Dr. Gündüz Tezmen

Koroner damarları genişletmek mümkün

11 Şubat 2004
Dünyada en sık görülen ve ölüm nedenlerinin başında yer alan koroner kalp hastalığının tedavisi ve bu hastalığın seyri sırasında ortaya çıkan kalp krizi, kalp yetersizliği ve ölüm gibi üzücü olayların önlenmesi konusunda yapılan çalışmalar ‘‘EECP’’ yönteminin yararlarını ortaya çıkardı. İstanbul Memorial Hastanesi'den Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı, giderek yaygınlaşan bu yöntemi anlattı.

KOLAY uygulanan, kansız ve yan etkisi olmayan ‘‘Enhanced External Counter Pulsation’’ (EECP) yöntemi, Amerika'da 500'ün üzerinde merkezde olmak üzere tüm dünyada yaygın olarak koroner kalp hastalarının tedavisinde kullanılmakta.

EECP yöntemi ile tedavi, kalbi besleyen koroner damarların ve ince uç dallarının genişlemesini, bu dallar arasında kollateral adı verilen bağlantı dalcıklarının (doğal by-pass'ların) açılmasını ve yeni kılcal damarların oluşmasını sağlamaktadır. Böylece, kalbi besleyen koroner damarlarında daralma ve tıkanma olan koroner kalp hastalarında, kalpte kanlanma eksikliği düzelmekte, koroner yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan göğüs ağrısı, yorgunluk, nefes darlığı, çarpıntı gibi yakınmalar azalmakta, hatta kaybolmakta; kalp krizi riski azalmakta, ömür uzamaktadır.

EECP, kolay uygulanan bir yöntemdir: Sırt üstü yatar durumdaki hastanın bacaklarına ve kalça çevresine sarılan hava torbaları, kalp atımları ile eş zamanlı olarak şişirilip boşaltılır. Her şişirme sırasında bacaklara uygulanmış olan basınç, bu bölge damarlarındaki kanın kalp yönüne hareketini sağlar. Kalbe yakın ve koroner damarların çıktığı ana atardamar bölgesinde biriken kanın yükselttiği basınç ile, kan koroner damarlara itilir. Her kalp atımında olan bu itiş, zamanla koroner damarların uç dallarında genişlemeyi ve yeni yan dalların oluşumunu sağlar. Günde bir saatten toplam 35 saat uygulanan bu tedavi sırasında, doktor ve hemşire tarafından yapılan ilave bağlantılar ve ince ayarlar ile en iyi etkinin elde edilmesi sağlanırken, hasta hiçbir yakınma hissetmeksizin gazetesini okuyabilir, televizyon seyredebilir, bir saatlik günlük tedaviyi aldıktan sonra evine ya da işine gidebilir.

EECP tedavisi gören hastaların elde ettiği yarar, yakınmalarının azalmasından anlaşılabileceği gibi, tedaviden sonra yapılan efor, talyum ve diğer testlerle de kanıtlanabilir. Tedavi ile elde edilen yararlı etki kalıcı olup beş yıl geçtikten sonra yapılan testlerde de gösterilebilir.

HAFTANIN KİTABI

Bir insanın kendini daha iyi hissedebilmesi, daha sağlıklı olabilmesi için, yaşamın getirdiği ve biriktirdiği zararlılardan arınması gerekiyor. Bu arınmaya, toksinlerden kurtulma anlamında ‘‘detoks’’ deniliyor. Bu haftaki kitabımız ‘‘Zihinsel Arınma’’ adını taşıyor. Bu kitap, bir hafta içinde negatif düşünceyi yenme, stresleri atma, güveninizi yeniden kazanma ve tamamen gevşemeyi öğretmeyi amaçlıyor.

Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku

Kanseri önlemede 10 altın kural

9 Şubat 2004
Kanser sözcüğünü duyduğu zaman yüreğini büyük bir korku sarıyordu. Ailesinde kansere yakalanmış kişiler vardı ve bu genç kadın da aynı hastalığın pençesine düşeceğini düşünmekten bir türlü kendini alamıyordu. Günler geçtikçe yakın bir gelecekte kansere yakalanacağına iyiden iyiye inanmaya başlamıştı. ‘‘Korkunun ecele faydası olmaz’’ derler, bu genç kadın da günlerini korku içinde geçirmek yerine kanser riskini azalttığı bilinen önlemlere baş vurabilirdi.

1- Sigarayı unutun

Dünya Sağlık Örgütü'nün hazırladığı rapora göre, sigara alışkanlığıyla bağlantılı kanser türlerine (örneğin akciğer kanseri) yakalananların sayısında büyük bir artış var. Sigara alışkanlığı, tam 11 kanser türünde etkili.

2-Test yaptırın

Kadınlar, mammogram ve smear testi gibi sözcüklerden hiç hoşlanmıyorlar. Kendilerini sağlıklı hissettikleri sürece de bu önemli testleri yaptırtmaktan kaçınıyorlar. Oysa kanseri, başlamak üzereyken yakalayıp mücadeleye girişmek çoğu zaman hayat kurtarır.

3-Koruyucu yiyecekler

Posalı yiyeceklere ağırlık vermek, bağırsak kanserlerini önlüyor. Taze meyve sebze ve tahıl ürünleriyle oluşturulan beslenme düzeni bağışıklık sisteminin başta kanser olmak üzere pek çok hastalığa karşı direncini artırıyor. Elma, greyfurt, mango ve kivi gibi meyveler sofradan hiç eksik edilmemeli. Lahana, brokkoli, karnıbahar gibi sebzeler de kansere karşı koruyucu.

4-Alkolü azaltın

Alkollü içecekler konusunda asla aşırıya kaçmamalısınız. Ağız, gırtlak, nefes borusu, yemek borusu ve karaciğer kanserlerinin genellikle içkiyi fazla kaçıranlarda görülmesi bir rastlantı değil. Günde üç kadehten fazla alkollü içki içmek, kansere davetiye çıkarır.

5-Güneşe dikkat

Güneşin hayat ve enerji kaynağı olduğunu hiç kimse inkar etmiyor. Fakat meselenin bir de öbür yüzü var. Güneşteki zararlı mor ötesi ışınlar, son yıllarda deri kanseri vak'alarında bir patlama yarattı. Güneşe çıkarken her zaman koruyucu losyonlar kullanmalısınız. Yaz aylarında sabah 11 ve öğleden sonra 3 arası saatlerde asla güneşe çıkmayın. Günlük güneşlenme süresi 10 dakikayı geçmesin.

6- Çaya zaman ayırın

Çay, serbest radikallerle kıran kırana mücadele eden antioksidanlar bakımından son derece zengin bir içecektir. Fareler üzerinde yapılan deneyler, çayın kanserli tümörleri küçülttüğünü gösterdi. Çayı süt ile karıştırarak içerseniz, kanserden korunma şansınız daha yüksek olur.

7- Ailenizi araştırın

Ebeveynlerdeki hatalı genlerin daha sonraki kuşaklarda da kansere neden olabileceği unutulmamalı. Meme, rahim, bağırsak ve prostat kanserlerinin oluşmasında genetik faktörler rol oynuyor. Ailede kanser vakalarının görülmesi, sizin de mutlaka kansere yakalanacağınız anlamına gelmez. Sadece böyle durumlarda daha tedbirli olup gecikmeden gerekli önlemleri almalısınız.

8-Kilolardan uzak durun

Günümüzün en büyük sağlık problemlerinden biri de aşırı şişmanlık. Dünyada giderek yaygınlaşan şişmanlık bağırsak, böbrek, rahim çeperleri ve prostat kanserlerine de yol açıyor. İşte bu nedenle kanserden korunmak için dengeli ve sağlıklı beslenmeyi ilke edinmelisiniz. Ayrıca vücudun hareketsiz kalmamasına da dikkat edilmeli.

9-Değişikliğe dikkat

Günün 24 saatini kendinizi inceleyerek geçirmenizi önermiyoruz. Ama vücudunuzdaki beklenmedik değişikliklere de dikkat etmelisiniz. Vücudunuzdaki benlerin renk ve şekil değiştirmeleri ya da birden büyümeleri, kanser habercisi olabilir. Memelerin düzenli olarak kontrol edilmesi de meme kanserinin erken dönemde teşhis edilmesini sağlar. Bağırsakların faaliyetinde ani değişiklikler ve bunların bir haftadan fazla sürmesi de tehlike işaretidir.

10- Güvenli seks

Cinsel temas yoluyla geçen virütik hastalıklar cinsiyet organlarında kansere neden olabiliyor. Diğer sorunlar bir yana, kanserden korunmak için de güvenli sekse önem verilmeli. Cinsel temas yoluyla bulaşan hastalıklara karşı her zaman tetikte olmalıyız.

Derleyen: Azize BERGİN

SORULAR-SORUNLAR

PROSTATA AMELİYATSIZ ÇARE ARIYORUM

Ben 18 yıl önce by-pass ameliyatı geçirdim. 10 yıldan beri prostat sorunum var. Kalp ameliyatı geçirmiş olmam nedeniyle narkoz alarak ameliyat olamayacağım düşüncesindeyim. Sizin daha önceki yazılarınızda bahsettiğiniz prostata ameliyatsız çözüm yönteminden ben de yararlanabilir miyim?

Erhan Tiritoğlu


Daha önceden bir ameliyat geçirmiş olmanız, bu ameliyat kalp ameliyatı bile olsa, genel anestezi altında prostat ya da başka bir ameliyatı geçirmeniz için engel değildir. Tabii ki şu anda kalp ya da diğer hayati sistemlerinizle ilgili ek bir sorununuz olmamak şartıyla. Prostat bezi eğer büyüyerek idrar yolunu daraltmış ve idrar kesesinde çok miktarda idrar kalıntısına yol açıyorsa, bu birikme böbreklerinizi zorlayacaktır. Ayrıca da prostat bezinin selim karakterli büyümeleri ile kanserleri de bazen benzer belirtiler nedeniyle karıştırılabilir. Bu nedenle şikayetlerde önemli ölçekte değişme olmasa bile zaman zaman doktor kontrolünü ihmal etmemek gerekiyor. Bu kontrolde üroloji uzmanı mutlaka ameliyat öneriyorsa, kalp doktorunuzla görüşüp ameliyat engel bir halinizin olup olmadığını öğrenin.

Renklere göre beslenin

Dengeli beslenmek ve besinlerin yararlarını akılda tutmak için renklerine bakmak yeterli. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakup Alıcıgüzel, besinleri renklerine göre 7 kategoriye ayırarak, farklı renklerdeki besinlerin ayrı işlevleri olduğunu ifade etti.

MOR

Patlıcan, böğürtlen, kırmızı üzüm, kırmızı lahana, mürdüm eriği gibi mor renkli besinler, çok güçlü antioksidan özelliği taşır. Sağlıklı dokuları ve hücreyi koruyucu maddeler içerir. Kalp hastalıkları riskini azaltır. Ancak antioksidanlar, organizmanın savunma mekanizması için gerekli olan maddelerin yok edilmesine yol açacağı için iki ucu keskin bıçak gibidir. Ölçüyü ve dengeyi iyi tutturmak gerekiyor.

KIRMIZI Domates, karpuz, kan portakalı gibi ürünler, likopen içerdiği için bazı kanser türlerine karşı koruyucudur.

TURUNCU Kayısı, kavun, havuç, balkabağı gibi ürünler karoten maddesi içerir. Karoten hücreleri zararlı maddelerden korur.

SARI-TURUNCU Limon, portakal, armut, mandalina, greyfurt gibi sarı ve turuncu renkli besinler, çok güçlü vitamin deposu.

SARI-YEŞİL Kabak, salatalık, bezelye, kivi, kıvırcık salata, ıspanak, bakla, avakado gibi sarı-yeşil renkli sebzeler, katarakt gibi çeşitli göz hastalıklarına karşı koruyucu özellik taşıyor. Brokoli, lahana gibi yeşil renkli besinlerdeki B vitamininin öncülü olan flavanoidler tüm vücudun reaksiyonlarını etkiler.

BEYAZ Pırasa, turp, sarmısak, mantar, soğan gibi besinlerin yer aldığı bu grup, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyor.

Ali GÜLER/ANTALYA (DHA)
Yazının Devamını Oku

Gribi önemsemezseniz zatürreeye dönüşebilir

4 Şubat 2004
Ani ateş yükselmesi ve kas ağrılarıyla başlayan gribin geçmesi, ortalama üç-beş gün sürer. Fakat kuru öksürük, nefes darlığı ve yorgunluk gibi belirtiler iki hafta kadar devam edebilir. Soğukalgınlığı ve gribin kesin bir tedavi yöntemi yoktur. Reçetesiz satılan ilaçlardan yardım beklemek yerine, doktora gitmekte fayda vardır. Çünkü, eğer ihmal edilirse, gribin zatürreeye dönüşme riski hiç de az değildir.

Yüksek ateş ve dayanılmaz ağrılarla yatağa düşmediğimiz sürece soğukalgınlığı, nezle, grip gibi sorunlara reçetesiz satılan ilaçlarla çözüm bulmaya çalışıyoruz. İki-üç gün içinde hastalığın belirtilerinden kurtulmayı beklerken sorunların devam etmesi bizi şaşırtıyor. Sağlığımıza kavuşmak için gerekenleri yapmamıza rağmen hastalığın bıçak gibi kesilmeyeceğini unutmayalım. İyileşmek zaman alır. Boğaz ağrıları, burun tıkanması ve hapşırıklarla kendini belli eden soğukalgınlığının tamamen geçmesi, ortalama olarak bir hafta sürer. Bazı vak'alarda iyileşme süreci iki haftaya kadar uzayabilir.

AKUT BRONŞİT RİSKİ

Soğukalgınlığına yakalandıktan sonra belli bir süre içinde sağlığınıza kavuşamayabilirsiniz. Çünkü bazen komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Örneğin sinüzit. Eğer soğukalgınlığının ikinci haftasında yüzünüzde ağrılar, burunda tıkanma ve şiddetli baş ağrılarından şikáyetçi olursanız, bakterilerden kaynaklanan sinüzit ihtimali ortaya çıkar. Bu sorunun giderilmesi için 10-14 gün sürecek bir antibiyotik tedavisi önerilir.

Akut bakteryel bronşit yani nefes yollarının çeperlerinde iltihaplanma, bildiğimiz soğukalgınlığı belirtilerini sergileyebilir. Fakat sürekli öksürük, sorunun basit bir soğukalgınlığı olmadığına işarettir.

Virüslerin neden olduğu brornşit bir hafta içinde etkisini kaybeder. Ama öksürürken tıslamaya benzer bir ses çıkarıyorsanız ve de soluğunuz kesiliyorsa, pnömoni (zatürree) ihtimalini aklınıza getirip doktora baş vurmalısınız. Eğer öksürürken yeşile çalan sarı renkte balgam çıkarıyorsanız, bakterilerin neden olduğu bronşite yakalandığınız anlaşılır. Bu durumda size antibiyotik tedavisinin uygulanması gerekir. Bakterileri bulup öldürdükleri bilinen antibiyotikler boğaz iltihaplanmalarına karşı da etkilidirler.

ASTIMIN TEŞHİSİ ZOR

Bazı durumlarda geçmek bilmeyen ısrarcı öksürük ve burun tıkanıklığı alerji ya da saman nezlesi habercisi olabilir.

Solunum yolları hastalıkları arasında astımın teşhisi ne yazık ki pek de kolay olmuyor. Geceleri uyku kaçıran kuru öksürük önemsenmeli. Hele öksürükle beraber göğüste sıkışma ve durup dururken nefes almakta zorlanma gibi belirtiler varsa, hiç zaman kaybedilmeden doktora başvurulmalı.
Yazının Devamını Oku

Saldırgan çocuklara bilinçli önlem şart

28 Ocak 2004
Etrafa zarar veren çocuklar ve onlara karşı alınması gereken tedbirlerle ilgili olarak bilinenlerin çoğunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Yeni yapılan bir araştırmaya göre, saldırgan davranışlar içine giren çocuklar, kendilerine fazla güvenenler arasından çıkıyor.

OKUL çağındaki çocuklarda görülen saldırganlık giderek daha çok karşımıza çıkan bir durum. Hemen hemen her okulda, her mahallede çevresindekileri rahatsız etmekten hoşlanan bir veya daha çok çocuk bulunuyor. Okulun ya da mahallenin kabadayılarının üstünlük taslamaları, güçsüz olanları itip kakmaları, yaşıtlarını olduğu kadar ebeveynleri de rahatsız ediyor. Eğitmenler ve büyükler bunlar karşısında ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Bir yandan diğer çocukları korumak, bir yandan da 'kabadayı' diye nitelendirebileceğimiz çocuğa yardım amacıyla çeşitli yöntemlere başvuruluyor. Çocuğun saldırganlığına çare bulunamazsa, diğer çocukların anne babaları olaya karışmaya ve sorunlu çocuğun o ortamdan uzaklaştırılmasını istemeye başlıyorlar.

GÜVENLERİ TAM

Bugüne kadar, agresif çocukların kendilerine güvenleri olmadığı ve daha fazla dikkat çekmek için takındıkları rolde ısrarlı oldukları düşünülüyordu. ‘‘Özgüveni olmayan hırpalanmış çocuk, fiziksel gücünü ispat etmek için bu yola başvurur’’ deniliyordu. Bu davranışın düzeltilmesi için de bütün dikkatlar agresif çocuğun özgüveni üzerinde yoğunlaşıyordu.

UCLA'de yapılan son araştırma ise kavga çıkaran, etrafındakileri itip kakan, dalga geçen çocukların bilinenin tersine çok yüksek özgüvenleri olduğunu ve arkadaşları arasında istenmeyen değil, tersine popüler kişi olduklarını ortaya koydu.

Altıncı sınıfa giden 2.000 öğrenci üzerinde yapılan araştırmaya göre, 12 yaşındaki çocukların yüzde yedisi etrafı ciddi şekilde rahatsız ediyor. Saldırgan çocuklar, sanılanın aksine psikolojik olarak son derece güçlüler. Yetişkinler onların davranışlarını eleştirse de, yaşıtlarının onlara hayran olması kendilerini iyi hissetmelerine neden oluyor. İşin ilginç yanı, çocukların çoğu kurban yerine saldırgan çocuğa sempati duyuyor. Saldırgan çocuklarda bu nedenle depresyon, yalnızlık ya da endişe görülmüyor. Hatta sosyal anlamda sorun yaşamayan çocuklardan daha sağlıklı göründükleri bile oluyor.

Ne var ki saldırgan çocuklar etraflarına olduğu kadar kendilerine de zarar veriyorlar. Bu çocuklar o an için durumlarından memnun olsalar da, ileride kendilerini daha büyük bir tehlike bekliyor. Araştırmalar, çocukluk yıllarında bu tip davranışlar gösterenlerin büyüdükleri zaman hapse girme ihtimallerinin diğerlerinden dört kat daha fazla olduğunu söylüyor.

Derleyen: Ömür GEDİK

Akran desteği azaltılmalı

Bugüne kadar çoğu ebeveyn ya da okul yetkilisi, agresif çocuklarda özgüven eksikliği olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle, alınan tedbirler de agresiflik üzerinde yoğunlaşıyordu. Ne var ki, çocuklara özgüven aşılamak için yapılan girişimlerin çoğu, asıl soruna yönelik herhangi bir çözüm getirmediği için sonuçsuz kalıyordu.

Yeni araştırmanın ışığında yapılması gereken şey ise agresif çocuklara özgüven aşılamaya çalışmak yerine, yaşıtlarının onlara verdiği desteği azaltmaya çalışmak. Özellikle okullarda, agresif çocuklar üzerinde yoğunlaşmak yerine, diğer çocuklara yönelik programlar oluşturmak gerekiyor. Onların, sorun yaratan değil, kurban konumundaki arkadaşlarının yanında olmasını sağlamak daha doğru bir yaklaşım.
Yazının Devamını Oku

Hiç hasta olmayan bebek sağlıklı mı

26 Ocak 2004
Ailelerin bilinci ve imkanları çoğaldıkça bebeklerini tam anlamıyla ‘‘gözleri gibi’’ koruyorlar. Biberonlar sterilize ediliyor, hasta kişiler çocuktan uzak tutuluyor, çevrede toz kir bulunmaması sağlanıyor. Böylece bebekler hastalıklardan uzak, sağlıklı olarak büyütülmeye çalışılıyor. Bebeği hiç hastalanmayan anneler de bununla gurur duyuyorlar. Gurur duyuyorlar da, acaba doğru mu yapıyorlar?

HALK arasında ‘‘Sokakta karda kışta yalınayak dolaşan, yiyeceği yere düştüğünde alıp yiyen çocuklara hiçbir şey olmaz da, evde her türlü olumsuz etkenden korunan çocuklar sık sık hastalanır’’ diye bir inanç vardır. Uzmanlar bu düşüncenin pek yanlış olmadığı görüşündeler.

Örneğin astım, korunan bebeklerde daha sık görülüyor. ABD ve Almanya'da yapılan birbirinden bağımsız iki araştırma da steril ortamlarda büyüyen çocuklarda astım hastalığının daha sık görüldüğünü ortaya koyuyor. İlk 1 yaşı içinde en az iki kez nezle olup burnu akan çocukların, 7 yaşına kadar astım hastası olma ihtimali yarı yarıya daha az. Aynı şekilde uçuk ya da suçiçeği gibi Herpes grubu virüs enfeksiyonu geçiren çocuklarda da astım daha az görülüyor.

BAĞIŞIKLIĞI AZ OLUYOR

Bir araştırma, ağabeyi ya da ablası olmayan çocukların da, küçük yaşlarda kreşe gönderilmeyip evde yalnız büyütülen çocukların da daha sık astım olduğunu ortaya koymuştu. Bu, önceleri psikolojik sorunlara bağlanmıştı, ancak daha sonraları araştırmalar geliştirildiğinde, kalabalık ortamlarda büyüyen bebeklerin soğuk algınlığı gibi hastalıkları daha sık yaşadığı belirlendi.

Bazı hastalıkları yaşamak vücudun bağışıklık sistemini uyarıyor. Yeterli antikor bulunması da bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bu yöndeki bir başka çalışma da, bağırsak parazitleriyle ilgili olarak yapılmıştı. Bu çalışma sonuçlarına göre, hijyen bilincinin gelişmesi ile bağırsak parazitlerinin önlenmesinin, aralarında astımın da bulunduğu alerjik hastalıkların artmasına yol açtığı belirtiliyordu.

LÖSEMİLERDE ARTIŞ MI

İngiltere'de yapılan bir çalışma, ülkede yaşayan küçük çocuklarda, kan kanseri diye de bilinen löseminin bir türü olan ‘‘ALL’’nin Hindistan'da yaşayan çocuklara oranla 5-6 kat daha fazla görülmesini, İngiltere'de yaşayan çocukların daha steril ortamlarda yaşamalarına bağladı. Araştırmaya göre İngiltere'de çocuklar, steril ortamlar nedeniyle soğuk algınlığı gibi sık rastlanan hastalıklardan uzak kalıyorlar ve bağışıklık sistemleri az gelişiyor.

Peki ama bebeklerin bağışıklıklarının gelişmesi için onları hasta etmek mi gerekiyor? Tabii ki bunu hiç kimse öneremez, ancak temizliğin abartılmasının anlamlı olmadığı söylenebilir. Ayrıca koşulları nedeniyle bebeklerine kreşlere göndermek zorunda olan annelerin, sadece çocukları diğer çocuklardan hastalık kapabilir diye koşullarını zorlayarak bundan kaçınmasının pek de anlamlı olmadığı da görülüyor.

Uzmanlar, aşırı hijyenin çocuklarda yarattığı bağışıklık eksikliğine karşı önlemler araştırıyor. Halen uygulanmakta olan aşılar, bu anlamda bir derecede etki yaratıyor, ancak tam olarak yeterli değil. Gücü azaltılmış virüsler ve bakterilerle çalışmalar yapılıyor. Hızla gelişen tıbbın bu soruna da çare bulması, pek uzak olmasa gerek.

SORULAR SORUNLAR

SOBA ZEHİRLENMELERİ KAÇINILMAZ KADER Mİ?

Kış geldiği zaman gazetelerde sık gördüğümüz başlıklar var; ‘‘Şofben yine can aldı‘‘ ya da ‘‘Lodos yüzünden zehirlenenler’’ gibi. Anlaşıldığı kadarıyla kaderci bir toplum olan bizler, şofbenden, katalitik sobadan ya da lodos estiğinde çekmeyen soba bacaları yüzünden zehirlenmenin kaçınılmaz bir kader olduğunu düşünüp kaderimize razı oluyoruz. Bildiğim kadarıyla belirli bir tarihten sonra üretilen şofbenlerde baca çekmediği zaman gazı kesen sistemler olması gerekiyor. Katalitik diye adlandırılan borusuz tüpgazlı sobalarda da, ortamdaki oksijen azalıp zehirli karbonmonoksit gazı oluşmaya başladığında gazı kesen sobayı otomatik olarak söndüren sistemlerin olması gerekiyor. Tabii ki bir evin oturulmasına izin verilmesi için kurallara uygun bacasının yapılmış olması şartı da var. Yerel yönetimler ara sıra kaldırım taşlarının rengini değiştirmek dışında bir görevlerinin olduğunu düşünmüyorlar mı? Polisi, savcısı, ölenlerin ardından doğru dürüst bir çalışma yapmıyor mu? Yerel yönetimler, evleri dolaşıp bacaları kontrol etmek, standartlara uygun üretilmemiş ya da kurallara uygun montaj yapılmamış şofbenleri sökmek, bacaların düzeltilmesini isteyip sonucu takip etmek gibi bir görev üstlenmiyorlar mı? Uygunsuzluk halinde üretici ya da denetleme görevini ihmal eden yerel yönetici hakkında kovuşturma yapılıyor mu?
Yazının Devamını Oku

Yatıştırıcı ilaçlar bağımlılık yapabilir

21 Ocak 2004
Modern hayatta, her soruna sakinleştirici bir hapla çözüm getirme alışkanlığı yaygınlaşıyor. Bu da, ilaç ya da madde bağımlılığı sorununu beraberinde getiriyor. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı kadar madde bağımlılığı da günümüzün insanını tehdit eden büyük bir tehlike.

İlaç bağımlılığı, özellikle hap bağımlılığı günümüzde gençler kadar ileri yaşlardakileri de tehdit etmeye başladı. Sorunlarımıza birer küçük hap sayesinde çare bulduğumuza kolayca inanıveriyoruz. Geceleri uyumakta zorluk çekiyorsak, bir uyku hapı meseleyi çözümlüyor. Ertesi sabah uyku mahmurluğunu üzerinizden atamıyorsanız, onun da çaresi var. Uyarıcı, enerji verici haplar emrinizde.

Uzmanlar, endişe ve çeşitli sıkıntıları gidermek amacıyla önerilen düşük dozlu da olsa yatıştırıcı ilaçların, doktor kontrolü altında en fazla iki üç hafta kullanılması gerektiğini vurguluyorlar. İlaç sizi endişelerinizden uzaklaştırıyor diye, hap kutusunu yanınızda taşıyıp, her gün kullanmaya devam etmeniz ilerde ilaç bağımlısı olmanıza yol açıyor. Uzmanlara göre, özellikle düşük dozdaki yatıştırıcılar kısa zamanda bağımlılık yaratıyor. Şizofreni gibi ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılan önemli ilaçları bu değerlendirmenin dışında tutmalıyız. Doktorun önerdiği o ilaçlar kullanılmazsa, önemli hastalıkların tedavisi de imkánsızlaşır.

Belirttiğimiz gibi trankilizan olarak adlandırılan yatıştırıcıların uzun süre ve devamlı olarak kullanılması, kişilerde bu ilaçlara karşı bağımlılık yapar. Hasta bu ilaçları almaktan vazgeçtiği zaman çok daha önce yaşadığı sorunlar yeniden ortaya çıkar ve bu kez uzun süreli bir tedavi gerekir. Doktorlar, bu tür ilaçların iki üç hafta sonra kesilmesini önerdikleri halde, sorunların tekrarlaması korkusu, kişileri o ilaçlara bağımlı yapabiliyor.

Eğer ilacı unuttuğunuzda kendinizi kötü hissetmeye başlıyorsanız, zaman içinde aldığınız ilaç miktarını artırma ihtiyacını hissediyorsanız, tedbirli olmak adına, ilaç kutusunu her zaman yanınızda taşımaya dikkat ediyorsanız, bu belirtiler sizin o ilaca bağımlı olduğunuzu gösterir.

Nasıl tedavi edilir

İlaç bağımlısı olan kişiye çevresindekilerin anlayışlı ve sabırlı davranmaları, sorunun giderilmesinde yardımcı olur. İlaçları birdenbire kesmek yerine kademeli doz azaltımı daha uygun olacaktır. Bazen, bağımlının kullandığı ilaçtan çok daha az etkili bir başka ilaç ile tedavi sürdürülür. Endişenin fiziksel belirtilerini yok eden beta-bloker grubu ilaçlar da yardımcı olabilir ama ilaç bağımlısı kişi kesinlikle bir psikiyatristten yardım almalıdır.

Haftanın kitabı

Detoks kavramını son zamanlarda sık duyuyor olmalısınız. Vücutta biriken zararlı maddelerden, toksinlerden kurtulma, arınma anlamına gelen bu sözcük, sağlıklı bir yaşama ulaşmada önemli bir kavram.

Jane Scrivner tarafından hazırlanmış detoks programının Bedensel Arınma isimli bu kitabı, uygulanacak bir haftalık programla, enerji düzeyinizin yükselmesi, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, cildinizin düzelmesi ve kilo vermeniz gibi hedeflere ulaşmanızı sağlıyor.

Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku

Hangi öksürük, hangi hastalığın habercisi

19 Ocak 2004
Gecenin bir vaktinde küçük yavrunuzun öksürmeye başladığını duyunca kahrolursunuz. Minicik bedenin şiddetli öksürük nöbetleriyle sarsılması size acı verir. Öksürüklerinin kesilmesi için ne yapacağınızı şaşırırsınız. Uzmanlar, öksürmekle vücudun hava yollarını sıkıntı veren sümüksü maddelerden kurtulduğunu belirtiyorlar. Ancak çocuğunuz öksürüyor diye de boşuna sevinmeyin. Özellikle kış aylarında çok sık görülen öksürük nöbetleri çocuğun sağlığına ilişkin önemli ipuçları verir.

ÖKSÜRMENİN değişik türleri vardır ve bunların her biri çocuğun sağlığı konusunda önemli ipuçları verir. Örneğin, çocuk gece yarısı madeni bir ses çıkararak kuru kuru öksürmeye başladı. Yabancısı olduğunuz bu tür öksürük, onun kış aylarında sık görülen bir virüs enfeksiyonu geçirdiğine işarettir. Öksürük nöbetleri gündüz azalır ama gece şiddetlenir. çocuğun ateşi de yükselmiş olabilir. Kış virüsü, gırtlak ve nefes borusunda şişme ve daralmalara neden olur. Daha çok bebeklerde ve üç yaşından küçük çocuklarda görülür. Üç yaşından sonra çocukların nefes boruları genişlediği için daralma ve genişleme hareketleri soluk alıp vermeyi fazla etkilemez.

HAPŞIRMAYLA GELEN

Tıp dilinde ‘‘ıslak öksürük’’ olarak adlandırılan bu öksürük türünde hapşırma, burun akıntıları ve gözlerde sulanma görülür. Bu tür öksürük, bildiğimiz soğukalgınlığının habercisidir. Burunda, sinüslerde, boğazda ve akciğerlerin geniş hava borularında virüs enfeksiyonu başlamıştır. Öksürük nöbetleri genellikle soğukalgınlığı tedavisi tamamlanıncaya kadar sürer. Böyle durumlarda çocuğun burun yollarının mümkün olduğu kadar temiz tutulması gerekir. Çocukta sinüzit ya da astım, alerji, hatta zatürree gibi sorunlar araştırılmalı.

ISLIK GİBİ ÖKSÜRÜK

Çocuğunuz gün içinde fazla hareket ettiği zamanlar, çiçek tozları, soğuk hava, toz ya da dumana maruz kaldıktan sonra, sürekli olarak ıslık çalar gibi seslerle öksürüyorsa ve solukları hızlanmışsa, onun astıma yakalandığı düşünülebilir. Astım, akciğerlerdeki küçük hava borucuklarının şişip daralması, sümüksü maddeyle dolup soluk almayı güçleştirmesi şeklinde kendini gösterir.

GENİZDEN ÖKSÜRÜK

Çocuk gece ve gündüz ayrımı olmadan ve sık sık genizden gelen öksürük nöbetleriyle sarsılıyorsa, huzursuzsa, üsteliksık sık sık boğazının kaşınmasından yakınıyorsa, grip başlangıcı söz konusu olabilir. Ona bol bol sıvı verip nemli bir ortamda bulunmasını sağlamalısınız.

BALGAMLI ÖKSÜRÜK

Çocukta öncelikle soğukalgınlığı belirtileri görülür, sık sık hapşırır ve burnu akar. Bu belirtiler başladıktan bir hafta sonra da öksürük başlar. Çocuk öksürürken balgam çıkarır, soluğunu dışarı verirken de garip sesler çıkarır. Akciğerlerdeki ‘‘bronşiyolitis’’ adıyla bilinen minik hava yollarında bir virüs enfeksiyonu bu belirtilerin nedeni olabilir. Kışa doğru bu vakalarda çoğalma görülür ve ilkbahar sonlarında hasta sayısı azalır. Bronşiyolitis'i bildiğimiz bronşit ile karıştırmamalıyız.

Derleyen: Azize BERGİN

SORULAR SORUNLAR

Sarı nokta hastalığı

Bir süre önce köşenizde bahsi geçen ‘‘Sarı Nokta’’ hastalığı ile ilgili olarak ek bilgiler rica ederiz.

Oya TANDOĞAN/ MERSİN

Acıbadem Göz Merkezi'nden Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Yusuf Durlu, yaşa bağlı ‘‘sarı nokta’’ hastalığının tedavisinde kullanılan ve ABD'de 2000 yılında onaylanan ‘‘fotodinamik tedavi’’ sayesinde bu hastalığın ilerlemesinin önüne geçilmeye çalıştığını belirtiyor. Sarı nokta hastalığının ‘‘ıslak’’ tipinin tedavisinde argon lazer ve fotodinamik lazer kullanılıyor. Argon lazer ısı etkisiyle sarı nokta dokusunu tahrip ettiği için her ne kadar seçilmiş vakalarda hálá kullanılsa da, büyük oranda yerini fotodinamik lazere bıraktı. Fotodinamik tedavide esas amaç hastalığı durdurabilmek ve daha kötüye gitmesini önlemek. Fotodinamik tedavi, özel bileşimde bir ilacın koldaki toplardamardan verilmesi ve sarı noktaya lazerin uygulanmasını kapsamakta. Yan etkisi çok az olan bu tedavi 3 ayda bir tekrarlanıyor ve hasta 2 yıl süreyle izleniyor. ‘‘Kuru’’ tipin koruyucu tedavisinde ise doktor kontrolünde yüksek doz A, C, E vitaminleri ve çinko veriliyor.
Yazının Devamını Oku

Memelere ilişkin bilgi hayat bile kurtarabilir

14 Ocak 2004
Kadın sağlığında memelerin çok önemli bir yeri var. Büyük, küçük, sarkık ya da dik. Kadının memeleri ne şekilde olursa olsun, özel ilgi ve kontrol şarttır. Unutmayın, memelere gereken ilgiyi göstermek hayat kurtarabilir. Memeler konusunda bilgilenirseniz, bazı yersiz endişelerden ya da aşırı umursamazlığın kötü sonuçlarından kurtulabilirsiniz.

Vücudumuzdaki organların büyük bir bölümünün şekilleri, büyüklükleri normalde başkalarınınkinden önemli farklılık göstermez. Kadın memeleri ise tam aksine çok farklı özellikler taşır. Bu nedenle kadınların kendi meme yapısını iyi tanımalarında, hastalıkları konusundaki açıklamaları dikkatle okuduktan sonra kendi memelerinin durumunu gözden geçirmelerinde yarar var.

Meme uçlarında tüyler: Kadınların çoğunda meme başlarını çevreleyen koyu renk halkada tüylenmeler görülebilir. Eğer görüntü rahatsızlık veriyorsa, tüyler kolayca yok edilebilir. Ancak bu görüntü herhangi bir sağlık sorunuyla bağlantılı değildir.

Küçük memeler: Kadınlar için tahta göğüslü olmak bir üzüntü kaynağıdır. Fakat küçük memeler genellikle sorun yaratmazlar. Sadece aşırı derecede zayıflayan kadınlarda ve vücut egzersizlerini fazla abartan kadınlarda, hormon azalmasına bağlı olarak memelerin küçüldüğü görülür. Böyle durumlarda hormonların kontrolü gerekebilir.

Büyük memeler: Kadının memelerinin boyutları, ergenlik çağında meme dokusunun östrojen hormonuna duyarlılık derecesine göre belirlenir. Doğum kontrol hapları, büyük memelerin daha da büyümelerine neden olabilir. Çok büyük memeler, kadında komplekse, uygun olmayan sütyenlerin kullanılması ise sırt ağrılarına neden olur. Büyük memeleri cerrahi müdahale ile küçültmek mümkün. Ameliyat sırasında süt keseleri korunmamışsa, memeleri küçültülen kadın bebeğini emziremez. Ayrıca meme başının duyarlılığının azalması ve bazı durumlarda da ameliyat izi kalması gibi hallerle de karşılaşılabilir.

Simetrik olmayan memeler: Memeler de birbirinin eşi olmayabilir. Bu farklılık çoğu zaman ilk bakışta farkedilmez. Yapılan araştırmalara göre, her yirmi kadından birinde iki memenin boyutları dikkat çekecek derecede farklılık gösteriyor. Memelerdeki asimetri, sürekli ise herhangi bir sağlık sorunun habercisi sayılmaz.

Erkekler ve memeler: Erkeklerde de bazı durumda memeler farkedilecek derecede büyük olabiliyor. Aşırı şişmanlık, yaşlılık ve bazı ilaçlar erkek memelerini büyütebiliyor.

HAFTANIN KİTABI

Depresyon en zor hastalıklardan biri. Her beş kadından, her on0 erkekten birinde olmasına karşın, belirtileri çoğu zaman başka nedenlere bağlandığı için teşhis edilemiyor. Giderek daha sık rastlanıyor. 2020 yılında dünyanın ikinci büyük sağlık sorunu haline gelmesinden korkuluyor.

Depresyon Derneği yayınlarından olan Depresyon Nedir, Nasıl Başedilir? isimli kitap, depresyon konusuyla ilgili her türlü soruyu aydınlığa kavuşturuyor.

Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku