İnsanın, hayatın ve mülkün geçiciliği

Güncelleme Tarihi:

İnsanın, hayatın ve mülkün geçiciliği
Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2022 09:56

Alman edebiyatının en özgün yazarları arasında gösterilen Jenny Erpenbeck, ‘Gölün Sırrı’nda Berlin yakınlarındaki bir gölün ve göl kıyısındaki bir evin 20. yüzyıla yayılan tarihini anlatıyor. ‘Savaşın trajedisinden toplama kamplarının dehşetine, dikta rejimlerinin yol açtığı sürgünlere uzanan’ şiirsel bir roman...

Haberin Devamı

‘Gölün Sırrı’, romana mekân olan gölün oluşumunun tarihöncesini anlatan ‘Prolog’ bölümüyle başlıyor. 20. yüzyıla gelindiğinde, çevresindeki yemyeşil koruluklarla birlikte cenneti andıran bir yer burası. Berlin’in biraz doğusunda, Brandenburg yakınlarındaki arazi kralın hediyesi olarak 1650’den beri köy muhtarının ailesinin mülkiyetinde. Muhtar ise araziyi dört kızına paylaştırmış. Ne var ki kızlarının bahtı açık değil, hiçbiri bu topraklar üzerine yuva kuramıyor; en büyüklerinin nişanlısı uzak diyarlara göçmek zorunda kalıyor, ikinci kız ‘gayrimeşru’ ilişkisi nedeniyle itibarsızlaşıyor, üçüncüsü kendisini çiftlik işlerine adıyor, en küçükleri ise akıl sağlığını yitirip intihar ediyor.
1930’lu yıllarda, Nasyonal Sosyalistler tarafından Yerel Çiftçi Birliği liderliğine atanmış olan muhtar, artık ailesine fayda sağlamayacağına kanaat getirdiği arazisini satmaya karar vermiştir. İki parsele bölünen arazinin yarısı Berlin’de yıldızı yeni yeni parlayan bir mimara, diğer yarısı Yahudi kumaş fabrikatörü Arthur’a satılır. Arthur’un niyeti biricik oğlu Ludwig’e miras kalacak bir ev yapmak. Ne yazık ki Nazilerin iktidara gelmesi bu planı aksatmakla kalmayacak, savaş son güzel günlerini göl kenarındaki arazilerinde geçiren ailenin bütün fertlerinin hayatlarını tehdit edecektir.

Haberin Devamı

Berlin’in Nazilerce yeniden yapılandırılmasında önemli projeler üstlenen Mimar daha şanslı. Kaçmak zorunda kalan Yahudi komşusunun parselini yarı fiyatına almaktan memnun. Amacı yeni evlendiği ikinci eşini mutlu edecek güzel bir göl evi yapmak. Ne var ki evde geçen birkaç mutlu yılın ardından patlayan savaş, bu cennet mekânın onlara da ebedi bir yuva olmasına izin vermeyecektir.
Takip eden bölümlerde, başkalarının hikâyeleri katılır romana... Hemen hepsi de savaşın ve zamanın tahribatına uğramış, yurt belledikleri yerlerden kovulmuş, hayallerini hatta hayatlarını yitirmiş insanlar. Zamanın akışıyla göl evi ve bahçesi de yıpranmaktan kurtulamayacaktır.

MÜLKİYETİN DOĞASI
Romanın Almanca ismi 'Heimsuchung'un İngilizce baskıda 'Visitors'a (Ziyaretçiler) ya da Türkçede 'Gölün Sırrı'na dönüşmesi sözcüğün başka bir dilde karşılığını bulmanın imkansızlığından. 'Heimsuchung'un Almancada sözlük karşılığı ızdırap, talihsizlik, ziyaret ve hatta veba gibi anlamlara geliyor. Bununla birlikte, daha eskilerde yargılamak veya adalet dağıtmak için yapılan ilahi ya da doğaüstü ziyaret olarak da kullanılmış. Kutsal kitapta ise “Heimsuchung”un geçtiği bölümlerde Tanrı’nın insanları kabahatlerinden dolayı cezalandırmak -intikam almak- için yeryüzünü ziyaret edeceği hatırlatılıyor. Jenny Erpenbeck ise bu sözcüğü hem roman kişilerinin melankolik yuva özlemine hem de ilahi intikam adaleti ve ilahi merhamet vaadi arasındaki çelişkiye vurgu yapmak için kullanmış.

Haberin Devamı

Jenny Erpenbeck, ‘Gölün Sırrı’nı tasarlarken kendi deneyimlerinden yola çıktığını ifade ediyor bir söyleşisinde. Başlangıçta, 1954’ten 2002’ye kadar ailesinin mülkiyetinde kalan ama yasa gereği savaştan önceki sahiplerinin mirasçılarına devretmek zorunda kaldıkları yazlık ev ile olan ilişkisini anlatmak niyetindeymiş. Ancak araştırmaya başlayınca evin eski sahipleri ve hayatları hakkında kıymetli bilgilere ulaşmış; ‘gelip gitmekle ilgili pek çok hikâyeye’...
İşte bu hikâyelerin çağrışımları ve bütün bir yaşam biçiminin buharlaşmasının şokunu bizzat yaşayan Erpenbeck’in bakış açısıyla kaleme alınan ‘Gölün Sırrı’, İmparatorluk Almanya’sından İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımına, Doğu Almanya’nın Sovyetler’in kontrolüne geçmesinden Demokratik Almanya dönemine, Almanya’nın yeniden birleşmesine ve sonrasına kadar yaklaşık 150 yıllık bir zaman diliminde dolaşıyor. Trajik olayların, rejim değişikliklerinin, güç ilişkilerinin ve ahlak kurallarının değişiminin sıradan hayatlar üzerindeki etkisini çok çarpıcı bir dille -kısa ama karakteristik sahnelerle- canlandırmış. Karanlığın, şiirin, bilinçaltının teşhir edilmesinin, gelecek kaygılarının, önlenemeyecek her şey için duyulan üzüntünün ve suçluluk duygularının güçlü bir karışımı. Geniş bir tarihsel dönem içinde büyük bir hızla devinen anlatı boyunca kanlı bir geçmişin anıları, içinde yaşanan zamanın korkunçluğu ve bir şeylerin değişeceğine dair cılız umutlar hep bir arada var oluyorlar.

Haberin Devamı

Hiçbir sahibi için ebedi yuva olamayan, her seferinde terk edilen, tarihin hayaletlerinin musallat olduğu ev, aslında romanın ana karakteri. İnsanlar, hayatlar ve tarih evin içinden geçiyorlar. Elbette insanlar üzerinden anlatıyor hikâyesini Erpenbeck ama söz konusu insanlar geleneksel romanının alışılageldik karakterleri değil. Onlar yüzyıllar boyunca savaşların yıkımına, dehşetine maruz kalanların sembolleri, arketipleri olarak insanlığın korkuları, umutlarını, parçalanmış hayallerini temsil ediyorlar. Erpenbeck’in imgeler, metaforlar, özellikle de sembollerle zenginleşen anlatısı zorlayıcı ama bir o kadar da başarılı. Lanetli bir tarihi ve o tarihin yaralı insanlarını canlandırmış.
Sembolik karakterler içinde en çarpıcı olanı Bahçıvan, aynı zamanda bölümleri birbirine bağlama rolünü de üstlenmiş. Nereden geldiğini kimsenin bilmediği, hayatı eve ve bakımını yaptığı araziye bağımlı, her yeni mül sahibine aynı hizmeti veren, sürekli var olan ve -belki de doğaya uyum sağladığı için- zaman tarafından silinip atılmayan yegâne figür.

Haberin Devamı

Bahçıvan figürü, diğerlerinin varlığının ve mülk sahibi olma çırpınışının anlamsızlığını da ortaya koyuyor. ‘Gölün Sırrı’nda insan varoluşunun rastlantısallığına dair hüzünlü bir uyarı var: Zaman, insanı ve hayatını yarattıklarıyla birlikte kaçınılmaz olarak tüketir. Her şey geçicidir. Söz konusu geçicilik roman kişilerini, -daha genele yayarsak- hepimizi dünya nimetlerinin geçici sahiplerine dönüştürür. Öyleyse bir toprağa/memlekete önce ya da sonra gelmiş olmak, o toprağa/memlekete sahip olmak konusunda kimseye öncelik hakkı tanımaz. ‘Gitti, Gidiyor, Gitmiş’ romanında mülteciler üzerinden benzer temaları öne çıkaran Erpenbeck’e göre ne bireysel ne de kolektif anlamda sahiplenme söz konusu olabilir. Herhangi bir mülkiyet biçimi özünde başkasının mülksüzleştirilmesidir. Üstelik yapay cennetler yaratmak adına inşa edilen ve mülk edinilen her şey mülksüzleştirilenlerin emeği sayesindedir.
Romanın sonlarında ‘Misafir Kadın’ ziyaret eder göl evini. Savaş kapısını çaldığında ‘kendi yurdunda yabancı olmaktansa yaban ellerde yabancı olmak evladır’ düşüncesine sarılmış, çiftliğine arkasını dönüp üç torunuyla, sırtında yaylı bir yatak ve üstünde mavi lekeler olan bir tencereyle yola çıkmıştır. Savaş mağduru bir mülteci olarak şu soruyu soracaktır kendisine: “İnsan gideceği yere vardıysa, oraya yine de kaçarak mı gelmiş sayılır? İnsan kaçaksa hiçbir yere varamaz mı yani?”

Haberin Devamı

İnsanın, hayatın ve mülkün geçiciliği
Gölün Sırrı
Jenny Erpenbeck
Çeviren: Dilek Zaptçıoğlu
Can Yayınları, 2022
168 sayfa.

BAKMADAN GEÇME!