İlk merhaba

KENT gazetecileri, yerel haberciler, öncelikle kentiyle yaşar, kentine temas eder. Bu bir gereklilik ve avantaj olduğu kadar, bazen dezavantajdır da. Hele ki kent gazetesi, politikanın yüreği Başkent’te çıkıyorsa...

Bazen kent habercisinin tüm bahçesi, Ankara olur. O bahçenin dışındaki hayat/dünya menzil dışı kalabilir. Bu nedenle Ankara Hürriyet “Yerel Dünya” sayfalarıyla dünyayı, Dünya’nın haberini Ankaralı okuruna taşıdı. Aynı nedenle bu yıl Genç Nota Liselerarası Müzik Yarışması, Ege’ye, Akdeniz’e, yani denize açıldı.
Bu yönde yepyeni bir adım daha atıyoruz. Başkent’in sosyal, kültürel, ekonomi dünyasının yakından tanıdığı bir isimle... Uluslarası bir enerji sirketler grubunun Türkiye’deki şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı, TÜSİAD, Chaine des Rotisseurs ve Ankara Rotary Kulübü üyesi; PETFORM Yönetim Kurulu Başkanı, TABA AmCham Türk-Amerikan İşadamları Derneği üyesi, AISEC Yuksek Danışmanlar Kurulu üyesi Nusret Cömert artık her hafta sadece Ankara’yı değil, “dünyayı” taşıyacak sayfalarımıza.
Bazen Ankara’daki Maseratti partisinden, Cemil İpekçi defilesinden, bazen İstanbul’da Moskova Çaykovski Orkestrası’nın konserinden, bazen de yurtdışından, kentin/dünyanın “trend”ini, “tat”ını, “moda”sını, farklı, yaşayan bir “lifestyle”ı aktaracak satırlarında...
“NU’ans” her pazar sizinle...

Ankara’nın doğallığı şıklığı ve elegansı

ANKARA hayatımda önemli bir yere sahip.
Sonradan tanıdığım, arkadaş edindiğim pek çok kişi Ankaralı ama Ankara dışında yaşıyor. Benim içinse durum tam tersi. Ankara’ya sonradan gelip Ankaralı olanlardanım ben.
1998 yılında Londra’da yaşarken bir iş toplantısı için geldiğim Ankara’da, toplantı saatine kadar zaman geçirmek için görevli sürücüye “Bizi bir kafeye götür” demem, o dönem kaderimi değiştirecekti.
Daha önceki ziyaretlerimde olduğu gibi Londra’dan İstanbul’a gelmiştim. İstanbul’da bir otelde kalıp, Ankara’ya da “günübirlik” gelerek toplantılarımı yapıyordum. Sürücü Arjantin Caddesi’nde bir kafeye götürdü bizi. Günlük güneşlik bir öğle sonrasıydı. Gayet şık, zarif insanlar tevazunun da getirdiği bir etkileyicilik ile kafenin bahçesinde oturup kahvelerini içiyor, sohbet ediyordu.
Kafe bana Londra’nın, nadiren güneşli haftasonlarında bazen yine öğleden sonraları gittiğim Chelsea Farmers Market’i çağrıştırıyordu. Orada da insanlar buradakine benzeyen çiçek seraları ile organik gıda ürünleri satan dükkanların etrafındaki küçük kafe ve lokantalarda oturup günün keyfini çıkarırlardı. Yüz ifadelerinden, dudaklarındaki hafif tebessümden ve sohbetlerinden bunu gerçekten yaptıklarına da şahit olurdunuz.
Burada yer alan, ev eşya ve aksesuvarları satan bir dükkanda noel dönemlerinde en çok rengarenk noel ağacı süslemeleri alıcı bulurdu. Peki yanıbaşındaki King’s Road Caddesi’ndeki pek çok görkemli mağazadan burayı farklı kılan neydi?
Doğallığı, ama bununla birlikte şıklığı, elegansı...
Arjantin Caddesi’ndeki kafede etrafa şöylece bakıp bu kafe, bu insanlarla dünyanın her yerinde olabilirdi diye aklımdan geçirdim ve Londra’da yaşamakla ilgili hiçbir sorunum olmadığı halde Ankara’da yaşamak benim için nasıl olurdu diye düşünmeye başladım.
Düşünce söze-söz eyleme eylem alışkanlığa...
İşte Frank Outlaw’ın “Düşüncelerine dikkat et söze dönüşürler; sözlerine dikkat et eyleme dönüşürler; eylemlerine dikkat et alışkanlık olurlar; alışkanlıklarına dikkat et kişiliğin olurlar; kişiliğine dikkat et kaderini biçimlendirir” diye dizelere döktüğü hadise, bundan sonra gerçekleşecekti.
Kısa bir süre sonra şirketim, bu bölgedeki uluslarası bağlantılı bazı büyük projelerinin ivme kazanması ve Türkiye’deki bazı büyük yatırımlarının gerçekleşme aşamasına gelmesiyle, görev yaptığım Londra’daki merkezden Ankara’ya taşınarak bir ofis kurmamı teklif edecekti.
Ülkeme dönüyor olmanın mutluluğu ile severek kabul ettiğim bu teklif, Yahya Kemal’in “Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü severim” sözüne dönüşmeyecek, Ankara’ya yerleştikten sonra sadece üç ay sonra çok güzel dostluklar, arkadaşlıklar kurmama neden olacaktı.
Çünkü ortalama eğitim seviyesinin ve insan kalitesinin yüksek olduğu Ankara’da, çok sıcak sohbet ortamları oluşuyor, şehrin nispeten mütevazı ama vakur havası insanı herzaman etkiliyor.

Vakko Kavaklıdere

VAKKO’nun Kavaklıdere’deki yeni mağazası açıldı.
Ön bahçesi kapatılarak bir parti yerine dönüştürülen mağaza, konuklarla doluydu. Aracımdan iner inmez kapıda beni büyük bir zarafeti ve beyefendiliği ile ev sahibi Cem Hakko sıcak bir şekilde karşıladı. Bu bana Beymen Kavaklıdere mağazasının açılışında Cem ve Ümit Boyner’in yine büyük bir zarafet ile verdiği daveti anımsattı.
Bu tür mağazalar dünyanın pek çok kentinin karakterinin bir parçasını oluşturur. Londra’da Harrods, Harvey Nichols, New York’ta Saks Fifth Avenue, Berlin’de KaDeWe, Tokyo’da Isetan, Moskova’da TSUM bunlara sadece birkaç örnek değilmi? Beymen ve Vakko’nun bu mağazaların bazılarına göre ayrıcalığı bence kendi tasarımları.
Önce Vakko sonra Hok’s
Ortam güzel dekore edilmişti ve bahçede kurulan sahnede hafif bir müzik çalıyordu. Uzun zamandır ortamlarda görünmeyen çok sayıda nezih konuk sohbet ediyor, kimisi ikram edilen şampanyasını yudumluyordu. Hemen herkes bir Vakko mağazasının açılışına gelmiş olmanın bilinciyle pek bir şıktı. Bende hemen orada rastladığım güzel dostlarla sohbete koyuldum. Büyük kısmı tanıdık davetliler arasında Metehan Demir, Murat Yazıcı, Fırat Çeçen, İlhan İl, Mithat Rende, Sarp Evliyagil, Erdal İpekeşen, Metin Mörfi Menahem, Emre Dökmeci, Gamze Cizreli orada rastladığım dostlardan bazılarıydı. Meşrubat ve atıştırmalıkların yanısıra kırmızı ve beyaz Sarafin şarap, Black Label viski ve kokteyller misafirlere ikram ediliyordu.
Oradan bir grup dost çok yakında olan “Hok’s”a gidelim deyince kendimizi orada bulduk. Ben ayakta atıştırmayı pek sevmediğim için biraz acıkmıştım. Orada bir çorba içerek evlere dağıldık. Birkaç dakika sonra evimdeydim, Ankara’da şehir içinde mesafelerin kısa olmasının avantajıyla elbette...
Yazarın Tüm Yazıları