yaşadığını ortaya koydu.

Uluslararası Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Konferansı’nda (IACAPAP 2008) ilk sonuçları açıklanan araştırma, Ağaçlı Suça Sürüklenen Çocuklar Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki çocuklar üzerinde yapıldı. Yaşları 7-16 arasında değişen toplam 52 (20 erkek, 32 kız) çocuğun katıldığı araştırmayı değerlendiren Prof. Dr. Bengi Semerci, çocukların suça ve yasal olmayan olaylara gün geçtikçe daha fazla karıştığına dikkat çekiyor.

Enstitü ekibinin yaptığı araştırmadan çıkan bazı sonuçlar ise dikkat çekici... Normal çocuklarda yüzde 4-8 oranında görülen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu oranı, suça sürüklenen çocuklarda yüzde 40,4 oranında ciddi bir artış gösteriyor. Tedavi edilmeyen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğuna dönüşüyor. Davranım bozukluğunun belirtileri ise evden kaçma, okuldan kaçma, insana, hayvana ve mala zarar verme gibi davranışları kapsıyor.

Suça sürüklenen çocuklarda davranım bozukluğu oranı yüzde 69,2... Bu oranın normalde yüzde 20-30 arasında olduğunu dikkatinize sunarım. Zamanında tanısı konulduğunda kolayca tedavi edilip kontrol altına alınabilen ’dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun’ tanınması ve tespiti de çocukların suça sürüklenmesini önlemede büyük önem taşıyor.

Aile ile iletişim önemli

Araştırma kapsamında değerlendirilen çocukların yüzde 75’i aileleri ile yaşarken, yüzde 14,3’ü yurtta, yüzde 10’u da sokakta yaşayan çocuklar. Buna göre, aile ile yaşamak koruyucu önlem değil. Çocukların suça sürüklenmesinde aile en önemli etkenlerden biri olsa da, ailenin yanında olmaktan çok ailenin çocukla iletişimi ve koruyucu olması önemli. Aynı araştırmada, suça sürüklenen çocukların yüzde 76,6’sının ailesinde en az bir başka bireyin de suça karıştığı görülüyor.

Araştırmayı değerlendiren ve suçlu değil suça itilen çocuklar olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Bengi Semerci şu noktaların altını çiziyor: "Yapılan değerlendirmelere göre bu çocukların yaklaşık yüzde 45’i eğitim sisteminin dışında. Eğitim sisteminin içinde olanlarsa başarısız ve zor okuyan çocuklar. Başarısızlık nedeni ile okulu bırakmış ve eğitim alamamış çocuk, ailenin ve çevrenin insafına kalıyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, başarısızlığın en önemli nedenlerinden biri. Oysa tedavi edildiğinde çocuk hem eğitim sisteminin içinde kalarak daha iyi korunup izleniyor, hem de eğitim aldıkça suça karşı kendini savunacak değerleri öğrenebiliyor. Risk taşıyan ailelerin denetlenmesi, çocukların gerektiğinde koruma altına alınması ve izlenmesi, ailenin bu konuda eğitilmesi ve izlenmesi koruyucu olabilir."
Yazının Devamını Oku

Hayat kurtaracak öneriler

22 Mayıs 2008
Yaz sıcaklığı varlığını hızla gösterdi. Nehir son bir haftadır okul dönüşü 1 saate yakın bisiklete biniyor. Çocukların aklı bir karış havada. Okulların tatil olmasını en az onlar kadar biz büyükler de iple çekiyoruz. Sabahın köründe uyanmak, Nehir’i uyurken giydirmek artık benim için Çin işkencesine döndü. Kafamın üstünde 1 ton ağırlıkla geziyor gibiyim. Ama yaz gelince dert bitecek mi? Hayır... Bu sefer yaz sıcağında çalışacağız. Aklımız bir karış havada, gözümüz havuzlarda olacak. Koca bir kış boyunca antibiyotik kardeşliği yaptığımız üst solunum yolu enfeksiyonlarıyla vedalaşıp, yaz hastalıklarıyla yeniden buluşacağız. Yaz aylarında çocukları bekleyen riskler kışa göre daha fazla. İshal, güneş çarpması, boğulma, böcek ısırması gibi rahatsızlıklar çocuklarımızı ciddi anlamda tehdit ediyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Amerikan Pediatri Akademisi Üyesi Dr. Hayriye Aygar yaz hastalıkları konusunda ebeveynlere önemli uyarılarda bulundu. İnşallah kimsenin başına gelmez ama Dr. Hayriye Aygar’ın uyarıları hayat kurtaracak türden.

Özellikle 0-5 yaş grubu çocuklarda sık görülen yaz ishalini hafife almayın. İshal hızla gelişen sıvı kaybına neden olduğu için kayıp yerine konmazsa ölümlere yol açabiliyor. Her yıl beş yaşın altındaki yaklaşık 10 milyon çocuk ishalden ölüyor. İshal normalde 3-7 gün arasında geçiyor. Bazı anneler kendi kafalarına göre ilaç kullanıyor. Aman çocuğunuza doktor önerisi dışında ishal kesici ilaç veya antibiyotik vermeyin. Bu dönemde kaynatılıp soğutulmuş su, çocuğun yaşına uygun olarak ayran, açık çay, pirinç suyu, havuç suyu, çorbaları tercih edin. İshal geçtikten sonra çocuk normal tartısına ulaşana dek günde bir öğün fazla beslemeye özen gösterin.

Güneşin zararları

Güneş ışınlarının D vitamini üretilmesi açısından faydası yanında zararı da olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Alerjik çocuklarda güneş alerjileri yaşanabiliyor. (Şekil-A bir Nehir) Çocuğunuzun derisinde kızarma, kabarma, kaşıntı gibi belirtiler varsa güneşten daha fazla koruyun.

Yaşam boyu alınan güneş ışınlarının yüzde 75’i 20 yaşa kadar yani çocukluk döneminde alınıyor. Bu nedenle güneş ışınlarından bebekleri ve çocukları çok iyi korumak gerekiyor.

Hem yüzeysel hem de hücresel koruma sağlayan mineral filtreli ürünler kullanın. Çocukları oyundan koparmak zor olduğundan bazen istenmeyen güneş yanıkları meydana gelebiliyor. Güneş yanığı olan çocuğa soğuk duş, kompres yapmak gerekiyor. Güneş çarpmasında serin yere götürüp giysilerini çıkarmak, başına buz kompresi yapıp serin tutmak, bol sıvı vermek hayat kurtarıcı olabilir. Ama baş dönmesi, ateş, bulantı, kusma olursa doktora başvurun.

Çocukları parklardan, bahçelerden koparmak mümkün değil. Bu nedenle böcek ve sinek ısırıklarına karşı bazı önlemler alabilirsiniz. Mesela pikniğe, çocuk bahçesine giderken çocuğunuza parlak renkli veya çiçek desenli giysiler giydirmeyin. Çocuğunuz üzerinde kokulu sabun, parfüm, saç spreyi kullanmayın. Arı sokmalarında ısırılan bölgeyi sabunla yıkayıp bol durulayın. Buz uygulayın. Kaşımayın. Alerjisi varsa doktora götürün.

Boğulma riski

Geçen yaz biz tatilin önemli bir bölümünü havuzda geçirdik. Nehir sadece yemek yemek ve tuvalet ihtiyacını gidermek için sudan çıktı. Gözümün önünde olmasına rağmen yine de havuzda güvenliğinin tam olmadığına inanıyorum. Her an müdahale hazır halde olunca gözümü kapatıp güneşin tadını da çıkaramıyorum. Zaten Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Amerikan Pediatri Akademisi Üyesi Dr. Hayriye Aygar da "Çocukları bir an için bile olsa, havuzun içinde veya yakınında asla yalnız olarak bırakmayın" diye uyarıyor.

Eğer bir boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsanız paniklemeyin. Çocuğu düz bir yere yatırın, yüzüstü çevirerek ağzındaki ve burnundaki suların dışarı çıkmasını sağlayın. İlk yardım tekniklerini biliyorsanız suni solunum yapmak durumunda kalabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Özgür çocuk için Osho felsefesi

15 Mayıs 2008
Çocuklarımızı ilk doğduğu andan itibaren koşullandırıyoruz. Neye ya da kime benzemesini istiyorsak onun için çabalıyoruz. Hangimiz çocuğumuzu tamamıyla özgür bırakıyoruz ki? Hintli guru Osho’ya göre anne-babalar boyun eğen çocukları sever ama boyun eğen çocuk en aptal olandır!
eçen hafta gazetede sayfa yaparken sayfa sekreterinin masasında "Çocuk" adında bir kitap dikkatimi çekti. Kitabın arka kapağında ilginç bir saptama vardı:

"Çocuk anne-babalar tarafından çirkin şekillerde koşullandırılıyor. Anne-baba koşullandırması dünyadaki en büyük köleliktir. Bu tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır. Sadece o zaman insan, ilk defa, gerçekten özgür, hakikaten özgür, sonuna kadar özgür olacaktır. Çünkü çocuk, insanın babasıdır. Şayet çocuk yanlış bir şekilde büyütülürse o zaman tüm insanlık yanlış yöne gider. Çocuk tohumdur. Şayet tohumun kendisi zehirlenmişse, bozulmuşsa, o zaman özgür bir insan bireyi için hiçbir umut yoktur, o zaman bu rüya asla gerçek olamaz. Kişilik senin doğanın içinde anne-baba, toplum, din adamı, politikacı ve eğiticiler tarafından üretilmiştir. Onların tüm amacı her çocuğu, kurumsallaşmış olan topluma uyum sağlayacak şekilde sakatlamak, her çocuğu mahvetmektir.

Bir korku vardır: Şayet çocuk en başından itibaren koşullanmadan bırakılırsa o öylesine zeki, öylesine tetikte ve farkında olacaktır ki onun tüm yaşam tarzı bir başkaldırı olacaktır. Ve hiç kimse asileri istemez; herkes boyun eğen insanlar ister. Anne-babalar boyun eğen çocukları sever ama boyun eğen çocuk en aptal olandır. Başkaldıran çocuk ise zeki olandır ama ona saygı duyulmaz ya da o sevilmez. Öğretmenler onu sevmez, toplum ona saygı göstermez; o kötülenir."

Bu satırları okuyunca biraz sarsıldım. Çünkü Osho çoğunluğun yaptığı bir hatadan söz ediyordu. Hindistan’da dünyaya gelmiş, 21 yaşındaki aydınlanmasından sonra etkisi giderek tüm dünyaya yayılmış Hintli guru Osho’nun "Çocuk" kitabında, farklı konularda anne-babaların kafasını karıştıran soruların yanıtları da yer alıyor.

Osho’nun öğretileri

Çocuklarımızı ilk doğduğu andan itibaren koşullandırıyoruz. Neye ya da kime benzemesini istiyorsak onun için çabalıyoruz. Hangimiz çocuğumuzu özgür bırakıyor ki?

Çocuklardan önce eşleri değiştirmek için ayrı bir mücadele verilmiyor mu? Kaçınız sizi değiştirmeye çalışan kişiye itiraz edip "Beni olduğum gibi kabul et, beni değiştirmeye çalışma!" diye başkaldırdı?

Osho, sohbetlerinden birinde çocukların egosuyla ilgili bir öykü anlatıyor: Küçük bir çocuk büyükannesini ziyaret etmiş. Çocuk dört yaşındaymış. Geceleyin büyükannesi onu uyuturken aniden bağırmaya ve ağlamaya başlamış, "Eve gitmek istiyorum. Karanlıktan korkuyorum" demiş. Büyükanne "Çok iyi biliyorum ki, hiçbir zaman odanın ışığının yandığını görmedim, orada da karanlıkta uyuyorsun. Öyleyse burada neden korkuyorsun?" diye sormuş. Çocuk "Evet, bu doğru ama o benim karanlığımdı" demiş. Babaannesinin evinde bilinmeyen bir karanlıkla karşı karşıya kalan çocuk, egosuna sarılıyor ve bildiği karanlığı istiyor.

Bizim toplumumuzda tüm çocukların toplumla uyumlu halde yetiştirilmesi şarttır. Her anne-baba bu basit ilke doğrultusunda hareket eder. Hem özgür bireylere olan özlemden söz ediyoruz hem de büyütürken kurallar dışına çıkmasınlar istiyoruz. Başta anne-babalar olmak üzere öğretmen, yönetici, patron, eş, bireyi istediği gibi yönlendirmek, kontrol altında tutmak arzusunu taşıyor.

Her çocuğun bir merkeze ihtiyacı var. Çünkü çocuk kendi merkezinin tamamıyla farkında değil. Aile ona bir merkez veriyor ve çocuk, egosu nedeniyle kendisinin merkez olduğuna ikna oluyor.

Şekil vermeyin

Başta kızım olmak üzere çocuklar kim olduğu hakkında sürekli soru soruyor. Yani kim oldukları hakkında başkalarından fikir alma yolunu tercih ediyorlar. Oysa bu doğrudan bir deneyim değil. Çünkü çocuğa kim olduğu hakkında verilen fikirler, çevresindeki insanlara aittir.

Eğer çocuğu "başarılı, cesur, çalışkan, atak, hırslı" gibi sözlerle tanımlarsanız, çocuk bu tanımlamaya uygun hareket ediyor. Ya da çocuğa "tembel, işe yaramaz, asalak" muamelesi yapılırsa, çocuk söylenilen kişilikte biri olduğuna inanıyor. Ne yazık ki bu sözler çocuğun merkezini biçimlendiriyor.

Osho’ya göre bu merkez sahte çünkü çocuk kendine ait gerçek bir merkez taşıyor. Gerçek merkez kimsenin karışamayacağı bir şey olduğu için kimse ona şekil veremez.
Yazının Devamını Oku