Nihat Hatipoğlu

Soralım öğrenelim

11 Ağustos 2010
1. İğne orucu bozar mı? KADRİYE AÇIKALIN/AYDIN İslam âlimleri ramazanın gündüzünde kişiye yapılan iğneleri ikiye ayırmışlardır. Serum gibi gıda veren iğneler; bunlar orucu bozar. Ancak ağrı kesici veya tedavi edici antibiyotik türü iğneler ise orucu bozmaz. Bununla beraber mecbur kalınmadıkça iğneyi geceye bırakmak daha doğru olur.

2. Bu yıl ki sadaka-i fıtır miktarı belli oldu mu? AHMET BİLİCİ/ANKARA
Oruç tutamayanların ödeyecekleri günlük fidye veya kişi başına ödenecek olan sadaka-i fıtır (fitre) miktarı aynıdır. Bir fakirin günlük doyum parasıdır. Bunun en alt limiti 7 liradır. Bunun üzerindeki rakamlar için ise bir sınır yoktur.

3. Sahura kalkmak zorunda mıyız? SALİHA SOLMAZ/İSTANBUL
Hz. Peygamber “Sahurda bereket vardır” buyurur. Sahura kalkmak Müslümanlara has bir özelliktir. Zira sahur esnasında yapılan duaların kabul edileceğine inanırız. Sahura kalkan aynı zamanda Kuran okuyabilme, namaz kılma gibi alışkanlıklar da edinebilir. Ancak bütün bunlarla beraber sahura kalkmak sünnettir. Kişi sahura kalkmasa da orucunu tutabilir.

4. Oruç tutmuşken gündüz ciddi bir travma geçirsem ve orucu bozmak zorunda kalsam; 61 gün ceza orucu tutmam gerekir mi? EMİNE ASLAN/SİVAS
Oruçlu iken ciddi bir tıbbi problem oluşursa veya hayatınızı tehlikeye sokacak bir olayla karşı karşıya kalacak olursanız veya hakikaten oruca devam edemeyecek bir hale gelirseniz orucunuzu bozarsınız. Bu keyfi bir bozma olmadığı için daha sonra bir güne bir gün kaza edersiniz.

5. 10 gün ramazan orucu tutamazsam daha sonra bu 10 günü üst üste mi kaza etmeliyim? CEVRİYE KÜÇÜK/VİYANA
Hayır öyle bir zorunluluk yoktur. Yıl içerisinde istediğiniz periyotlarda orucunuzu tutarsınız. Aralıklı da tutabilirsiniz, art arda da. Kışın da, yazın da tutabilirsiniz.

6. İftar vakti ezan okunmayan bir yerde orucumu nasıl açacağım? ELİF VATANSEVER/KÖLN
Elbette ki saate göre açarsınız. İftar saati veya akşam ezanı vakti oruç açma zamanıdır. Ezanı duyma mecburiyeti yoktur.

7. Çok zor bir işte çalışıyorum. İnşaatta yük taşıyorum. Çok sıcak var; ne yapmamı önerirsiniz? VEYSEL KARADEMİR/FETHİYE
Öncelikle şunu söyleyeyim sizin tutacağınız oruç, benim gibi serin bir ortamda, rahat şartlarda oruç tutacaklardan daha çok sevaplı olacaktır. Yüce Rabbimiz kişileri şartlarına göre mükafatlandırır. Oruçla ilgili durumunuza gelince; orucunuza başlayın gerçekten de dayanamaz hale gelince orucunuzu bozarsınız. Bundan dolayı ceza, kefaret, yani 60 gün oruç tutma cezası ödemeniz gerekmez. İleride bu günleri kaza edersiniz. Henüz tutup tutamayacağınızı denemeden peşince tutamam demeniz doğru olmaz.

8. Kadınlar regl günlerinde oruç tutabilirler mi? SARE YILMAZ/İZMİR
Hz. Peygamber regl günlerinde kadınların oruç tutmayacaklarını ifade buyurmuştur. Büyük İslam âlimleri de bu kanaattedirler. Bu, kadınlar için bir rahatlıktır.
Daha sonra tutmadıkları günleri kaza ederler.

9. Sürekli dil altı kullanıyorum, oruç tutmam gerekir mi? KADİFE MUTLU/KONYA
Gündüzleri de dil altı kullanıyorsanız oruç tutmakla yükümlü olmazsınız. Bunun yerine fidyesini ödersiniz. Çünkü dil altı her ne kadar küçük de olsa netice itibariyle mutat yollardan birinden ve mideye girmesi niyeti ile alınmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Peygamberimize (s.a.v.) neler sordular (II)

6 Ağustos 2010
SAHABE Hz. Peygamber’e sormaya ve öğrenmeye devam ediyor.

1- Ey Allah’ın Resulü! Bizden sonra gelecek müminlerini bize tanıtır mısın?
Bu soruyu bir kabir ziyaretinde Resulullah’a soruyorlardı. Olayı Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Diyor ki, Hz. Peygamber mezarlığa girdi ve ölülere selam vererek şöyle buyurdu: “Ey müminlerin yurdunda yatanlar, size selam olsun. İnşallah bizler de yakında sizlerin yanına geleceğiz. Keşke ben kardeşlerimi görseydim.” İşte bu esnada orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar ve sordular: “Ey Allah’ın Resulü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” Hz. Peygamber ise şöyle cevap verdi: “Siz benim dostlarım, arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise henüz yaratılmamış olan ve bana iman edecek olanlardır.” Sahabe soruyordu: “Peki Ey Allah’ın Elçisi; onları görmemiş olmanıza rağmen kıyamet gününde nasıl tanıyacaksınız?” Hz. Peygamber (s.a.v.) bu soruya da şöyle cevap buyuruyorlardı: “Şöyle tanıyacağım. Bir adamın hepsi simsiyah olan bir at sürüsü olsa, o sürü içinde de alnında bembeyaz perçemli bir tek atı olsa o sürü içinde o atı tanıyamaz mı?” Dediler ki: “Elbette ki tanır.” Peygamberimiz (s.a.v.) cevap verdi: “İşte bu bir örnekti. Ben de bana iman edenleri diğer insanlar içinden tanıyacağım. Zira Müslümanların abdest alırken yıkadıkları elleri, yüzleri, ayakları parlayacak. Ben de onlardan önce Kevser havuzuna ulaşıp onlara ‘Buraya, buraya gelin’ diyeceğim” Peygamberimizin bu müjdeleyici haberinin sonunda ise düşündürücü bir ikazı vardı. O şöyle devam etti: “Benim havuzuma -Kevser’e- doğru koşanlardan bir kısım insanı görür gibi oluyorum. Onlar Kevser’e koşarken melekler onları oradan kovacaklar. Ben ise ‘Bırakın gelsinler; bırakın gelsinler’ diyeceğim. Melekler ise bana diyecekler ki: ‘Muhammed! Sen bilmiyorsun, onlar Sen’den sonra neler yaptılar neler. Neler değiştirdiler neler! O zaman ben de diyeceğim ki, ‘Uzak olsunlar, uzak olsunlar!’” (Buhari, Rikak, 53, Fiten, 1; Müslim, Tahavet, 39; Fedail, 26, 29; İbni Mace, zühd, 36; Malik. Muvatta, Tehavet, 28)
Hz. Peygamber (s.a.v.) ahir zamanda geleceklerin dini emirleri ve yasakları veya nasları keyfi arzularına göre değiştireceklerini haber veriyor. Doğru buyurmuştur Allah’ın elçisi. Benzeri olayları, keyfiliği, kendi görüşünü Hz. Peygamber’den daha tutarlı sayanları tarih boyunca görmedik mi?
Bu hadislerde bence en önemli olan nokta, Peygamberimizin bizlere ‘Kardeşlerim’ sıfatını yakıştırmış olmasıdır. Büyük bir şereftir elbette bizler için. Değerini bilenlere veya hak edenlere.
2- Ey Allah’ın Resulü! Hangi mücadele -cihat- Allah katında daha değerlidir?
Ne yazık ki ‘cihat’ kavramını çok dar bir kalıba hapsettik. Sadece savaş sözcüğüyle eşleştirdik. Halbuki en büyük cihadın ‘nefisle cihat’ olduğunu Hz. Peygamber bildiriyor. İslam âlemini savaşçı kavramıyla veya terörle eşleştiren insanların, bizim bu yanlış genellemelerimizden nemalanmadıklarını söylemek mümkün mü?
Çünkü bu kavramın içine merhamet, fakire yardım, yoksulu doyurma, güler yüzle bakma, Kuran okumak, kötülüğe engel olmak gibi bütün erdemli ve ahlaki tavırlar serpiştirilmiştir.

Yazının Devamını Oku

Peygamberimize (s.a.v) neler sordular

30 Temmuz 2010
PEYGAMBERİMİZE etrafında yer alan kutlu nesil sürekli kendisine merak ettiklerini sorar ve aldıkları cevaplara göre de kendilerine yön verirlerdi.

Sahabe dediğimiz bu seçkin insanlar hayata ve ötesine ait her şeyi sorarlardı. Sorgularlardı. Net ve açık sorarlardı. Birileri bizi kınayacak diye hesap yapmazlardı. Bazen en özellerini Peygamberimize açarlardı. Çünkü aldıkları cevaplar, onları yüce Allah’a ulaştıracak bir ışık olurdu. Birkaç yazıda toparlayabileceğimiz bu soruların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum:
1- Ey Allah’ın Elçisi! Kıyamet ne zaman kopacak?
Hz. Enes’in (r.a ) rivayet ettiği bir hadiste adamın biri Peygamberimize şöyle sordu: “Ey Allah’ın Resulü! kıyamet ne zamandır?” Hz. Peygamber ona soruyla cevap verdi: “Sen kıyamete ne hazırladın?” Adam şöyle cevap verdi: “Özel hiçbir hazırlığım yoktur. Ama ne var ki; ben gerçekten Allah’ı ve Peygamberini seviyorum.” Bu cevabı duyan Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle karşılık verdi. “O halde sen ahirette sevdiklerinle beraber olacaksın.” Hz. Peygamber (s.a.v) bu cevapla Nisa suresinin 69. ayetine işaret ediyordu. Soruyu soran kişi belli ki vasat bir Müslümandı. Tabii ki kendi dönemine göre vasat bir Müslüman. Bugünkü kriterlere göre değil elbette. Hz. Peygamber (s.a.v) bu soruyu sorana ağır ve zor bir yol önermiyor. Bilinen dini yaşamın dışında bir şey hazırladın mı diye soruyor. Adam ise sadece “Allah’ı ve Seni seviyorum” diyor. Hz peygamber de bu sevgi, seni sevdiklerine ulaştırır diyor. Yol çok açık. Mesaj çok belirgin. Elbette kişi sevdiğiyle beraber olacaktır.
2- Ey Allah’ın Elçisi! Günah nedir, iyilik nedir?
Nevvas bin Sem’an (r.a) isimli sahabe soruyor. ”Ey Allah’ın Resulü iyilik nedir, kötülük nedir?” Resulullah (s.a.v) cevap veriyor: “İyilik güzel ahlaktır. Kötülük -şer- ise, senin vicdanını ve içini rahatsız eden her şeydir; başkasının bilmesini istemediğin şeyler kötü olan şeylerdir.” Soru çok genel ve aydınlatıcı bir soru. Günlük hayatımızda sık sık ‘kötü ve iyi’yi ifade eden çelişkileri yaşıyoruz. İyiye teşvik edilirken, kötüden de sakındırılıyoruz. Hz. Peygamber bu merak edilen problemi çok kısa bir cümleyle cevaplandırıyor. Her türlü hayır ve güzellik iyidir; her türlü şer de kötüdür (Bakara suresinin 177. ayetine bakılabilir). Ama bu arada çok farklı bir şey daha söylüyor. “İyi ahlak sahibi olan kişi bu iyi ahlakıyla namaz ve orucun insana kazandırdığı dereceye ulaşabilir.” İyi ahlak namaz ve orucun, namaz ve oruç da iyi ahlakın alternatifi değil, birbirlerini tamamlayıcı unsurlardır.
3- Ey Allah’ın Resulü! Kabir azabı var mıdır?
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: “Yahudi olan bir kadın bir gün beni ziyarete geldi. Evden çıkarken de şöyle dedi: Allah seni kabir azabından korusun.” Hz. Aişe (r.a.) bu konuyu merak edip Hz. Peygamber’e soruyor. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Evet! Kabir azabı vardır ve gerçektir.” Hz. Aişe (r.a), Peygamberimizin namazlarının akabinde sık sık kabir azabından Allah’a sığındığını belirtir. Peygamberimiz başka bir seferinde ise; “Ölülerin bir kısmı kabirlerinde azap görürler. Hatta hayvanlar onların bağrışmalarını duyar” buyurur. Sonra şöyle de ekler: “Şayet ölülerinizi gömmekten vazgeçmeyeceğinizi bilseydim; Allah’tan kabirdeki azabı size işittirmesini isteyecektim.” Gerek bazı ayetlerin işaret etmesi, (Gafir suresi, 46: Nur suresi, 25: Tekasür, 1-2) gerekse de hadislerin açık beyanlarından ötürü, İslam alimlerinin hepsi kabir azabının ruh ve bedenle olacağını söylerler. Hariciler ve mu’tezile düşünürleri bu kanaatte değillerdir.

Yazının Devamını Oku

İslam tarihinin bir numaralı hanımefendisi

23 Temmuz 2010
O Medine’nin hanımefendisiydi. Bence Medine’nin bir numarasıydı. Hz. Peygamber’in narin, nazenin kızı, Müslümanların 4. halifesi olan Hz. Ali’nin hanımı. Kerbela’da zulme baş eğmeyip sonuna kadar direnen ve şehadete ulaşan cennet gençlerinin efendisi olan Hz. Hüseyin’in annesi. Diğer oğlu Hz. Hasan zehirlenerek hayata veda edecekti. Kızı Hz. Zeynep ise zalimlerin yüzüne hakikati en sert haykıracak kadar büyük bir sembol.

Çağımızda, ülkenin en önündeki hanımları için bir sıfat kullanılır: “First Lady” derler. Bence mütevazı hayatı, saygın yeri, etkinliği, hikâyesi, bıraktığı tesir ve oluşturduğu manevi miras itibarıyla -eğer tabir uygun düşecekse- Medine’nin First Lady’si Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma’dır.

Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü coğrafyada Hz. Peygamber’in nübüvvetinden hemen sonra doğan Hz. Fatıma babasının biriciğiydi. Zira Peygamberimizin diğer kızları Zeynep 30 yaşında, Rukiye 21 yaşında, Ümmü Gülsüm ise 26 yaşında vefat etmişler, bir anlamda sevgi yoğunluğu Hz. Fatıma’da birikmişti. Doğru ya, Hz. Peygamber’in oğullarından Kasım 2, Abdullah ise 3 yaşında vefat edecekti. Bundan dolayı olsa gerek Hz. Peygamber için Fatıma hem anne, hem evlat, hem dert ortağı, hem torunlarının annesi ve hem de Medine’nin çilekeş kadınıydı.

En zor günleri gördü. Mekke’de -Kâbe’de- Peygamberimizin üzerine devenin işkembesini koyarak eziyet ve alay ettikleri o çetin günde, babasının üzerindekileri narin elleriyle ve ağlayarak savuracaktı. Sonraki yıllarda bütün hayatı, bir kenara savurduğu gibi.

Allah’ın Resulü ona “Babasının anası” derdi. Hatta bazı âlimler uzak ihtimal olsa da Kevser Suresi’nde anılan Kevser’in Hz. Fatıma olduğunu söylerler. O içeri girerken Hz. Peygamber ayağa kalkar ve onu ayakta karşılardı. Bir seferinde “Baban sana feda olsun” demişti. Bir seferinde de “O, benden bir parçadır. Onu üzen beni üzmüştür. O, kadınların ulusudur” diyerek sevgi boyutunu anlatmıştı. Medine’nin hanımefendisi kendi halinde yaşadı. Mütevazıydı. Çoğu kez evinde sıcak yemek bulamadı. Hiç hizmetçisi olmadı. Sırtında su getirir, eliyle buğday öğütür, ateş körüklerdi. O, Hz. Ali ile geçirdiği asil ama bir o kadar mütevazı olan hayatını anlatırken iç burkacak şu cümleleri kullanır: “Bizim bir yorganımız vardı. Uzunlamasına üzerimize örttüğümüzde sırtımız açılırdı. Enlemesine örttüğümüzde ayaklarımız açılırdı. Bazen yemeğe otururduk da, kapıya bir fakir gelirdi; yemeğimizi ona verir, biz aç yatardık.”

Hz. Peygamber kızının solgun yüzünü gördüğünde daralır, şöyle buyururdu: “Muhammed’in kızı, halini biliyorum. Ama biz Muhammed ailesi böyle olmak zorundayız. Bize temiz bir hayat için ancak doyasıya yemek; ancak doyasıya.” Hayatının özeti şuydu yani: “Halkın yaşam düzeyini yükseltelim. Bu olurken halkın en mütevazı olanı gibi yaşamaya devam etmek zorundayız.”

Bir seferinde kolunda bilezik gördüğünde Allah’ın Resulü rahatsızlığını belli edecek, Hz. Fatıma da bilezikleri bozdurup fakirlere dağıtacaktır. Sanki Hz. Peygamber şunu anlatır: “Medine’nin bir numaralı hanımefendisi; sen halktan daha mütevazı yaşa. Onlarda yoksa elindekini onlara dağıt.”

Denilir ki, Hz. Ali ile olan evliliğinden Hz. Fatıma’nın beş çocuğu oldu. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep.

Resulullah’ın son günleridir. Fatıma’sını çağırır. Fatıma gözleri yaşlı bir şekilde en sevdiğine yaklaşır. O, Fatıma’nın kulağına bir şeyler fısıldar. Fatıma kalkar, sendeler, köşeye çöker, ağlar, ağlar. Sonra yine ağlar. Çok ağladığını gören hasta Peygamber Fatıma’sını bir daha çağırır. Sonra yeniden fısıldar kulağına. Hz. Fatıma kalkar ama yüzü rahattır artık. Zira Hz. Peygamber ilk seferinde “Baban Rabbine kavuşacak” demişti. Çok sarsıldığını görünce de “Üzülme! Bana ilk sen geleceksin” buyurmuştu. Meğer yüzündeki tebessüm bundanmış.

Resulullah’ın vefatından sonra gömüldüğü odasında onu hiç yalnız bırakmadı. O artık her gün babasıyla konuşur gibi mezarının yanı başındadır.

Gül yüzlü Resul’den sonra, ay yüzlü Fatıma hızla çökmeye başladı. Ziyaretine gelenleriyle dertleşiyordu. “Zalimler yeryüzünde rahatça geziniyorlar. Haklar gasp ediliyor. İleride zor günler yaşayacaksınız.”

Son günleridir. Şu Peygamber’e çok benzeyen Medine’nin hanımefendisi artık vuslatın kapısındadır. Babası gibi vakur, kararlı, hatip ve ilim doluydu.
Peygamberimizin mescidinde kadınlara vaaz ettiğini biliriz. Tarzı babasının aynısıydı. Bir seferinde şöyle diyordu: “Siz bir yudumluk su gibiydiniz. Ateş çukurunun kenarında idiniz. Açgözlülerin yiyecekleri bir lokma idiniz. Ağaçların yapraklarını yerdiniz. Ayaklar altına düşmüştünüz. Sonra Muhammed (s.a.v.) sayesinde
ayağa kalktınız...” Bazen sert ve ağır konuşurdu. Sanki yeniden cahiliye dönüşlerinin önünü kapatıyordu.

Yaşı 23-27 civarındadır. Yorgundur artık. Son uykusuna uzanacaktır. Odası babasının mezarının bitişiğindedir. Yıkanır, koku sürünür, çocuklarını yanına alır ve tek tek öper. Sonra çıkarılmalarını ister. Son vasiyeti şuydu: “Ölümümden sonra beni yıkamayın. Ben kendimi yıkadım. Kefenim bu elbisem olsun. Beni babam gibi gece gömün. Ali beni Baki mezarlığına gömsün.” Kalktı. Yatağını kıbleye çevirdi. Uzandı, sağ elini başının altına koydu. Derin bir uykuya daldı. Biraz sonra uyandırmak için gelenler onun gül yüzünde tatlı bir tebessüm gördüler. Belli ki, çoktan babasına kavuşmuştu bile... Miladi 632’nin kasım ayıydı. Ramazan 3’tü. Denir ki vefatından sonra yıkanmıştır. Gece yarısı az bir kalabalıkla Baki mezarlığına gömüldü. Medine halkı vefatını duyunca Medine mezarlığına akın akın gelecektir. Medine’nin mazlum ve bir o kadar da dik hanımefendisine uzun uzun ağlayacaklardır. Evet, bence Asr-ı Saadet’te Medine’nin bir numaralı hanımefendisi hiç şüphesiz Hz. Fatıma’dır.

Not 1: Bu yazımızın içeriğinde İslam Tarihi yerine ‘Medine’ özel ismini kullanmayı tercih ettim. Çünkü Medine’de kurulan medeniyet genel ilkeleri itibariyle İslam’ın genel bir referansıdır

Not 2: Bu ayın 26-27. gecesi Berat Kandili’dir. Ramazandan önceki son kandil. Bu gecede saat 22.30’dan sonra Star TV’de buluşalım.

SORALIM ÖĞRENELİM

Ezandan sonra bir dua okunuyor. Arapçasını ezberleyemedim. Türkçesini okuyabilir miyim? Anlamını yazabilir misiniz? / HAKKI OLGUN / KONYA

Ezandan sonra okunan duanın Türkçesini okumanızda hiçbir sakınca yoktur. Anlamı ise şöyledir:

“Ey eksiksiz davetin (ezanın) ve kılınmak üzere olan namazın Rabbi olan Allah! Muhammed aleyhisselama vesile ve fazileti (cennette yüksek dereceyi) ihsan et. Ve kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud’a ulaştır. Sen vaat ettiğinden caymazsın.”

Kuran ayetleriyle dua ederken cümlelerde farklılık olabilir mi? / SUNA YORULMAZ / TEKİRDAĞ
Kuran ayetlerini doğru ve tam okumak esastır. Ancak -dua niyetiyle iktibasta bulunarak- Kuran ayetlerinden cümleciklerin de bulunduğu genel bir dua edilecekse, anlamı bozmayan ifadeler kullanılabilir. Mesela, dua içinde “Ben nefsime zulmettim” diyeceğimize “Biz nefsimize zulmettik” diyebiliriz. Bu ayeti değiştirmek anlamına gelmez.

Gebe hayvan kurban edilebilir mi? İSMET KETEN / IĞDIR
Gebe hayvanın kurban edilmesi birçok açıdan sakıncalıdır. Hayvan alırken buna dikkat edilmelidir. Bununla beraber böyle bir hayvan bilinmeden kesilirse kurban geçerli olur ve eti yenir.

İmam Ahmet bin Hanbel’e zamanında zulüm yapılmış olduğu bilgisi doğru mudur? / MELİH AYDIN / İSTANBUL
Bu konudaki bilgileri ‘Mezhepler Tarihi’ isimli eserlerde bulabilirsiniz. Ama özetle şunu söyleyelim: İmam-ı Azam (Ebu Hanife), İmam-ı Malik (Malik bin Enes), İmam-ı Ahmed (Ahmet bin Hanbel) ve İmam-ı Şafii (Muhammed bin İdris) yaşadıkları çağlarda, zalim yöneticiler tarafından işkence görmüşlerdir. Zulme uğramışlardır. Tehcir edilmişlerdir. Hanbeli mezhebinin imamının, mihnetül Kuran denilen olayda ve dönemde büyük eziyetlere uğradığını biliyoruz. Bu büyük insanlar baskılara boyun eğmemişlerdir.
Yazının Devamını Oku

Dünyanın ‘hılful-fudul’a ihtiyacı var

16 Temmuz 2010
ÖNCELİKLE “hılful-fudul”un ne olduğunu yazmam gerekiyor. Böylece neye muhtaç olduğumuz, neyi arzuladığımız daha net anlaşılabilir. “Hılful-fudul”: Erdemliler dayanışması şeklinde tercüme edilebilir. Erdemliler cemiyeti; erdemliler işbirliği, topluluğu şeklinde tercüme edilebileceği gibi.

Peki böyle bir topluluk nasıl tesis edildi, amacı neydi ve bugüne taşıyabileceği mesaj neydi?

Peygamberimize vahiy gelmeden önce Arap kabileleri arasında uzun süre devam eden ve “ficar” denilen savaşlar olurdu. Bu savaşlardan Araplar ve civar kabileler hayli zarar görürdü. Bu kaos ortamında yağma ve çapulculuk âdet haline gelmişti. Yabancılar ve güçsüzler her türlü saldırının muhataplarıydı. Ortalıkta nizam yok, kanun yoktur. Kuvvetli aileler adam tutarak kendilerini koruyabiliyor, zayıflar ise eziliyor, horlanıyordu. Hatta kadınlarını bile koruyabilme imkanına sahip değillerdi.

Rivayete göre ‘Hanzala’ isimli bir şair iş için geldiği Mekke’de güpegündüz herkesin önünde soyulmuş, mallarına el konulmuş, alay edilmiş, hiç kimse de müdahale edememişti. Benzeri binlerce facia her gün tekrar ediyordu. Mallarına el konulan Yemenli bir tüccarın Mekke’deki Ebu Kubeys dağına çıkarak “Ey Mekkeliler bu zulme direnin. Hakkımızı alacak bir yürek yok mu” diye bağırması hayırlı kararların alınması için bir başlangıç oldu.

Mekke’deki bu faciaları gören Hz. Peygamber amcası Zübeyr’e gidip bir şeyler yapılması gerektiğini söyledi. Peygamberimiz gençlik dönemindedir. Zübeyr’in de müdahalesiyle Abdullah bin Cud’an’ın evinde toplandılar. Toplananlar içinde Mekke’nin ileri gelenleri vardı.

Hz. Peygamber şöyle konuştu: “Yerli, yabancı, hür veya köle kim olursa olsun Mekke dolaylarında zulme ve saldırıya uğrayan herkesi korumak, kollamak ve hakkını zalimlerden alıp iade etmek üzere ittifak yapalım. Bir grup oluşturalım. Zayıf ve kudretsiz olanları kurtaralım.” Peygamberimizin etkili konuşması ürününü verdi. Yenilen yemekten sonra şöyle bir karar verildi: ”Allah’a yemin ederiz ki hepimiz mazlum ile birlikte zalime karşı; zalim, mazlumun hakkını verinceye kadar bir el gibi olacağız. Bu ittifakımız, Hira ve Sabir tepeleri yerinde durdukça ahitlerine bağlı kalacaklarına yemin ederler.”

İşte bu ahitnameye ve ittifaka “hılfu’l-fudul” -erdemliler dayanışması- denilmiştir. Bu ittifaktan sonra Mekke’deki zulme karşı direnç çoğalmış ve güçlenmiştir. Yemenli bir tüccarın güzel kızına el koyan güçlü bir adamın evinden “hılfu’l-fudul” elemanlarının müdahalesiyle genç kız kurtarılmış, babasıyla güvenlik içinde dönüşü sağlanmış ve benzeri birçok olaya anında müdahale edilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v) bu cemiyetin içinde fiilen bulundu. Peygamberliğinden önce içinde yer aldığı tek oluşum budur diyebiliriz.

Hz. Peygamber (s.a.v) vahiy aldıktan sonra da mazlumun hakkını aynı kararlılıkta savundu. Bir gün şöyle bir olay meydana geldi: “Yabancı bir adam Ebu Cehil’e mal sattı. Ebu Cehil malı aldı, parayı da ödemedi. Parasını isteyen adamı ise tehdit etti. Araya girenleri de kovdu. Adam çaresizce dolaşırken birileri Peygamberimize gitmesini söylediler. Adam da Peygamberimize gitti ve durumunu anlattı. Hz. Peygamber Müslüman olmayan bu mazlumu yanına alıp Ebu Cehil’in kapısına gitti. Kapıyı çaldı. Dışarı çıkan Ebu Cehil’e tek bir söz söyledi: “Bu mazlumun parasını ver!” Ebu Cehil bu sözü tekrar ettirmeden parayı verdi. Sonraları müşrikler Ebu Cehil’in evine gelip bunun sebebini sordular. Bu kadar ısrara rağmen bu adama parasını vermedin; ama Muhammed’in tek sözü üzerine parayı verdin. Ebu Cehil şöyle cevap verdi: ”Muhammed’in arkasındaki dev deveyi görseydiniz! Ağzından köpükler saçan azgın bir deve arkadan bana bakıyordu. Vallahi biraz direnseydim, Muhammed’in arkasındaki deve beni parçalayacaktı. Korktum ve parayı verdim.”

Evet, ‘Hilfu’l-fudul’ cemiyeti birçok mazlumun sığındığı kapı olmuştu. Zalimlerin ise korktukları, sivil bir güç olarak Mekke’yi sarstı; zorbaları etkisizleştirdi.
Yıllar sonra Hz. Peygamber bu topluluktan bahsederken şöyle buyurur: “Ben bugün böyle bir antlaşmaya davet edilsem böyle bir dayanışmaya davet edilsem- hiç tereddüt etmeden kabul ederim.”

‘Hılfu’l-fudul’un günümüze vereceği çok mesaj vardır. Hiçbir ırk, din, mezheb, meşreb, inanç farkı gözetmeksizin her mazlumun yanında olacak bu tür uluslararası meşru- sivil seslere ihtiyaç vardır. Dünya ölçeğinde bu tür faaliyetlere ihtiyaç vardır. Bütün toplumların vicdanını rahatlatacak, kimsenin kontrolünde olmayan, akıl ve vicdanla karar verecek böyle oluşumlar; içinde Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, ateist vs. bütün düşünce sahiplerini barındıracak böyle sesler veya sivil topluluklar, dayanışmalar inanıyorum ki, kararan gündüze bir ışık olacaktır. Hiçbir düşüncenin potasına girmeden yaradılanı yaradan adına kollamak için bir ışık... Bütün dünya Meclis ve parlamentolarının saygı duyacağı, daha önce benzeri kurulmamış olan saygın bu tür kurumlar oluşturulamaz mı?

Hz. Peygamberin o çok anlamlı çağrısıyla bitirelim yazımızı: “Ebu Bekir! Bugün Hılfu’l-fudul gibi bir cemiyete, anlaşmaya davet edilsem tereddütsüz içinde yer alırım.”

SORALIM ÖĞRENELİM

Denize veya havuza girmek orucu bozar mı? / Abdullah ŞEKER / İZMİR
Suya girmek orucu bozmaz. Zira orucun bozulması için ağız ve burun kanalıyla içeriye suyun girmesi gerekir. Bu olmadıkça yüzmek, suya girmek orucu bozmaz.

Boy abdesti gerekiyorken, boy abdesti olmadan saçına boya yapanın durumu nedir? / Fikriye UYSAL / MANAVGAT
Saçına boya yapacak kişinin vücudu temizken bu işleri yapması daha doğrudur. Bununla beraber cünüpken saçını boyamış kişinin boy abdesti ve normal abdesti geçerli olur. Zira önemli olan saçının dibinin derinin- ıslanmasıdır.

Tecvitle Kuran okuyamıyorum. Kuran okumayı bırakayım mı? Devam edeyim mi? / Zekiye ŞEN / MARDİN
Tecvid, Kuran-ı Kerim’i daha doğru ve hakkını vererek harfleri tam ve doğru okumak için geliştirilen dilbilgisi kurallarıdır. Kuran’ı tecvitli okumak elbette güzel olur. Ama siz tecvit bilmiyorsanız ve öğrenemiyorsanız bildiğiniz kadarıyla Kuran’ı okumaya devam ediniz. Kuran’dan uzaklaşmanız doğru değildir. Kişi gücünün yetmediğinden sorgulanmaz.

Balık avlamak hayata son verdiği için haram mı? / Halil SOLAK / ORDU
Yüce Allah’ın bizlere nimeti çoktur. İstifade etmemiz için birçok nimet vermiştir. Balık ve benzeri canlı ürünler de bu nimetlerdendir. Usulüne uygun, nesli kurutmamak ve ekolojik dengeyi bozmamak koşuluyla balık avlamak sakıncalı değildir. Ancak bir insanın et yemeğinden uzak durmak gibi bir tercihi olabilir. Saygı duyulur. Bunu başkasına dayatmadan şahsı adına uygulaması -harammış gibi sunmadıktan sonra- caizdir. 
Yazının Devamını Oku

‘Ölenlerin gözü Miraç’a bakar’

9 Temmuz 2010
YERYÜZÜNDEN iyice daralan Peygamberini Yüce Allah, bir gece Mekke’den alıp Kudüs’e, oradan da göklere misafir ediyor.

Miraç'a farklı bir bakış

Kısa bir süre için Peygamberini zulmeden insanların arasından çekip götürüyor. Hz. İsa’yı da öylesine göğe çekmişti. Hz. İsa geri gelmeyecekti; ama Hz. Muhammed (s.a.v.) geri kalan risalet görevi için tekrar geri gönderilecektir. Hem de olağanüstülükleri görerek, dokunarak, yaşayarak, hissederek geri geldi. Hiç şüphe yok ki, gördüğü âlemden dolayı Miraç’tan önceki Hz. Peygamber ile, Miraç’tan sonraki Hz. Peygamber’in sema ile ilgili tecrübesi ve hasreti çok farklı olacaktır.

Miraç ile ilgili bazı kısa notlar aktarmak istiyorum. Bir de bu açıdan bakabilir miyiz diye?

1- İsra (Mekke’den Kudüs’e kadar olan gece yürüyüşü) Kuran-ı Kerim’de aktarılıyor. Miraç (Kudüs’ten göklere olan yolculuk) ise -her ne kadar Necm Suresi’nde işaretler varsa da- hadislerle detaylandırılıyor. Aslında zor olan bölüm hadislere bırakılıyor. Bu bir çelişki midir? Elbette hayır. Esasen anlatılan şudur: “Bir gecede Mekke’den Kudüs’e götürülen şerefli elçinin şanını o kadar yücelttik ki, siz onun getireceği her şeyi tereddütsüz kabul edin. Biz O’nun yola çıkarıldığını size Kuran’la haber verdik. Gerisini siz ondan dinleyin ve olduğu gibi kabul ediniz.”

Yazının Devamını Oku

Gök ehli gelecek elçiyi beklerken

2 Temmuz 2010
PEYGAMBERİMİZE vahiy gelmeye başladıktan sonra sıkıntılar üst üste yığıldı. Vahiy yücelerden -Allah’tan- geliyor. Hz. Peygamber de bu emirleri hayatına uyguluyordu.

Bununla yetinemiyor, -peygamberliğin gereği olarak- tebliğ ediyordu. Peygamberliğin 2. yılından itibaren dozunu artırarak devam eden Mekkeli müşriklerin zulmü 4. yılda fiili işkenceye dönüştü. Hele inen “Yakın akrabalarını uyar” ayetinden sonra amcası Ebu Leheb gibi insanların hakaretlerine de maruz kaldı. 5. yılda bazı Müslümanlar Hıristiyanların hâkim oldukları Habeşistan’a göçmek zorunda kaldılar. 6. yılda Hz. Hamza ile Hz. Ömer gibi iki otoritenin Müslüman olmaları Müslümanlara nefes alma imkânı tanıdı. 7-9. senelerinde ise müşrikler ‘tecrit’ politikası sürdürerek Müslümanları boykot ettiler. Müslümanlar Mekke’nin içinde alışveriş yapamıyor, çoğu kez evlerinden çıkamıyorlardı. Yeterli gıda alamayan Müslüman çocukları Mekke’de can veriyorlardı. 9. yılda insaflı bazı müşriklerin de çabalarıyla boykot sona erdirildi. Bu yılın sonunda muhteşem bir olay -mucize- gerçekleştirildi. Yüce Resul, gökteki Ay’ı ikiye böldü.

Mehtaplı bir gecede Hz. Peygamber -Hz. Hamza’nın veya bazı müşriklerin talebi üzerine- ellerini göğe kaldırmış, dua etmiş ve parmaklarıyla Ay’ı işaret etmişti. Mekkelilerin gözleri önünde ikiye ayrılan ayın bir parçası Ebu Kubeys Dağı’na, diğer parçası ise Kueykıan Dağı’na doğru sarktı. Ebu Cehil bu manzara karşısında “Bu büyük bir sihirdir” diye itiraz etti. Ama o gece birçok insan Ay’ın ikiye bölündüğünü gördüklerini kabul ettiler.

Kuran-ı Kerim bu olayı şu ayetle haber veriyor: “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mucizeyi görseler, hemen yüz çevirirler ve ‘Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler” (El-Kamer, 1-2; ayrıca Bkz. Tirmizi, Tefsir, 54-3286)

Ay’ın ikiye yarılması Hz. Peygamber’in ‘sema-gök’ ile olan irtibatını yükseltti. 10. senede eşi Hz. Hatice ile amcası Ebu Talib’in vefatları, O’nu yanlızlaştırırken “tek sahip ve dostun Yüce Allah olduğu” duygusunu O’nun zarif ve kırılgan kalbine yeniden dokudu.

Yazının Devamını Oku

Terörün hedefi halkın (din) kardeşliğini bozmaktır

25 Haziran 2010
SIKINTILI günler geçiriyoruz. Terör saldırılarıyla hayatını kaybeden askerlerimize, sivil vatandaşlarımız da eklenmeye başladı. Oyun bellidir. Milleti bezdirip, birbirine kırdırmak; doğulu, batılı, Alevi, Sünni diyerek ülkeyi önce bölüp parçalamak, sonra da birbirine düşürmek.
Yüzyıllardır İslam coğrafyasında hep aynı şey yapıldı. Zira Müslümanlar tarihin hiçbir döneminde dışarıdan saldıran düşmanla mağlup olmamışlardır. Hep birbirimize vurdurularak, iç kargaşa ile zaafiyete uğratılmışlardır. Hz. Peygamber bu nedenle de; “Allah’ım! Müslümanların helakini ve zafiyetlerini iç savaşla eyleme, Müslümanları birbirine vurdurtma” buyurarak endişesini dile getirmiştir. Bütün bu olayların adı fitnedir. Fitne kıyamete kadar var olmaya devam edecektir. Ama fitneyi doğru okursak, ondan etkilenmeden bertaraf edebiliriz. Salim bir akılla, düzgün düşünerek, oyuna gelmeden, hatta oyunun kurallarını kendimiz oluşturarak, yazılmış senaryoya gelmeden, kendimiz senaryo oluşturarak oyunu bozabiliriz.
Dünyanın en güzel coğrafyasındayız. Genç nüfusumuz bütün dünyayı kıskandıracak kadar çok. Bir anda dört iklimi yaşıyoruz. Yeraltı zenginliklerimizin birçoğu henüz keşfedilmeyi bekliyor. Sadece 2009 yılında petrol için kazılan 143 kuyudan 53’ünde petrol, 30’unda doğalgaz bulundu. Gelecek yılların süper gücü Türkiye olacaktır. Bundan zerre kadar şüphe duymuyorum. Bütün bunları biz biliyoruz, ama bu ülkeyi sevmeyenler de biliyor. İşte ülkemizde kabaran öfkenin kine ve sele dönüşmesini isteyen zalimler, onun için askerimizi tuzağa düşürüyor, sivillerimizi vuruyor, ülke insanımızı birbirine düşürmeye çalışıyor.
Böyle dönemlerde herkese iş düşüyor. Her birimiz üzerimize düşeni yapmalıyız. Bunların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum:
1- Batıda yaşayan insanımız -içimiz her gün yansa da- bu oyunu iyi okumalı, tahrike gelmemelidir. Terör ile doğu halkının arasında hiçbir maddi-manevi bağ olmadığını düşünmelidir.
2- Doğudaki insanlarımız terörle arasında hiçbir maddi-manevi bağ olmadığını her yönüyle deklare etmelidir.
3- Kardeşlik duygusunu kucaklamasını yinelememiz gerekir.
4- Diyanet İşleri Başkanlığı bizleri bir araya getiren manevi referanslarımızı hatırlatmakta, canlandırmakta inisiyatif almalıdır. Kabuğundan sıyrılmalıdır. Basit bir-iki toplantıyla, cuma hutbelerindeki vurgularla bir sonuç alınamaz.
5- Medyamız, teröre pirim verecek yolları tıkayarak, konuları vatandaşa taşımalıdır ve mutlaka haber ardında toplumumuzu rahatlatacak uzman yorumlarına yer vermelidir.
6- İşlenen cinayetlerin vicdani, akli ve dini açıdan bir yere konması mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Müslümanın her şeyi Müslümana haramdır. Kanı, malı ve ırzı.” (İbni Mace, Fiten, 3933) Ve yine şöyle buyuruyor: “Ey Kabe! Sen ne güzelsin. Senin azametine hayranım. Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki; Mü’minin hürmeti, Allah katında senin hürmetinden şüphesiz daha büyüktür.” (İbni Mace, Fiten, 3932)
Bu sözlerim, Hz Peygamberi bilenler içindir elbette. Evet bir Müslümanı öldürmeyi helal saymak, kişiyi küfre götürecek kadar büyük bir günahtır. Herkesin yeniden bütün bunları düşünmesi gerekir. Teröre pirim verenler içinde vicdan ve akıl taşıyanların, bütün anneleri ağlatan bunca kanla ve canla ne elde ettiklerini düşünme zamanları gelmedi mi?!
7- Medyada konuşanların ve siyasetçilerimizin daha yumuşak, birleştirici, çözüm üretici ve tansiyonu düşürücü beyanlar vermelerini bekliyoruz.
8- Şehit olan askerlerimiz içinde Mardinli, Kastamonulu, İzmirli, Vanlı, Erzincanlı velhasılı ülke toprağının her bölgesinden insanımız var. Bu terörün mağduru, doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, bu milletin hepsidir. Bu millet bu kaostan da işbirliğiyle, Çanakkale ruhuyla çıkacaktır.
9- Bizleri bir arada tutacak o kadar imani referansımız var ki; isterseniz bir kısmına kulak verelim:
Kuran-ı Kerim: “Fitne katlden (öldürmekten, cinayetten) daha kötüdür, zarar vericidir” buyurur.
Kuran-ı Kerim: “Mü’minler kardeştir” buyurur. “Kardeşlerinizin arasını bulun” buyurur.
Kuran-ı Kerim: “Siz bir ateş çukurunun kenarında iken Allah kalplerinizi birleştirdi” buyurur.
Kuran-ı Kerim: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölünüp ayrılmayın, kuvvetiniz düşer” buyurur.
Hz. Peygamber (s.a.v): “Mü’minler bir binanın tuğlaları gibidir. Biri diğerini tutar” buyurmuştur.
Yüce Allah’ın Kitabı, fitne dönemlerini aşma yolunun din kardeşliği olduğunu bildiriyor. Bu toplum Müslüman bir toplumdur. Bu halkın dini referansları, her ihanet ve fitneyi akamete (bozguna) uğratacak kadar güçlüdür.
Evet zor bir dönemeçteyiz. Bizi uçurumun kıyısına, ateş çukurunun başına getirmek isteyenler var. Ama bu oyunu bozacağız inşallah. Başka anneler yanmasın diye, içimiz yansa da sabredeceğiz.

SORALIM
ÖĞRENELİM

? Namazların sünnetleri hakkında bilgi verebilir misiniz? Bir de sadece farz kılsam olur mu?
İSMAİL TEZCAN / ISPARTA
Bir günde beş vakit farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetlerin sayısı 20 rekata ulaşır. Bunlar sırayla şöyledir:
Sabah namazının farzından önce 2 rekat; öğlenin farzından önce 4, farzından sonra 2 rekat; ikindinin farzından önce 4 rekat; akşamın farzından sonra 2 rekat; yatsının farzından önce 4; farzından sonra 2 rekattır. Bunlardan sabah, öğle, akşam ve yatsının son sünnetleri müekked -güçlü- sünnetlerdir.
Sorumluluk açısından namazların sadece farzlarını kılmanız yeterli olur. Ancak vaktiniz varsa sünnetleri de kılmanızı tavsiye ederiz.
? Yolcu namazı ne demektir? Yolculukta sünnetler terk edilmeli mi? KADRİYE UYMAZ / LONDRA
90 km’den daha uzak bir mesafeye gidecek olan bir kişi, gideceği yerde 15 günden daha az kalmaya niyetlenirse yolcu sayılır. Ama 15 gün ve daha fazla kalmaya niyetlenirse, artık yolcu olmaktan çıkar. (Şafii ve Malikilere göre bu süre üç gündür. Yani dört gün kalmaya niyetlenirse yolcu olmaktan çıkar.)
Yolculukta farz namazları kısaltmak, her ne kadar savaş ve korku şartına bağlanmışsa da, (Nisa; 101) Hz. Peygamber’in umre ve hacda da farzları kısaltması bunun her yolculukta olabileceğine delil gösterilmiştir. Kişi yolculuk devam ettiği sürece dört rekatlık farzları 2’şer rekat olarak kılar. Sünnetleri ve diğer farzları olduğu gibi kılmaya devam eder.
? Ormandan ağaç kesmek caiz midir? HASAN ERDOĞAN / MUĞLA
Ormanlar kamu malları olup, devletin koruması altındadır. Devletin izni olmadan ormanın ağacını kesmek, ürünlerinden almak, arazisini işgal etmek, kamu haklarına tecavüzdür. Kamu haklarına tecavüz ise haramdır.
Yazının Devamını Oku