Cengiz Çandar

Bit yeniği...

2 Aralık 2015
Türkiye’nin bir Rus savaş uçağını düşürmesinin birçok konuda bir “milat” haline geleceği, “uluslararası ilişkiler” adlı disiplin ile en basit ilişkisi olan herhangi bir kişi için besbelliydi.

NATO’nun tarihinde bir Rus savaş uçağının bir NATO ülkesi tarafından düşürülmesinin tek bir örneği yoktu. Çok önemli iki NATO ülkesi liderini, Barack Obama ile François Hollande’ı olaydan birkaç saat sonra Washington’daki basın toplantılarında pür dikkat dinledim.


Obama’nın olaya ilişkin ilk tepkisi çok çarpıcı geldi; kendisine ilk sorulan soru, Rus uçağının düşürülmesi konusundaydı ve yüzünden mimik oynamadan, gayet kuru bir ses tonu, basit ve kesin bir dille şöyle dedi:


“Türkiye’nin kendisini savunma hakkı vardır.”


Türkiye’nin –ve dünyadaki her ülkenin- kendisini savunma hakkı elbette vardır. Ama, buradaki sorun şu, Obama, Rusya’ya karşı, Türkiye topraklarının savunulması konusunda gerektiğinde “NATO yükümlülükleri”ni yerine getirmeye kararlı mıdır?


Yazının Devamını Oku

Tahir Elçi'nin ardından...

28 Kasım 2015
Böylesine ağır bir duyguyu en son Hrant Dink’in vurulduğunu duyduğum anda hissetmiştim.

Yaklaşık dokuz yıl sonra, Hrant kadar yakın, en az onun kadar yürekten sevdiğim bir dostumun çok benzer bir cinayetle bizlerden ayrıldığını öğrendiğim anda, yüreğimin üzerine ve beynimin içine oturan o yumruyu tarif edemem.

Sözü çok uzatmayacağım, yazıyı çok uzatmayacağım; Tahir Elçi’nin Diyarbakır’ın yaralı “Dört Ayaklı Minare”sinin yanıbaşından son sözlerinden bölümler aktarayım:




“Diyarbakır deyince zihinlerimizde en çok canlanan, Diyarbakır’ın ismiyle anılan, Diyarbakır’ın ismiyle en çok sembolize olan, Dört Ayaklı Minare’yi, ne yazık ki, iki önce ayağından vurdular...

Yazının Devamını Oku

Rus uçağının vurulması “Allah’ın emri” miydi?

25 Kasım 2015
WASHINGTON

Türkiye açısından yakın tarihin belki de en önemli krizinin “Türk tarafı”, Atlantik ötesine bakarak, kendisini bir ölçüde “rahatlamış” hissedebilir. Washington, krizin faturasını, daha ziyade Moskova’nın üzerinde görme eğiliminde.


Su-24 tipi Rus savaş uçağının, Türkiye-Suriye sınırı dibinde düşürülmesinden sonra, Amerikan televizyonlarının bir numaralı konusu, “Türkiye-Rusya bunalımı” oldu. O kadar ki, Paris’teki terör saldırısının ardından dikkatlerin üzerine çevrildiği Obama-Hollande Beyaz Saray buluşması, iki Batılı liderin Türkiye-Rusya krizine nasıl bir tepki vereceği üzerine odaklandı.

Putin, Batı dünyası nezdinde özellikle Ukrayna ile girdiği çatışma ve Kırım’ın ilhakından sonra ciddi rahatsızlık uyandırmış bir lider. Türkiye-Suriye krizinde, sempatinin ona dönük olması zaten beklenmezdi.

Ama, ABD’nin en önde gelen televizyon kanallarından birinde (NBC) konuşan, sağcı-Cumhuriyetçi düşünce kuruluşu Hudson Institute’tan bir uzman, “Bu gelişme üzerine, Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saygı duymuştur” değerlendirmesiyle, malûm “Putin alerjisi”nin üzerine çıkarak, krize bir de adeta “Erdoğan sempatisi” boyutu ekler göründü.

Aslında, çoğunlukla Cumhuriyetçi saflarda kendisini gösteren Amerikan milliyetçi ve muhafazakâr sağı, Obama’nın “pasif” politikasına o kadar karşı ki, özellikle Suriye konusunda Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği çizgiye, Obama’ya karşı kendilerine iç politikada polemik malzemesi sağladığı için çoktandır zaten “sempati” duyuyorlardı.

Türkiye’nin milliyetçi-muhafazakâr sağı, bambaşka sebeplerden de kaynaklansa, “anti-İslamcı” Amerikan milliyetçi ve muhafazakâr sağının, Suriye politikasında anlayışına ve desteğine güvenebilir.

Ne var ki, gelinen noktada, Erdoğan’ın, bu tür Amerikalı destekçileri ve “sempatizanları”nı memnun edecek bir tavır içinde olduğunu söylemek de zor. Türkiye Cumhurbaşkanı, besbelli ki, ortaya çıkan gelişmeden kaygılı.

Yazının Devamını Oku

Türkiye-Rusya: “19. Yüzyıl’a geri dönüş” mü?

24 Kasım 2015
WASHİNGTON- Pazar günü öğleden sonra –Türkiye’de gece yarısı iken- Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nun katılımcılarından bir bölümünü Washington’a götürecek uçağa doğru yürürken, General John Allen’ın yanına yaklaştım.

Geçen yıl Kobani konusundaki kısa sohbetimizi hatırlattım ve bu kez “Türkiye ile ABD’nin Carablus’dan itibaren uzanan 98 kilometrelik alanı IŞİD’den temizlemek için ne tür bir işbirliği yapacaklarını” sordum.

 

General John Allen, çok kısa süre öncesine kadar, “IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon”da “Obama’nın Özel Temsilcisi” sıfatı ile Irak ve Suriye topraklarında “İslam Devleti”ne karşı yürütülen “askeri mücadele”nin “başkomutanı” konumundaydı. Tüm askeri planlardan birinci derecede haberdar olan hatta onları hazırlamaktan sorumlu olan kişiydi.

 

“Başkan Obama, sahaya yani karaya üniformali Amerikan askeri sokmamaya kararlı. Türkiye’nin karadan Suriye topraklarına girmesi de söz konusu olmadığına göre, IŞİD’i hem John Kerry’nin söylediği, hem de sizin Halifax’ta tekrarladığınız ‘Kuzey Suriye sınırının son 98 kilometrelik bölümünden çıkarmak nasıl olacak?” dedim.

 

General Allen’ın verdiği cevap üzerine kısa konuşmamızdan yola çıkan bir yazıyı yazıp, göndermek üzere güne başladığım anda, Rus uçağının Yayladağ yakınında düşürüldüğü haberini gördüm. Putin’in açıklamasını okudum. Ardından Sergei Lavrov’unkini.

 

Yazının Devamını Oku

Atlantik'in öte yanında 'göçmenler', 'IŞİD'le mücadele', vs...

21 Kasım 2015
Halifax- Kanada’nın Atlantik kıyısındaki Halifax’ın Amerika’nın New York’una benzer tek bir yana varsa –ki, var- o da okyanusu aşan mültecilerin Kanada’ya ayak bastığı, bir anlamda “özgürlüğe giriş kapısı” olması.

New York’ta Ellis Adası’nın üzerindeki Hürriyet Heykeli neyi temsil ediyorsa, Halifax limanındaki “Pier 21” yani 21 numaralı rıhtımdaki hangar da Kanada için, daha doğrusu, okyanusun öte yanından buraya binbir tehlikeyi aşıp gelebilen “mülteciler” için onu temsil ediyor.

Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu, her yıl, yılın bu günlerinde toplanır ve dünyanın her yanından gelen, devlet adamlarından düşünürlere, askerlerden dış politika uzmanlarına çok çeşitli köken ve sıfatlara sahip yüzlerce insan “Forum”un ilk akşam yemeğinde “Pier 21”de buluşurlar.
Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu 7 yaşına girdi. Söz konusu “Forum”un son dört yılında katılanlardan biriyim. Bu yıl her yıldan farklı. İki nedenden ötürü:


1. Kanada’da üç hafta önce iktidara, Kuzey Amerika’nın konvansiyonel “güvenlik doktrinleri”ne taban tabana zıt bir anlayışı temsil eden Liberal Parti, bir kıta büyüklüğündeki ülkenin her yerinde ezici bir seçim zaferiyle iktidarı kazandı. Muhafazakarları ezici bir yenilgiye uğrattı.

Yazının Devamını Oku

 Post-Viyana Suriye: Quo Vadis?

19 Kasım 2015
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin CNN’in ünlü muhabiri Christiane Amanpour’a önceki gün verdiği demeçte, “Türkiye ile birlikte harekat hazırlığındayız” sözleri büyük yankı yarattı.

Kerry, Türkiye-Suriye sınırının IŞİD’in elinde bulunan bölümünün “İslam Devleti”nin, böylece, elinden çıkarılacağını öne sürmüştü.

Yani “Fırat’ın batısı”nı kastederek, 98 kilometre uzunluğundaki bir alandan söz etmişti. Onun sözleriyle, “Kuzey Suriye’nin Türkiye ile sınırlarının zaten yüzde 75’i IŞİD’e kapatılmıştı.” Geri kalanı da, çok yakında, Türkiye ile birlikte mücadele edilerek, IŞİD’den temizlenecekti.

İşin ilginç yanı, Kerry, neredeyse kelime kelime aynı açıklamayı yine CNN’de tanınmış ve düşünür Fareed Zakaria’ya iki gün önce yani 15 Kasım’da da yapmış, nedense Türk medyasında tek satır yer bulmamıştı.

Herhalde, gözler Antalya Zirvesi’ne ve Paris’teki IŞİD saldırısına takılı kalmış olmalı. Ama, Kerry’nin söz konusu açıklamayı önceki gün ilk kez yapmamış olmasını bilmek, belki, konuya ilişkin “drama” unsurunu bir nebze aşağıya çekebilir.

Aslına bakılırsa Paris’teki kanlı terörist saldırı ve Antalya’da G-20 Zirvesi, Kerry’nin girişimiyle Viyana’da geçen hafta cuma ve cumartesi günleri sağlanmış olan ve Suriye’ye ilişkin ilk kez bir “geçiş takvimi” üzerinde anlaşılmış olduğu izlenimini veren çok önemli gelişmeyi de belli ölçülerde gölgeledi.

Kerry, yine ayın 15’inde Viyana’da başlatılmış olan ve büyük ölçüde kendi eseri olan Suriye’deki barış süreci hakkında bir grup Amerikalı gazeteciye,  çok önemli bir açıklama yapmıştı:

Yazının Devamını Oku

IŞİD'in Paris katliamı ve akla gelenler...

14 Kasım 2015
Paris’te ardında 127 ölü –şimdilik- ve kimisine göre 80’i, kimisine göre 99’u ağır yüzlerce yaralı bırakan “cuma gecesi saldırıları”nı IŞİD üstlendi.

IŞİD’in Arapça, Fransızca ve İngilizce yayımlanan açıklamasında Paris’teki kan banyosu “fırtınanın ilki” olarak niteleniyor; yani bu tür saldırıların arkasının geleceği ima ediliyor.


Neden Paris? Üstelik, bu yılın Ocak ayında Charlie Hebdo saldırısıyla “sırasını savmış” sayılmaz mıydı?


Bu tür klişe görüşler, IŞİD’in kafa yapısını anlatmıyor olmalı. “Neden Paris?” sorusunun çok çeşitli cevapları muhakkak ki mevcut. François Hollande’ın Eylül ayında Suriye’de IŞİD’e yönelik hava harekatını arttırmış olması, bu arada özellikle 8 Ekim’de Rakka’ya yönelik çok şiddetli bir hava saldırısı düzenlemiş bulunması, Paris’in “IŞİD hedefi” seçilmesine dair “rasyonel ipuçları”nı belki verebilir.


Ama, IŞİD açıklamasına bakmak, Paris’i saldırı hedefi seçenlerin kafa yapılarını, bilinçaltlarını çok çarpıcı biçimde yansıtıyor olmalı. Paris, IŞİD açıklamasında “fuhşun ve müstehcenliğin başkenti” olarak tanımlanıyor.


Yazının Devamını Oku

ABD, IŞİD’le mücadele ve Kürtler...

13 Kasım 2015
Şengal’in (Sincar) düştüğünü yolda radyodan öğrendim.

Peşmerge birliklerinin Ezidilerin merkezini IŞİD’den temizlediği haberinin ardından, Mesut Barzani’nin zafer konuşmasını dinledim. Kürtler, “kaybolan itibarları”nı geri almışlardı.

 

Kürtçesi ile Şengal’in, Arapçası ile Sincar’ın, 2014 ayında IŞİD’in eline düşmesiyle Suriye’de “İslam Devleti” başkenti olarak işlev gören Rakka ile IŞİD’in bugüne dek en büyük başarısı olan Musul arasında doğrudan bir irtibat sağlanabilmiş ve “İslam Devleti” toprakları, daha sonra Irak’ın el-Anbar vilayetinin merkezi olan Ramadi’nin ele geçirilmesiyle Büyük Britanya’dan büyük bir alana hükmeder olmuştu.

 

Türkiye’nin yanıbaşında, İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler toplamından daha geniş bir alanda yerleşmiş bir güçten söz ediyoruz.

 

Bu alanda “Sincar Dağı”nın bir “beşeri” bir de “coğrafi-askerî” açıdan önemi vardı. Beşeri açıdan önemi, bölge, Ezidi inancına bağlı insanların yoğun yerleşim alanıydı ve IŞİD’in eline geçmesinden sonra, yüzlerce Ezidi öldürülmüş, binlerce köle yapılmış, Ezidi kadınları cariyeleştirilmişlerdi. Büyük bir insanlık ayıbıydı.

 

Yazının Devamını Oku