Fırat Tur

Çile salonu

29 Ocak 2007
KURULUŞ tarihi 1826. Neredeyse iki asra yakın bir süre olmuş. Dünyada bugüne kadar kesintisiz yaşamını sürdürebilmiş en eski senfoni orkestralarından birisi. Üstelik isminin önüne de, Atatürk’ün emriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüce makamının adı getirilmiş. Amacı, Türk halkının kültür ve sanat düzeyini yükseltmek. Bahsettiğimiz kurum Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO).

CSO Konser Salonu’na en son geçtiğimiz hafta, ünlü şair ve Ajans Türk’ün kurucusu Necdet Evliyagil için düzenlenen anma gecesinde, ünlü piyanistimiz İdil Biret’i dinlemek üzere gittim. Ne yazık ki bir kez daha bu salonun içler acısı halini, hem görme, hem de CSO sanatçılarından dinleme fırsatı buldum.

CSO sanatçıları bu salonu, akustik açıdan, belki de bir senfoni orkestrasının konser verebileceği en son salon olarak nitelendiriyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde eşine rastlanmayacak bir şekilde duvarları halı kaplı. İçerdeki hava sirkülasyonu son derece kötü. Aydınlatma ise başka bir sorun.

Tavandaki spotlar hem dinleyicilerin hem de sanatçıların gözlerini alıyor. Hatta bazı sanatçılar, gün boyu süren provalarda güneş gözlüğü kullandıklarını itiraf ediyorlar. Koltuk araları ise dünya rekorunu zorlayacak darlıkta. Eğer boyunuz 1.65’ten uzunsa vay halinize. Konser bir işkenceye dönüşebilir.

BOŞ VAATLER

21 Aralık 1997’de, CSO’ya yakışan bir konser salonu yapılması için Adliye binasının yanındaki boş araziye temel atıldı. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen ortada bir salon yok. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, göreve geldiği 2005 yılında Ankara’yı Kültür Başkenti haline getirmeye kararlı olduklarını belirterek, "Burayı en kısa sürede tamamlayacağız" demişti.

Ancak ortada hiçbir icraat yok. Yeni konser salonunun inşaatında bir ilerleme olmasını bırakın, Kültür ve Turizm Bakanı koltuğunda oturan Atilla Koç, bugüne kadar CSO’nun hiçbir konserini dinlemeye bile gitmemiş.

Söylentilere göre CSO Konser Salonu’nun temelinin atıldığı bu kıymetli arazide bazı rantiyecilerin gözü varmış. İnşaatın gecikmesinin asıl nedeni de buymuş. Umarım bunlar sadece söylentide kalır ve hem Ankara, hem de CSO, gerçek anlamda, kendine yakışır, uluslararası standartlarda bir salona kavuşur.

Bülent’in yeni gözdesi

POPSTAR Alaturka’da Hasret birinci oldu, ama daha çok Bülent Ersoy’la ikinci olan Armağan arasındaki ilişki konuşuldu. Dün akşam yarışmanın yeni sezon bölümü başladı. Finale kalan isimler arasında bir de Ankaralı sanatçı var. Uzun yıllardır Meze Restoran’ın fasıl grubunda keman çalan Savaş Altınbaş. Savaş, hem müzik bilgisiyle hem de sesiyle ilk 14’e girmeyi başardı. Elemelerde Savaş’ı en çok beğenen ise Bülent Ersoy olmuş. Savaş’ın evli olduğunu öğrenen Ersoy, "Hayır, olamaz, sen evli olamazsın. Sen benim tereyağlı böreğimsin, pilavımsın" gibi ilginç iltifatlarda bulunmuş. Herhalde bu sohbet, ünlü sanatçının karnının oldukça aç olduğu bir saate denk geldi. Savaş’ın Ankara’yı en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyorum ve başarılar diliyorum.

Ailelere uyarı

TÜRKİYE’nin ilk olimpik buz pateni tesisi olan Bahçelieveler’deki Belpa, şu sıralar oldukça yoğun günler geçiriyor. Buzda Dans yarışmasıyla birlikte buz patenine olan ilgi bir hayli artmış. Ancak anlayamadığım bir konu var. TRT yıllardır, Avrupa ve Dünya şampiyonalarını yayınlıyor, ama buz pateni bu kadar ilgi görmüyordu. Birkaç magazinsel isim, atışmanın, polemiğin, dedikodunun bol olduğu şov programında buz pateni yapınca, Belpa bir anda doluverdi. Buzda Dans’ı izleyip çocuklarının elinden tutup buz pateni yapmaya götüren ailelere bir uyarım var. Buz pateni, şöhret basamaklarını çıkmak için bir yol değil, bir spordur. Unutmasınlar.
Yazının Devamını Oku

Alışveriş merkezi savaşları kızışıyor

22 Ocak 2007
İÇİNDE lüks mağazaları, büyük marketleri, sinemaları, eğlence mekanlarını barındıran dev alışveriş merkezleri artık şehir hayatının vazgeçilmez bir parçası oldu. Tatil günlerinde vakit geçirmek için daha iyi bir alternatif bulmakta zorlandığımız Ankara’da, soluğu bu büyük yapıların içinde alıyoruz.

Alışveriş merkezleri müşteri pastasından daha büyük pay kapabilmek için büyük bir rekabet içindeler. Ancak önümüzdeki birkaç yıl içinde açılması planlanan dev yapılarla aralarındaki bu savaş daha da büyüyecek.

Keçiören’e iki dev

Ankara’nın kuzeyinde yer alan Keçiören ilçesi önümüzdeki yıl iki dev alışveriş merkezine kavuşacak. Etlik’teki Metro Grossmarket’in hemen bitişiğine, toplam kapalı alanı 222 bin metrekare olan Antares yapılıyor. İçinde 200’den fazla mağazanın yanı sıra, hipermarket ve yapı marketi Praktiker’in Bilkent’ten sonraki ikinci şubesi yer alacak. Adını bir yıldızdan alan Antares’te ayrıca dev bir bowling salonu da bulunacak. Bu arada küçük bir ayrıntıyı da hemen belirtelim. Antares’i, Kuğulu Kavşağı inşaatını da yapan, altgeçit, köprü müteahhidi olarak bilinen, Melih Gökçek’in yakın dostu Namık Tanık yapıyor.

Kuzeydeki ikinci dev ise Çevreyolu Ovacık Mevkii’ne inşa ediliyor. Tepe grubunun sahibi olduğu büyük araziyi Forum satın aldı. Forum Ankara Alışveriş ve Eğlence Merkezi 2008 yılında tamamlanacak. İçinde hipermarket, yapı marketi, ünlü markaların yer aldığı bir mağaza ve en ilginci de bir hayvanat bahçesi yer alacak.

Batı cephesinde son durum

Eskişehir Yolu
üzerine ilk yerleşen alışveriş merkezi Armada olmuştu. Tabii bu istikametin devamında Bilkent Alışveriş Merkezi, Ümitköy’deki Galeria ve Çayyolu’ndaki Arcadium da büyük potansiyele sahipler. Ancak burada hareket artıyor. Celepçioğulları’nın yaptığı, Ankara’nın tek çatı altındaki en büyük alışveriş merkezi olma özelliğini taşıyacak Cepa’nın inşaatı hızla sürüyor. İçinde Carrefour ve yapı marketi Bauhaus yer alacak.

Bu yol üzerinde eski Tofaş Servisi’nin olduğu arsa da satılmış ve burası da yine büyük bir alışveriş merkezi olacakmış.
Bu arada Armada’nın müteahhidi olan Salih Bezci’nin, Ataşehir Konutları’nın olduğu yere, Karina Plaza adında büyük bir alışveriş merkezi daha yaptığını da hemen ekleyelim.

İstanbul Yolu hareketli

İstanbul Yolu
üzerindeki TMO’nun arazisinin bir kısmı satın alınmış ve dev bir alışveriş merkezi yapılacakmış. Henüz Ankara pazarına girmemiş olan İKEA’nın ise Ankara’daki ilk şubesini İstanbul Yolu üzerinde açmak için hazırlıklar yaptığını duydum. Bu arada Ajans Türk’ün sahibi Sarp Evliyagil de Eryaman’da, Göksu Parkı’nın yakınında, metro durağı bitişiğine bir alışveriş merkezi yapacakmış. Beş kat olması planlanan bu dev yapının içinde hipermarket ve mağazalar yer alacakmış.

Ve Çankaya

Oran
ise Milletvekili lojmanlarının kaldırılmasından sonra yitirdiği temposunu, Çankaya ve Gaziosmanpaşa’ya hitap edecek görkemli bir alışveriş merkeziyle yeniden kazanmaya hazırlanıyor. İçlerinde, Armada’da da hissesi bulunan bir grup iş adamının yaptığı bu merkezin adı Panora oluyor. Kaba inşaatı tamamlandı ve dev kubbesi, Oran semtinin göbeğinde yükseldi bile. Eylül ayında açılması planlanıyormuş. Duyduğuma göre çok seçkin ve dünyaca ün yapmış markalara yer verilecekmiş. Bu özelliğiyle de diğer rakiplerinden bir adım öne çıkacak gibi görünüyor.

Hep tüketim

Ankara
’daki dev alışveriş merkezlerinin sayısı iki elin parmaklarını çoktan geçti bile. Yeni açılacaklarla birlikte bu rakam daha yükselecek. İnsanın içinden de "Keşke bu kadar çok alışveriş merkezi açılacağına biraz da fabrika açılsa" demek geliyor. Söz konusu tüketim olunca önümüzde kimse duramıyor. Peki bu kadar tüketmeyi hak edecek kadar üretebiliyor muyuz? Yoksa, tükete tükete öz sermayemizi mi bitiriyoruz?
Yazının Devamını Oku

Arjantin’de son tango

8 Ocak 2007
Ankara’nın kafeleriyle ünlü caddesi Arjantin, 2007’ye müthiş bir transfer bombasıyla girdi. Kuki ve Cafemiz gibi mekanların ortağı Gamze Cizreli ve İşletme Müdürü Ferhat Kılıç, Filistin Caddesi’ndeki Home Store’a transfer oldular. Gamze Hanım ve Ferhat Bey, adı Kuki’yle özdeşleşen Şemsettin Usta’yı da yanlarına katarak, Home Store’un üst katını, Osmanlı-Türk mutfağının muhteşem lezzetlerinin sunulduğu bir restorana dönüştürüyorlar. Arjantin Caddesi’nin ilk kafesi olan Cafemiz’i Boğaç Üner ve Gamze Cizreli Üner /images/100/0x0/55eaae6df018fbb8f88ff283çifti açmıştı. Bu ikili, aralarında Kuki’nin de bulunduğu çok sayıda başarılı işletmeye imza atmıştı. Ancak, Üner çiftinin evliliği geçtiğimiz yıl noktalandı. Evliliğin ardından bir süre işlerini ortak götürmeyi denedilerse de olmadı ve şimdi iş hayatlarını da ayırdılar.

Gamze Hanım, İşletme Müdürü Ferhat Kılıç’la birlikte Home Store’un en üst iki katında yer alan restoranı Osmanlı-Türk mutfağının eşsiz lezzetlerinin sunulacağı bir mekana dönüştürüyor. Restoranın adı, uygun, layık, yakışan anlamına gelen Şayeste olacak. Dekorasyon neredeyse baştan aşağıya değişiyor. Şayeste’nin iç dekorasyonunu, Cafemiz ve Şa’şaa’nın dekorasyonunu da birlikte yapan ve oryantal öğeleri kullanmayı çok iyi beceren Gamze Cizreli ve Selda Kutluçınar üstlenmiş. Home Store’un restoran bölümünün karanlık dekoru, modernize edilmiş Osmanlı motifleriyle daha ferah bir görünüm kazanacak.

İşe soyunan ekibin geçmiş tecrübelerine bakıldığında, Ocak ayının sonlarına doğru Ankara’nın çok güzel, şık ve kaliteli bir mekan kazanacağını şimdiden söylemek mümkün.

Demet’e yakışmadı

BAŞKENT eğlence hayatı son yılların belki de en sönük yılbaşı gecesini yaşadı. Tatil, Kurban Bayramı’yla birleşip uzayınca, Ankaralılar’ın büyük çoğunluğu da soluğu yurtdışı ya da Antalya, Bodrum gibi yerlerde aldılar. Bütün bunlara rağmen, Fedon, Demet Akalın, Asena ve Özgün gibi isimler yılbaşı gecesi çalışmak için Ankara’yı tercih ettiler.

Bu arada Demet Akalın’la ilgili bir ayrıntıyı aktarmak istiyorum. Bir önceki yılbaşı, Esenboğa’daki Büyük Anadolu Otel’de sahne alan Demet, bu sene de, bir süredir düğün salonu olarak kullanılan Mydonose’daydı.

Programdan önce, Mydonose’u bizzat Demet Akalın’ın kiraladığı ve organizasyonu da kendisinin yaptığı yönünde dedikodular çıktı. Yılbaşından bir gün önce Demet’e AnkaMall’da rastladım. Bu söylentilerin doğru olup olmadığını sorduğumda, "Bu yılbaşı Ankara bomboş. Reklam olsun diye yaptık. Öyle bir şey yok" diye cevapladı. Akalın’ın programının beklenen ilgiyi görmediğini göz önüne alacak olursak, bu garip reklamın çok fazla işe yaramadığı anlaşılıyor.

Bilkentliler’in tepkisi

GEÇTİĞİMİZ hafta yayınlanan "Bilkent’te Değişim" başlıklı yazımda, Bilkent Üniversitesi öğrencilerinin Ankara eğlence ve sosyal hayatına olan etkilerini konu etmiştim. Çok sayıda Bilkentli öğrenci, bu yazımı gönderdikleri elektronik postalarla eleştirmişler. Bilkent Üniversitesi’nin sadece bu yönüyle gündeme gelmesi onları rahatsız etmiş. Gelen eleştiri yazılarının tamamını büyük bir dikkatle okudum. Haklı oldukları noktalar var.

İlk vakıf üniversitesi olan Bilkent’in, Türk eğitim ve öğretim hayatına olan katkıları tabii ki gözardı edilemez. Bilkent’in birçok bölümüne girebilmek için ÖSS’de en yüksek puanları almak gerekiyor ve hala birçok özel şirket, eleman alacağı zaman Bilkent’i ilk sırada tercih ediyor.

Ve bir Bilkentli öğrencinin yazdığı "Merak etmeyin, bizler Türkiye’mizi daha iyi, daha yüksek noktalara taşımak için okuyoruz ve bunu nasıl yapacağımızı düşünüyoruz" satırları, ülkemizin geleceğiyle ilgili taşıdığım endişeleri biraz olsun hafifletiyor.

En ilginç mevlit

İLK duyduğumda ben de çok şaşırdım. Lüks merakının önüne geçemeyen İslami sosyete, sonunda işi bu noktaya getirmiş. Artık mevlit okutmak için de ünlü mekanlar tercih ediliyor. Gectiğimiz günlerde gözde mekanlarından birisinde öğleden sonra mevlit okunmuş.
Yazının Devamını Oku

"Deniz Baykal diye bi gasteci varmış"

6 Kasım 2006
Yer, sadece Türkiye ’nin değil, Avrupa ’nın en modern alışveriş merkezlerinden birisi olan Armada ’nın açık otoparkı. Saat gece 23.00’ü gösteriyor. Yazının başlığında yer alan tırnak içindeki bu cümle, otoparkta nöbet tutan güvenlik görevlisinin telsizden yaptığı anons. Yaşadığım bu ilginç olayı anlatayım.

Başrollerini Sibel Kekilli ve Mehmet Ali Alabora ’nın paylaştığı Eve Dönüş filminin galası, geçtiğimiz hafta Tüze Armada Sinemaları ’nda yapıldı. Yaklaşık bin davetlinin katıldığı galanın onur konuğu, CHP lideri Deniz Baykal ’dı. Gece saat 23.00 civarında Baykal ve sanatçıların sinemadan çıkışlarını izlemek üzere Armada’ya geldim. Açık otoparktaki üniformalı güvenlik görevlisi, içinde bulunduğum basın aracını durdurdu. Sinemaya geldiğimi söyledim. Görevli, "Sinema bu saatte kapalı " dedi. Bu cevap üzerine, "Sinema açık. Film galası var. Deniz Baykal burada. Gazeteciyim. Onu izlemek için geldim " dedim. Bir süre yüzüme bakan görevli "Biraz bekleyin " diyerek telsizinden şu anonsu geçti:"Hürriyet gastesinden geldiler. Deniz Baykal diye bi gasteci varmış. Onu görmek için içeri girmek istiyor ". Ben dumura uğramış bir ifadeyle, "Gazeteci değil, CHP Genel Başkanı " derken, telsizin diğer ucundan "Tamam, içeriye alın " anonsu duyuldu.

Eğitim şart

Bu konuşmadan ortaya çıkan sonuca gelince.

Otoparktaki görevli, güvenliğini sağlamak için bulunduğu alışveriş merkezinin sinemasının açık olduğundan, yaklaşık bin davetlinin katıldığı bir gala yapıldığından ve en vahimi de davetliler arasında yer alan Deniz Baykal ’ın kim olduğundan bihaber. Neredeyse polisten bile daha fazla yetkilerle donatılan bu güvenlik elemanlarına şık üniformalar giydirip yan yana dizmek, hatta ellerine birer de kurt köpeği vermek, bence güvenliği sağlamaktan daha çok gösterişe yönelik bir hareket. Amacınız gerçekten güvenlik sağlamaksa, önce onları eğitmelisiniz.

Kekilli’yi iyi tanıyorlar

Armada
’nın güvenlik görevlilerinden birisi Deniz Baykal ’ın kim olduğundan bihaber, ama diğerleri Sibel Kekilli ’yi çok iyi tanıyorlar. Kekilli , Armada ’dan ayrılmadan önce onun etrafını çeviriyorlar ve hatıra fotoğrafı çektirebilmek için sıraya giriyorlar.

Restoran savaşları kızışıyor

İstanbul ’un ünlü restoranları gözlerini Ankara ’ya dikeli çok olmuştu. Ankara’nın, politika, bürokrasi ve diplomasi merkezi konumunda olması, kaliteli, şık ve dünyaca ünlü restoranlar için de hazır bir müşteri portföyü demek. Köşebaşı , Tike , Home Store gibi İstanbul markalarının ardından, geçtiğimiz hafta içinde de Kuruçeşme ’nin ünlü balıkçısı Park Fora ve merakla beklenen İtalyan restoranı Paper Moon da Ankara ’ya merhaba dedi.

İtalyan şef

Bir süredir küçük davetlerle Başkent gecelerine alışmaya çalışan Paper Moon , Kavaklıdere Beymen binasının alt katında kafe, en üst katında ise restoran olarak faaliyete geçti. Restoranın şefi Türkiye ’ye iki ay önce gelen İtalyan Cristiano Cannata

İstanbul ’daki Paper Moon ’un en büyük özelliklerinden birisi de, uzun barının akşamüstü, yemek öncesi ve sonrası ful dolması ve yarattığı sıcak atmosfer. Ankara ’daki Wok ’ta olduğu gibi. Ancak, Paper Moon Ankara ’nın barının hemen kapının girişinde yer alması ve oldukça küçük olması, İstanbul ’daki havasını yakalamaktan oldukça uzak kalacağını gösteriyor.

Dikkat, Türk Kahvesi yok

Sanıyorum fiyatlar, Ankara’da bir restoranda ödeyebileceğinizin en yükseği. Ancak, ödediğiniz bol sıfırlı hesabın ardından garsondan, köpüklü bir Türk Kahvesi isterseniz alacağınız cevap, "Maalesef yok " olacak.
Yazının Devamını Oku

Değişime uyan müteahhitler

30 Ekim 2006
DAHA birkaç yıl öncesine kadar Ankara gece hayatında en çok parayı kim harcıyor, en fazla kim geziyor diye sorsanız şüphesiz cevap, "Devlete iş yapan müteahhitler" olurdu. Restoranlarda, gazinolarda, barlarda en ön masalar hep onlara rezerve edilir, mönüdeki en pahalı seçeneklerle donatılır, viski şişeleri boy boy dizilirdi.

Sahnede program yapan sanatçıya şampanya göndermemek büyük ayıp sayılırdı.

Bu eğlencelere çoğu zaman kalabalık gruplar halinde çıkılırdı. Bazı müteahhitler, almayı planladıkları ihalenin belirleyicisi pozisyonundaki bürokrat veya politikacılarla gezmekten bile çekinmezlerdi. Gittikleri mekanın işletmecilerini sıkı sıkı tembih eder, bodyguardlara dolgun bahşişler vererek, "Aman ha içeriye gazeteci falan almayın" derlerdi.

Son dönemlerde bu işadamlarımıza, müteahhitlerimize Ankara gecelerinde pek fazla rastlayamıyoruz. "Nerede bunlar?" sorumuzu, uzun yıllardır gece hayatında işletmecilik yapan bir dostum yanıtlıyor, "Eskiden çok gezen bir müteahhit müşterime neden artık gelmediğini sordum. ’Yeni bir iş aldık. İçkili yerde eğlendiğimiz görülürse trilyonluk iş elden gider’ dedi. Herkesin elinde fotoğraf çeken cep telefonları var. ’Bakın işte, ihaleyi verdiğiniz adam içki masasında oturuyor’ şeklinde tehdit edilmekten korkuyorlar. Çoğunluğu artık dışarıya çıkmıyor. Değişmiş gibi davranıp, eğlencesini evinde yapıyor."

Bir zamanlar ihalelerin içki masalarında bağlandığı söylenirdi. Yoksa şimdi de, sırf masada içki var diye verilen ihaleler mi bozuluyor?

Ne yaptın Ebru?

YIl 1993, Ebru Gündeş, Tanrı Misafiri adlı ilk albümünü yeni çıkarmış ve ilk televizyon çekimi için TRT Arı Stüdyosu’na gelmişti. İncecik vücudu, giydiği kabarık elbisenin içinde belli bile olmuyordu. Gazetecilerin karşısına geçip, ilk fotoğraflarını çektirirken kendinden son derece emin bir ses tonuyla söylediği, "Ben, sesimin ve yüzümün güzelliğiyle bir yerlere geleceğim" sözleri nedense hep aklımda kaldı. Aradan 13 yıl geçti. Ben değil, ama Ebru Gündeş bu söylediklerini çoktan unutmuş görünüyor. O, gerçekten de sesiyle ve yorumuyla çok başarılı oldu. Ancak, geçirdiği estetik operasyonlar ve son olarak dudağına yaptırdığı kolajen, kendi deyimiyle "yüzünün güzelliğini" aldı götürdü.

Sadece ben değil, onun bu son halini gören birçok kişi, doğal güzelliğini kaybetmesine üzülüyor.

Tabii ki, hiç kimsenin zamana ve yer çekimine meydan okumasını beklemiyorum. Ancak, "Ben bulgurumu çok seviyorum" deyip de Dimyat’a pirince gidenlere de, bir anlam veremiyorum.

Ankara’yı es geçmeyin

Türk Sineması ’nın son yıllarda kaydettiği aşama, yapılan görkemli galalara da yansıyor. Oscar törenlerini andıran görüntüler sahneleniyor. Geceye katılan konuklar kırmızı halının üzerinde smokin ve şık tuvaletleriyle yürürken, sağlı sollu dizilmiş onlarca gazeteciye poz veriyorlar. İstanbul’da yapılan bu galalarda, sanat, sosyete ve iş dünyasının ünlüleri boy gösteriyor. Televole tipi programlar ve gazetelerin magazin sayfaları da bunlara geniş yer veriyor.

Bu galaların bir de Ankara ayağı oluyor. Ya da "oluyordu" demek daha doğru. Filmin yapımcı, yönetmen ve başrol oyuncuları katılır, kabinenin en az iki üç bakanı, üst düzey bürokratlar ve milletvekilleri de, çoğunlukla eşleriyle birlikte yerlerini alırlardı. Hatta, Kurtlar Vadisi’nin galasına, Emine Erdoğan, kızlarıyla birlikte gelmişti. Bunlar en az İstanbul’daki galalar kadar ses getirir, haber değeri olarak magazin programları ve sayfalarının dışına da taşarlardı.

Ancak, son olarak da Hokkabaz, Ankara’yı gala yapmaya değer bulmadı.

Oysa Cem Yılmaz’ın Gora’sı için yapılan Ankara galasına, başta Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener olmak üzere, üst düzey politikacılar büyük ilgi göstermiş, televizyon kanalları canlı yayın bile yapmıştı.

Şüphesiz sanatçı politikacı yakınlaşmasının en güzel örnekleri film galalarında yaşanıyor. Ancak, gala için Ankara es geçilmeye başlanınca da insanın aklına "Yoksa sinema sektörü siyasetçilerden umudu kesti mi?" sorusu geliyor.
Yazının Devamını Oku