Necati Yalçın

İzlerini kaybetmeden Hasanoğlan’a gidin

21 Şubat 2017
Ankara’da, Hasanoğlan’da, bir garip enstitüyümBir yol da burada duralım; Ellerinde nasır, yüzlerinde nur, Yarına ümitle yürüyenlere Bir selam uçuralım.

Orhan Veli, yukarıdaki şiirini Arifiye Köy Enstitüsü için yazmış. Başka bir şiirinde bir genç kızdan söz eder; “Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften.” Kızın adı Bella’dır. Onunla aşağıdaki satırlarda tekrar buluşacağız...
Durum acildi; nüfusun yüzde 80’i 40 bin köyde yaşıyordu. 35 bininde okul yoktu. Eğitimde yapılabilecekler için uzmanlar davet edildi. ‘Çağının Aristosu’ olarak tanımlanan Amerikalı Dewey dahil Alman, Belçikalı, İsviçreli uzmanlar raporlar hazırladılar. Türkiye’ye özgü bir program çıktı.
Derken müthiş bir serüven yaşandı. Serüven tüm memleketi aydınlattı. Enstitülerin iki önemli isminden biri, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel;
“Köye köyden olanı, köy hayat koşulları içinde yetiştirip verilmesi” dedi. Diğer önemli isim İlköğretim Müdürü İsmail Hakkı Tonguç; “Köy Enstitüleri birer yaşam ve iş okullarıdır” dedi. O dönemde; kızlara “okursan yanarsın”, köyün erkek çocuklarının okumak için yola düşmesine “delilik bu” deniyordu.

Yazının Devamını Oku

Ankara Palas’ta sevdiğinizle dans edin

14 Şubat 2017
Yokluklar içinde Meclis açılır. Ankara dışından gelen milletvekillerinin durumu da ayrıca zordur. Kalmak için yer bulamazlar. Tek bir otel vardır. Meclisin tam karşısında; Taşhan. Yer bulup kalabilenler alt katında atlarını, eşeklerini bağlar, üst katında uyurlar. O sıralar özellikle eşeğin önemli bir nakil aracı olduğunu Falih Rıfkı’nın Çankaya isimli kitabında, “Tellallar, sıkça sokaklarda – Eşek bulaan... Eşek bulaan... diye haykırarak, kaybolmuşları arardı” sözlerinden anlıyoruz.

Mucize gibi dört yıl geçer. Bu kısa süre sonunda meclis binası yetersiz kalır. Yeni meclise geçilir. Büyük olasılıkla öncekinin karşısındaki otel yetersiz kaldığından, yenisinin karşına yeterlisi yapılmak istenir. Önceki meclisin karşısındaki o otel keşke yıkılmasa, bugünlere kalsaydı.(Sosyal Medya’daki Taşhan Akademisi grubuna selam olsun!)

TALİHSİZLİK SERİSİ

Meclis taşınır ama otel yapımı biraz uzar. Memleketin en önde gelen mimarlarından ve karşıdaki meclisi de yapan Mimar Vedat Bey inşaata başlar. Yaptıran Vakıflar İdaresi, mimarın parasını ödemeyince işi bırakır. Vedat Bey’in planları da alıp gittiği söylenir. Memleketin diğer önemli mimarı Kemalettin Bey işi üstlenir. Talihsizlik bu ya, o da şantiyede vefat eder. Aksilikler saymakla bitmez; tamamlandı dendiğinde, merdivenleri unutulmuştur!
Yapımındaki tüm olumsuzluklara rağmen tamamlanan Ankara Palas, Ankara’nın sosyal hayatına bomba gibi düşecektir. Tüm odalarında kalorifer, sıcak su ve ayrıca geyik boynuzlu telefonları vardır. Zamanın Ankara’sı için dev salonunda veya yazları bahçesinde eksik olmayan müzik sesiyle yabancı konukların bile “eksiksiz” tanımlayacakları bir mekân ortaya çıkmıştır. Yapının tarihine bakıldığında caz konserlerinin verildiği, dünyaca ünlü revü yıldızlarının sahne aldığı görülecektir.

Yazının Devamını Oku

Abidinpaşa Köşkü’nde ferfeneye katılın

7 Şubat 2017
Abidin Paşa: Yirmi yaşına dek çok iyi eğitim alır, bu yaşta beş dil bilmektedir.

İlk işinde saray muhafızlığında silahşor olur. İyi çalışır.
Silahşorlük kaldırılır, “işsiz” kalır.
Preveze Merkez Kaymakamlığı’na atanır. Çok çalışır.
Bu kaymakamlık kaldırılır, tekrar “işsiz” kalır.
Narda Kaymakamlığı ardından İzmir Nizamiye Mahkemesi İkinci Reisliği’ne yükselir ki bu görev de kaldırılır. Paşa’nın yine “işsiz kalır”!
Kariyerinde alışık olunan “aralar” olsa da Paşa artık yükseliştedir – sıkı durun – bir “ara“ İstanbul’a çağrılarak, vezir rütbesi verilir ve kurulan hükümetin Dışişleri Bakanı olur.

Yazının Devamını Oku

Yurdanur’un Kimera’yla başlayan Ankara serüveni

31 Ocak 2017
Likya Kralı, Bellerophontes’ten canavar Kimera’yı öldürmesini ister. O da, atlar Pegasus’una, gider Kimera’nın yanına. Boşuna canavar değil Kimera; çift başlı, aslan gövdeli, yılan kuyruklu ve ağızdan alevler saçıyor.

Mitolojik öykünün sonu kaynaklarda şöyle bağlanıyor; “Bellerophontes, ağzından ateşler saçan Kimera’yı yedi kat yerin altına gömer.” Gömer ama gömüldüğüne inanılan Olimpos Dağı hala yanmaya devam ediyor! Şaka değil! Antalya’nın Kemer ilçesi Çıralı Köyü yakınlarındaki; Çıralı-Yanartaş Milli Parkı’nda, internetten de bakabilirsiniz. Yanan dağ bir tane ve bizim ülkeye nasip olmuş. Kimera ise daha yaygın! Dünyanın dört bir yanındaki müzelerde rastlayabilirsiniz. En eski örneklerinden biriyse Ankara’ya nasip olmuş. Kendisini Hititlerle ilgili dünyanın en kapsamlı eserlerine sahip olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde görebilirsiniz.

* * *

Bu Ankara pek yaman; bence Kimera’nın en yenisi de burada –Gar’ın önündeki Miras heykelinde bulunuyor. Değerli Heykeltıraş Metin Yurdanur’un bu eserin önemli bir özelliğinin Ankara’nın ilk sivil heykeli olduğunu hemen belirtelim. Heykel, bu topraklara ait iki değeri barındırır: Biri canavar Kimera, diğeri ona ters binmiş (!) Nasrettin Hoca. Arkasında Mimar Şekip Akalın’ın 1937 yılında tamamladığı “art deco” tarzının dünyadaki önemli eserlerinden Ankara Garı var. Atatürk son güney gezisine buradan gitmiş ve Hatay sorunu ile hasta olduğuna dair söylentilere nokta koyup, dönmüştür. Birkaç yüz metre ilerdeki 19 Mayıs Stadı’ndaki törenlere katıldıktan sonra bir hafta sonra yine buradan İstanbul’a son kez gitmiştir. Bu gar binasının tam arkasında da, keşke biraz ötede bir yere yapılsaydı diye düşündüğüm, bir alışveriş merkezi içinde Hızlı Tren Garı var.

* * *

Yurdanur Ankara’da, çoğu sembol haline gelmiş pek çok heykelin sahibidir. Yaptığı heykelleri Ankara’daki atölyesinde üretiyor ve eserlerinin karışık teknikle yapılmış bir modelini burada tutuyor. Bu haftaki yazı için, eşimle birlikte kendisine konuk olduk. (Konukseverlikleri için Hocamıza ve Mehmet Usta’ya çok teşekkür ederiz.) Atölyenin yüksek tavanına kadar, bahçe ve hatta sokağa taşacak şekilde her yer, harika heykellerle dolu. Eşimin ailesinin Balkan göçmeni olduğunu öğrenince ona özel olarak açıkladığı Balkan Göçü rölyefi de bahçenin yan dış duvarını boydan boya örtüyor. Yurdanur’un Ankara’da ilk yaptığı heykeller 1979 yılına tarihleniyor. Birisi, yukardaki satırlarda sözünü ettiğimiz Miras Heykeli, diğeri Eller Heykeli’dir. Eller Heykeli, gökyüzüne açılan iki elle, derdini anlatmak isteyenlere adeta ilham olmuştur. Yapıldığı zamandan beri Ankara’nın simgeleri arasında yerini aldı. Üzerine tırmanıldı, yazılar yazıldı, çevresinde sıkça hatta uzun süren eylemler yapıldı.
Fotoğrafını çekerken fark ettim, ellerden birinin altı, simsiyahtı. Yurdanur bu durumu bildiğini söyledi ve anlattı: “Üşüyen göstericiler, orada çadır kurup, ısınmak için ateş yakmışlardı. Oraya gidip, kendimi tanıtınca, çok mahcup oldular, hemen ateşi söndürdüler. Orası da öylece kaldı.” Geçtiğimiz aylarda bu alan gösterilere yasaklandı. Yurdanur’un bu iki heykelle başlayan Ankara serüveni günümüze dek geldi, umarım artarak sürecek.

DÖNE DÖNE FOTOĞRAFINI ÇEKİN

Yazının Devamını Oku

İstasyondaki ev: Direksiyon Binası

24 Ocak 2017
Keçiören’deki Eski Ziraat Mektebi’nden sonra istasyondaki iki katlı binaya, Direksiyon Binası’na yerleşilecektir. Fikriye geldiğinde Paşası bina için “Eti senin, kemiği benim!” der.

O günden sonra bina, ev olur.
Sıcak çorba kokusu askerlere evlerini hatırlatır.
Evden gelen piyano sesi ise ortama masalsı bir hava katar.
Yapı, Mimar Kemalettin’in Cumhuriyet öncesi eseridir. Cumhuriyet sonrası da eserler kazandıran mimar ve Ankara için burası, sadece bu özelliğiyle bile tektir.

* * *

Bir gün, Ankaralıların şaşkın bakışları arasında çift kanatlı iki Yunan bombardıman uçağı Ankara semalarında görünür. Ankaralılar şaşırırlar. Hani nerdeyse el bile sallarlar.

Yazının Devamını Oku

Egli’nin izlerinin peşine düşün

17 Ocak 2017
Ankara başkent olur. Olur, ama bildiğin kasaba! Adeta bir imar seferberliği başlar.

Seferberlik içinde yabancı mimarlardan iki tanesi önemli ve çok sayıda esere imza atanlar olarak öne çıkar; Clemens Holzmeister ve Ernst Egli. Holzmeister Türkiye’den kendisine gelen daveti Egli’ye iletir. Egli çıkar, gelir. Gelme nedeni olan proje biter ama dönmez. Yıllarca da kalır.
Egli’den “gülümseme garantili” bir anıyla başlayalım:
1928 yılının başlarıdır. Egli’nin Türkiye’ye gelişinin ardından Holzmeister da gelir. Ankara’da, Bakan Recep Peker, iki ünlü mimarı yemeğe götürür. Su bardaklarına, su doldurulur – daha doğrusu Egli öyle düşünür! Bakan bardağını kaldırınca Egli kendi kendine;
“Bunu sonuna kadar içmek zor olmasa gerek!” der. Bir dikişte bitirir.
İçtiği rakıdır ve anlaşılacağı üzere susuz içmiştir.
Bütün boğazı alev alev yanarken “Milli içkimiz” dendiğini duyar gibi olur! Bardaklar tekrar doldurulur. Durumu tam kavrayamadığından olsa gerek, aynı şekilde içer.

Yazının Devamını Oku

Nazi zulmünden özgürlük senfonisine

10 Ocak 2017
Tarih 1936. Bir temsil heyeti başkanı ve üç arabaya sığan arkadaşlarıyla viran bir kasabaya gelişinin üzerinden 17 yıl geçmiştir. Bir mucize olmuş ve yok oldu, olacak sanılan bir millet küllerinden doğmuştur. Şimdi sırada Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) binası vardır. 

Birinci Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz ikinci on yıl geçiyordu. Almanya’da başlayan ve dünyayı saracak olan Nazi ateşi, önce bu ateşin anavatanında özellikle Yahudileri yakmaya başladı.
Genç cumhuriyetin diplomatları büyük savaş sırasında, pek çok insanı kıyımdan çekmiş, çıkarmış ve Türkiye’ye göndermiştir. Savaş öncesindeyse Almanya’da gün be gün durumu kötüye giden ve can güvenliklerinden endişe eden dünyaca ünlü beyinlere, Genç Cumhuriyet kucak açmıştır.
Cumhuriyetin kurucusu her konuya olduğu gibi eğitime de hassas ve bilimsel düşünceyle yaklaşıyordu. İsim belirleme, işin ciddiye alındığı noktalardan biriydi. Afet İnan, kendisinin Edebiyat Fakültesi ismini önerdiğini söylüyor;
“Atatürk, coğrafya ile tarihin sıkı işbirliğine daima işaret eder, özellikle iki bilginin paralel gitmesini ve coğrafi koşullar açıklanmadan, harita rehberliğinden yoksun bir tarihin hiç işe yaramayacağını kabul ederdi.”
Tartışmanın hiç de geçiştirilmediğini ve temelinde insan ve bilim olan derin bir düşüncenin yattığını anlıyoruz:
“Fakülte’nin adına dil kısmının eklenmesiyse, yine bu hazırlık aşamalarının ikinci ayağıdır. Bu bakımdan ‘Hümanitaire’ (insani yardım) bir zihniyetin hâkim olacağı bir bilim merkezi haline gelmeli idi. Çünkü 20. yüzyılın insanlık akımının, ana kaynaklarının bunlardan çıkacağı kaçınılmazdı.”

DÜNYACA ÜNLÜ MİMARLAR

Yazının Devamını Oku

St. Petersburg Meydanı’nda özçekim yapın!

3 Ocak 2017
"Türkiye’nin kalbi olan Ankara’da bulunan bu meydan, bundan sonra Rusya’nın kültür kalbi olan Saint-Petersburg’un kalbinin bir parçası olarak atacak”.

Bu sözlerin sahibine gelmeden önce, bugünkü yazımıza konu olan mekânlardan birini yapan kişiden, Osmanlı Padişahı II. Murat’ın kazaskeri (hâkim) Karaca Bey’den bahsedelim. Karaca Bey, adına bir külliye yaptırmak istemiş. Önce cami yaptırarak işe başlamış. Derken temeli atılmış camiden vazgeçip hamamı yaptırmış! Çifte hamam olarak adlandırılan yapının ustalıkla yapılan sütunları bugün hala yapının içini aydınlatırken, çatısında leylekler artık yuva yapmıyorlar. Diğer taraftan hamam hükmünü sürmeye devam ediyor! Günümüzde önündeki bölgeye Hamamönü, arkasınaysa Hamamarkası deniliyor. Bu iki alandaki evlerin çoğu yenilenmek yerine yıkılıp yeniden yapıldığı için eleştirilse de Ankara’nın havasına çok şey katıyor ve katmaya da devam edecek gibi görünüyor. Hamamın yanında İnci Sokak var. Bu sokağa girin.

KISA YÜRÜYÜŞLE MEYDANA ÇIKIN

Sokakta kısa bir yürüyüş sizi küçük bir meydana çıkaracak. Kentlerin önemli mekânlarıdır meydanlar. Halka açık; buluşma noktası; sosyal, kültürel, siyasi veya ticari amaçlara hizmet eden; en merkezi ve ünlü yeri veya kentin soluk aldığı yerler olarak tarif edilirler. Bu topraklar antik dönemlerden itibaren agora veya forum gibi adlar verilen meydan örneklerine bolca sahiptir. Dünyaca ünlü meydanlar diye internette bir arama yapacak olursanız Kızıl Meydan, Saray Meydanı, Tiananmen Meydanı, Trafalgar Meydanı ve Concorde Meydanı isimleri karşınıza çıkacaktır. Bu meydanların kentlerde; dünyanın en çok merak edilen, en zengin kültürel ve tarihi mirasa sahip, en çok turist çeken yerler gibi başlıklarla uzatılabilecek listelerde mutlaka üst sıralarda yer aldığını görebilirsiniz. İçinde bulunduğumuz meydan küçük ama olsun!
Zira Ankara, meydanlarını gün be gün kaybediyor.

MERMER BİR YAZIT GÖRECEKSİNİZ

Meydanda, hemen önünüzde, mermer bir yazıt göreceksiniz. Üzerinde meydanın iki dilde yazan adı sizi şaşırtmasın: St. Petersburg Meydanı. Adı, Altındağ Belediyesi’nin bir kararı olarak hayata geçirilmiş ve Rusya’nın sanat merkezi sayılan kentinin ismini taşıyor.

Yazının Devamını Oku