Amalfi kıyısı mı ben almayayım

Aslında John Steinbeck daha 1953 yılında Harper’s dergisinde Positano’yu överek yazmıştı ama Amalfi kıyıları (Costiera Amalfitana) son yıllarda popüler olmaya başladı.

Burası İtalya’nın güneyinde, yani çizmenin aşağısında ve batısında kalan, yaklaşık 40 kilometrelik, girdili çıktılı, sarp yamaçlı bir sahil şeridi. Yukarıda Positano’dan başlayıp aşağıda Vietri Sul Mare (Salerno) kasabasında son buluyor. Kıyı boyunca dağların sarp yamaçlarına kurulmuş bu tarihi kasabalar Vietri, Cetara, Maiori, Minori, Ravello, Amalfi, Praiano ve Positano. Ben ne yazık ki bu bölgeye Ağustos gibi tüm İtalya’nın tatilde olduğu bir zamanda gidiyorum. Belki de o nedenle bir daha gitmemeye karar veriyorum.

Böyle bir yazıyı yazmak inanın çok zor. Zira size ‘beğenmedim’ dediğim yerler aslında UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan, son derece güzel manzaraya sahip olan deniz kenarındaki çekici yamaç kasabaları. Karadan denize baktığınızda harika bir görüntü, denizden karaya baktığınızda bambaşka bir güzellik. En popüler olan şehirler Positano ve Amalfi. Tüm şehirlerde birer kilise veya katedral, hepsinin kubbesi bölgenin ünlü seramikleriyle kaplı. Daracık sokaklar, dik yokuşlar üzerine karşılıklı dizili evler, oteller, dükkanlar. Yani anlayacağınız temelinde bayağı cazip bir bölge.

Şimdi diyeceksiniz ki böyle bir bölge sevilmez mi? Sevilmeyebilir. Hatta benim gibi, bir haftalık tatilin son iki günü otelden çıkmamaya bile karar verebilirsiniz. Sebebi çok. Birincisi inanılmaz kalabalık, inanılmaz turistik. Hayatımda bu kadar vıcık vıcık insanı (nümayişler hariç) bir arada görmediğimi söyleyebilirim. Hele Positano, tam bir şenlik. Zaten topu topu tek bir düz zeminli sokağı var, geri kalan tüm yollar merdiven. Bu tek yol da oldukça dik bir yokuş ve bazı yerlerde yan yana iki insanın yoldan geçmesi imkânsız. Dışarısı 38 derece ve nemli, her yer insan kaynıyor, birbirinize sürtünmeden yürüyemiyorsunuz.

KARAKTERSİZ, TURİSTİK VE KAZIKÇI

Hadi diyelim insan selini aşmayı başardınız ve deniz kıyısına ulaştınız. Harika bir plaj ve sempatik kafeler sizi bekliyor diye düşünürsünüz değil mi? Değil. Plaj belediye plajı. Üstünde sıra sıra kiralık şemsiyeler ve kiralık şezlonglar. Farz edin en lüks otelde kalıyorsunuz; gene de gidip bu şemsiyeli halk plajında ve cayır cayır güneşin altında, vıcık vıcık insan dolu denize girip serinleyeceksiniz. Vallahi almayayım. Üstelik şemsiye sayısı yetersiz olduğundan artık kendi havlunuzla, çakıl taşlı plajlardan birinde bulduğunuz herhangi boşluğa uzanacak, yanda güneşlenen kardeşime dokuna dokuna deniz kenarında serinleyeceksiniz!
Bu durum Vietri’ye kadar tüm sahilde aynı. Her taraf belediye plajı ve her taraf vıcık vıcık turist. Peki, sempatik kafeler? Güney İtalya, ülkenin en fakir bölgesi. Sanayi falan olmadığından, yerel halkın harcayacak çok parası yok. Böyle olunca barlar ve kafeler mütevazı, restoranların çoğu da ya dar gelirliyi ya da turisti hedefler cinsten. Örneğin Positano’da deniz kenarındaki kafeler kafeterya gibi karaktersiz, turistik ve kazıkçı. Turiste kötü davranıp parasını kapma temelli bir yerel kültür oluşmuş buralarda.

OTOPARK REZERVASYONU MU?

Bölgede ulaşım da nanay. Sarp yamaçları dolaşan ve iki arabanın zor geçebildiği 40 kilometrelik yol sadece virajlardan oluşuyor. Positano’dan Vietri’ye araba sürmek gündüz vakti yaklaşık 2.5 saat alıyor. Her an bir kaza ihtimaliyle kullanıyorsunuz arabanızı. Eğer tekneyle gitmek isteseniz, teknelerin gidiş-dönüş saatleri garip; arada en az 4-5 saat zaman oluyor ki bu kadar saat insan, örneğin Amalfi’de, ne yapar bilmiyorum. Aslında biliyorum: Kafayı yer.

Diyelim ki Amalfi’ye veya Positano’ya veya herhangi bir yere arabanızla ulaşabildiniz. Ama vardığınız an fark ediyorsunuz ki oralarda sizi ufak bir problem bekliyor: Tek bir tane park yeri yok. Zaten önceden uyarıyorlar: “Positano’ya otopark rezervasyonu yapmadan gitmeyin” diye. Böyle bir rezervasyonun oralarda yapılabileceğine dair kuşkularım bir yana, arabanızı şehrin dışına yol üzerine park etmeye görün, trafik polisleri akbabalar gibi üşüşüp cezayı aynen camınıza yapıştırıveriyor.

En hoşuma da, kıyının yanı başındaki Capri Adası gidiyor. İnsan bu adaya niye gider, gidince ne yapar, doğrusu pek anlayamadan dönüyorum. Bir kere, gitmek bir azap. Salerno’dan vapurla, onların iddiasına göre 70, benim saatimle 100 dakikada ulaşıyorsunuz. Ulaştığınızda rıhtımda ilk gördüğünüz şey, Capri şehrinin merkezi olan dağ tepesine giden raylı tren (füniküler) önünde sıralanmış büyük bir güruh. Vazgeçiyorsunuz. Taksiyle çıkalım deseniz, bu kez güneşin altında 40 kişilik taksi bekleme kuyruğuna katılıyorsunuz. Yukarıya dolambaçlı yollardan 5 dakikada varıp taksiye 15 Euro ödüyorsunuz. Bulduğunuz ne mi? Vallahi, uzunluğu 900 metreyi anca geçen dolambaçlı bir yol, iki tarafında pahalı dizaynır markaların dükkanları, ara sıra restoranlar ve barlar. Hepsi bu.

ÜSTE PARA VERSELER GİTMEM

Fiyatlar gayet kazık. İnsan seli bu tek caddeyi de istila etmiş vaziyette. Yukarı vardığınız anda “Buradan nasıl kaçarım” kaygısına düşüyorsunuz. Plajlar burada da belediyenin: Vıcık vıcık insan. Capri Adası’na niye gelinir, pek çözemiyorum. Hani insan entel-dantel olur da romantik nedenler bulabilir ama benim gibi pragmatist bir adamın bu sıradanlıkta ne işi var, bir türlü anlamıyorum.

Garip gelecek ama bu kadar yakındığım bölgede kaldığım otel, yörenin en keyifli otellerinden biri. Vietri Sul Mare’de, lebi derya, havuzlu, muhteşem bir yer. Ama ne yazık tüm Amalfi sahilini gezip bitirdikten sonra anlıyorum ki bölgede yapılacak en iyi şey otelimize kapanmak ve hiç dışarı çıkmamakmış.

Son iki gün aynen böyle yapıyoruz. Sizi bilmem ama beni bir daha, üste para verseler bile, Amalfi kıyısında tatile götüremezler. İstanbul’da rahat batmış gibi, onca yolu boşuna tepip paracıkları ezdiğime yanıyorum.

AMALFİ YEMEKLERİ

Hiç romantik olamayacağım: Bölgenin yemekleri oldukça sıradan. Zaten fakir bölgede zengin yemek olur mu? Bir-iki tane Michelin yıldızlı lokanta da deniyoruz. Onlar da çok farklı değil. Zaten Michelin yıldızlılara gitmeniz de zor, çünkü park yeri bulamıyorsunuz. Önceden yer ayırttığımız 2 yıldızlı Don Alfonso 1890 isimli lokantaya öğle trafiği keşmekeşinde iki saat gecikmeli varıyoruz. Burası 5 odalı bir otel ve çok güzel bahçesi var. Servis mükemmel. İnsanlar o kadar iyi davranıyor ve o kadar içtenler ki, olumsuz bir şey söylemeye dilim varmıyor. Sahibi hanımefendi bizimle yakından ilgileniyor, ayrılırken küçük kızıma bir paket makarna hediye ediyor. Üstelik yemekler de lezzetli. Ama ne var ki yemeklerde bir yaratıcılık, bir sıradışılık göremiyoruz. Seçebildiğim tek yemek domates soslu kaneloni makarnası oluyor ki ne görüntüsü benim evde yaptığımdan aşırı farklı, ne lezzeti. Güney İtalya’nın restoran manzarası beni etkileyemiyor.
Yazarın Tüm Yazıları