Müslümanların gerilemeleri

Haberin Devamı

14’ÜNCÜ yüzyılın Tunuslu bilgini İbn-i Haldun ünlü ‘Mukaddime’ isimli eserinde İslam dünyasının yükselişi ve çöküşü üzerine günümüzde dahi eskimeyen düşünceleri işlemiştir. İbni Haldun, ilim ve fende ilerlemenin ve gerilemenin ülkelerin hayat seviyesi, ekonomik durumu, yerleşik ve sosyal hayatın derecesi ile de paralel gittiğini ileri sürmüş ve bunu örneklendirmiştir. Ona göre, cemiyet fertlerinin emek ve çalışmaları, geçinmeleri için gereken miktardan fazla kazanç temin ederse, o cemiyetin üyeleri artan vakit ve emeklerini insana mahsus olan ilim ve sanatları öğrenmeye sarf ederler. İslamiyet’in ilk çağında nüfus çoğaldığında ve medeni seviye yükseldiğinde, büyük şehirlerde ilim ve fen son derecede gelişmişti. Öğretimde uyulması gereken kuralları ortaya koymuş, her çeşit ilim ve fen ilerlemişti. Müslümanlar derin ve halli güç meseleler üzerinde çalışmışlar, her türlü ilim ve fenni incelemişler, bu alanlarda ilkçağlarda yetişmiş olan bilginleri geçmişler ve sonradan yetişenlere üstün gelmişlerdi. Fakat ne yazık ki, ekonomik durumları altüst olduktan sonra, nüfuzları azalmış, gelişmiş olan medeniyetleri ortadan kaybolmuştur. Şehirlerde ilim ve öğretim sona ermiş, bilginler ve uzmanlar oralardan çekilip gitmişlerdir.
İbn-i Haldun’un şu tespiti de çağımıza ışık tutmaktadır: “Çağımızda ilim ve öğretim merkezi olarak yalnız Kahire şehrinin kalmış olduğunu görüyoruz. Kahire’nin ilim merkezi olması, Mısır’ın binlerce yıldan beri medeniyetlerin merkezi olmasından ve Selahaddin Eyyubi zamanından beri orada Türk devleti kurulmuş olmasındandır. Türkler hayır ve hasenatı seven insanlardır. Mısır’da vakıflar çoğalmıştır, bu vakıfların gelirleri çoktur, aylık ve tahsisatları çok olduğu için öğrenciler ve öğretmenler de çoktur.”

Haberin Devamı

ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARI

İbn-i Haldun Endülüs’te eğitim ve öğretimin büsbütün durmuş olmasını, Müslümanların yaşadıkları yerlerde yüzlerce yıldan beri yaşama şartlarının düşmesine ve ekonomik durumun altüst olmasına bağlamıştır. Endülüs Müslümanlarının artık ilim namına sadece Arap dili ve edebiyatı öğrenmekte olduklarını, akli ilimlerin iz ve belgelerinin bile kalmamış olduğunu, onların şimdi her şeyden önce geçimlerini temin etmekle uğraşmakta olduklarını yazar. Doğu’nun o sıralarda bayındır olduğunu, bunun için Doğu ahalisinin genel olarak ilimde ve öğretimde ileri olduğunu belirten İbn-i Haldun, ilim tahsili için oralara giden Batılıların, Doğuluların yaratılış ve tabiatları ile diğerlerine nispetle daha yüksek zekâ ve istidat sahibi oldukları hayaline bile kapıldıklarını yazmıştır. Halbuki ona göre Batılıların bu fikirleri tamamen yanlıştır. Doğu ahalisi ile Batılılar arasında zekâ, ilim ve sanat kavrayışı bakımından olan fark, medeniyet ve kültürün Doğuluların akıllarını aydınlatması ve geliştirmesinden ileri gelmiştir. Her ilim ve sanat insan zihninde iz bırakır, bu izler yeni düşünüşleri yaratır ve zekâyı kuvvetlendirir, bunlar da yeni hüner ve sanatların öğrenilmesini kolaylaştırır.
Yeni gelişmeler yapamayan, bilimde, teknikte, sanatta geri kalan toplumlar, kendileri hakkında başka toplumlarca verilen kararları uygulamaktan başka bir şey yapamazlar. Zaman içinde Batılılar ilerleyip de Müslümanlar gerileme dönemine geçince İslam’ın ileri olma özelliği, dinamizmi unutuldu, “Onlara dünya, bize ahret nimeti verilmiştir” sloganı ile oyalanır olundu.
İbn-i Haldun’un Endülüs için düşünüp ileri sürdüğü fikirler aynen Osmanlı Müslümanlarında yaşanmış ve sonunda ülkenin benzer akıbete uğradığı görülmüştür. Cumhuriyetimiz kurulduğundan beri yeniden bilimde ve medeniyette hamleler yapabilmemiz için öğretim kurumları kurulmaktadır. Öğretim kurumlarımızda çağın ulaştığı en son bilgilerin öğretilmesi elbette önemlidir. Fakat bunun yanı sıra yeni bilgilere ulaştıracak araştırmaların yapılabileceği kurumlar da gereklidir. Aileler evlatlarını en iyi olduğuna inandıkları okullarda okutmak için gelirlerini zorlayan harcamalar yapmaktadırlar. En zaruri ihtiyaçlarından bile tasarruf eden aileler tanıyorum. Dua edelim emekler sonuç versin.

Yazarın Tüm Yazıları